Tarzan zor durumda
Geçen haftaki yazıma bir dosta göre film adı gibi bir başlık atmışım: Gözyaşı ve Gurur. Bu haftaki yazıma da film adlarından, çocukluğumdan hep gülümsiyerek hatırladığım bir başlık attım: Tarzan Zor Durumda. Filmin orijinal adını hatırlamıyorum ama Tarzan'ın klasik beyaz adam düşmanlarına, her zaman onu destekleyen yerli kabileler de katılıp onu zor durumda bırakıyorlardı. Eğer Tarzan kar amacı gütmeyen ve kamu hizmeti üreten ticareti teşvik kurumları (TTK), odalar, birlikler, işçi-işveren dernekleri, meslek kuruluşları ve genellikle sivil toplum örgütleri (STÖ) olarak tanınan yüzlerce kuruluş ise zor duruma düşürenlerde de geçen haftaki yazımda bahsettiğim bu kurumları elli yıldır besleyenler. Bu finansörler "Vallahi ve de billahi çok çalışıyoruz" hikayeleriyle dolu faaliyet raporlarına giderek öfke dozu artan "İyi de netice nedir?" şeklindeki tepkileriyle TTK'ları zora koşmaya başladılar.
Bu kurumları diğerlerinden ayıran bir iki özellik var. Birincisi açık: Kar amacı gütmüyorlar. Gütmüyorlar ama yine de yaşamlarını sürüdürebilmek için kaynaklara ihtiyaçları var. İkincisi de açık: "Kamu hizmeti" üretiyorlar. Kamu hizmeti derken kastım hizmetler her ne kadar belli kesimlere odaklanmış olsalar da kamuya açık hizmetlerdir. Bu özellikleriyle kamu mallarının fiyatlarını tespit etmekte kullanacağınız piyasaları yoktur. Söz gelimi bir TTK'nın verdiği 'Dış Ticarette Mevzuat' konulu eğitim programının piyasa değeri nedir sorusuna cevap bulamazsınız (arayan da yoktur). Onun için bu TTK yıl sonu "Bin kişi eğittik, altıyüz'ü o kadar memnun kaldılar ki..." şeklinde faaliyet ve müşteri memnuniyeti raporları hazırlarlar.
İşbirliği yaptığım yabancı bir TTK'nın yıllık bütçesi 300 miyon dolar. Az para değil. Yıl sonu faaliyet raporları beş bin KOBİ'ye hizmet verdiklerini bunların çoğunun memnuniyetten hep gülümsiyerek dolaştıklarını! filan anlatır. Kurumu finanse edenler ise her sene bütçe görüşmelerinde aynı soruyu sorarlar: "Netice?". Bir başka kalkınmış ülke dış ticareti teşvik kurumu (DTK) ise bu baskılara dayanamıyarak senelerdir kurumun ihracata katkısını rapor etmeye uğraşır. Kurumun direktörü (tabii emekli olduktan sonra) bana yıl sonlarında kurum elemanlarının nazlarının geçtiği ihracatçı şirketlerden nasıl "Sizin yüzünüzden şu kadar daha ihracat yaptık" şeklinde yazılar istediklerini anlatmıştı. Uzun lafın kısası Tarzan hakikaten zor durumda, çünkü yaptığı işin piyasa değeri belli değil. Finansörler de soruyorlar. "Bu kadar para veriyoruz, ne üretiyorsunuz?" diye.
Piyasası olmayan bu hizmetleri üreten kurumlar neden yaptıkları işin değerini raporlayamıyorlar? Çünkü bu tür kurumlar kar amacı güden kurumların elindeki bir konvensiyondan mahrumlar: Muhasebe. İşletmecilik fakültelerinin vazgeçilmez öğretilerinden biri olan muhasebe neyin, nasıl 'kayıt' edileceğinin ve bu kayıtların nasıl 'rapor' edileceklerinin kararlaştırıldığı yedi bin yıldır biriken teamüllerden oluşmuştur. Bu teamülleri kullanarak şirketler1: (1) Nelerin sahibi olduklarını (owns); (2) Ne kadar borçları olduklarını (owes); (3) Ne kadar alacaklı olduklarını (owed); (4) Ne kadar kazandıklarını (earned) ve (5) Değerlerini (worth) para birimi cinsinden ifade ederler.
Kar amacı güden şirketlerin bu beş konudaki,genellikle kar zarar cetveli ve bilanço olarak sunulan raporlarının okuru çoktur. İş sahipleri şirketlerinin karlılığını başkalarıyla kıyaslıyarak öğrenmek için isterler. Devletler ne kadar vergi alacaklarını hesaplamak için bakarlar. Finasman kuruluşları şirkete para vermek veya verilen paraların nereye gittiğini anlamak için okurlar. Yatırımcılar yatırım yapıp yapmama kararı vermek için incelerler. Türkiye'de öyle anlaşılıyor ki bundan sonra eşler de neyin altına imza attıklarını anlamak için bu raporlara bakacaklar. Bütün bu okurların ihtiyaçlarının tatmini için muhasebeye konu işlemlerin kayıt, işleme ve raporlamasının standartlaştırılması şarttır. İşte bu yüzden muhasebe uluslararası standartlaşmış bir teamül birikimidir. Bu standart kayıt ve raporlama sistemi, okurlara kıyaslama yapma olanağı verir.
Kar amacı gütmeyen kuruluşların günümüzde kullanılan muhasebe sistemleri bu kurumların beş konudan sadece ilk üçünü kayıt ve raporlamaya yarar: (1) Nelere sahipler; (2) Ne kadar borçlular ve (3) Ne kadar alacaklılar. Bu kurumların son ikisini, yani ne kazandıklarını ve piyasa değerlerini kayıt ve rapor edecek bir sistem yoktur. Ne kazandıkları ölçülemediğinden eğer varsa kar zarar cetvelleri ve bilançoları da ilgilenenleri bilgilendirmez ve kıyaslama yapmalarına izin vermez. İşte bu yüzden Tarzan zor durumda.
Bu tür kurumların kazançları para cinsinden nadiren ölçülebildiği için muhasebe kayıtlarında 'gelir' hanesine yazacak bir şeyleri yoktur. Hizmetlerini 'satan' bir kaç istisnanın bile 'faaliyet gelirleri' bütçelerinin yüzde 20'sini geçmez. Zaten bu kurumların satma gibi bir gündemleri de yoktur. Dedim ya "kamu hizmeti üretiyorlar" diye. Devlet tarafından finanse edilen, özellikle her türlü vergi ve harçtan muaf, hatta posta, telefon parası bile vermeyen kurumların satış yapmaları zaten özel sektörle haksız rekabet etmeleri anlamına gelir. Devlet tarafından finanse edilmeyenlerin de kurumsal statülerine bakılırsa aynı sorun çoğu kez onlarda da vardır. Bu konu önemli ama şimdilik kimse üstünde fazla durmuyor.
Gelgelelim konumuz bu değil. Konumuz tartıştığımız kurumların ellerindeki muhasebe sistemleriyle ne iş yapıp da ne kazandıklarını ve değerlerini anlatmalarının bugüne kadar olanaksız olması. İşte geçen hafta övgüyle bahsetiğim APEX-Brazil bunun farkına varan ilk kurum değil ama bu konuda bir şey yapmaya karar veren ilk kurum. Buldukları çözümü anlatacağım. Tekrar ediyorum bu yazıları ticareti teşvik kurumlarının, odaların, birliklerin, işçi-işveren derneklerinin, meslek kuruluşlarının, sivil toplum örgütlerinin ve bu kurumlara danışmanlık verenlerin dikkatle izlemelerini öneririm.
Sağlıcakla kalın
1 - Bu beş kayıt konusunun İngilizce'lerini muhasebeyi Türkçe veya İngilizce okuyanların konuyu aynı şekilde algılıyabilmeleri için koydum.