Tarımsal üretimde “işgücü bakışımızı” değiştirmeliyiz

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

Geçen hafta bu sütunlardaki yazımızın son paragrafında, tarım kesiminde etkili sonuç yaratabilmenin 7 bileşenini şöyle sıraladık: Tarımsal üretimden geçinimi sağlayan çalışabilir nüfusun saptanması ilk adımdır… İkinci adım, doğrudan topraktan geçimini sağlayanların sayısını belirlemektir. Üçüncü adım, küresel rekabet yapabilecek tarımsal işletme ölçeklerinin ne olması gerektiğini planlamaktır. Dördüncü adım, toprakla ilgili ayrıntılı net bilgi sağlayan envantere sahip olmaktır. Beşincisi adım, ölçek ve tarımsal işletme teknolojileri uyumunun gerek şartlarını bilmektir. Altıncı adım, geliştirici destek sistemleri oluşturmaktır. Yedinci adım da örgütlü tarım işletmelerinde ödünsüz gözetim ve denetimini sağlamaktır. Bütün bu adımları atabilen, üretimle birlikte depolama, işleme, lojistik, finansman gibi “bütünsel bir tarımsal geliştirme planı” etkili olabilir.

Tarımsal üretimi artırmanın “işgücü sorununda” güçlenen eğilimlerin farkında olmadan, sektörle ilgili “durumsal farkındalık” eksikli olacaktır; boşluklar bırakacaktır. Bütün diğer üretim alınlarında olduğu gibi, tarımsal üretimde de verimliliği artırmanın etkili araçlarından biri “ekosistemi” kavramaktır. Ekosistemi yeterince kavramayan ve kapsamayan önlemler, onlarca örneğine tanıklık ettiğimiz gibi sözde kalacak, beklenen hedeflere ulaşmayacaktır.

Kalkınan ülkelerde kırsal nüfusun göç vermesi doğal bir sonuçtur. Tarım sektörüne göre daha yüksek üretim hacmi, daha yüksek katma değerli ürün alanı olan sanayi sektörüne geçiş, refah yaratmanın bilinen yoludur. İmalat ve hizmet kesimlerinde işgücünün yoğunlaşması eleştirilecek bir gelişme değildir; en ileri tarımsal üretimi yapabilen ülkelerde, tarım alanında çalışan nüfusun toplam nüfusa oranı yüzde 5’leri aşmaz.

Ülkemizde kırsal kesimden kentlere göç, genellikle kalkınma sürecinin bir sonucu olarak analiz edilmekten uzaklaşmış, hamasetin aracı haline getirilmiştir. Göçün düzgün yönetilmesi başka, göçün olmamasını savunmak bambaşka şeylerdir. Bu ikisi arasındaki nüans kavranmalıdır ki “göç olmasın”; “kırsal kesime geri dönülsün” gibi popülist çağrıların sonuç vermediğinin de farkına varılabilsin.

Kırsal kesimde genç işgücü kaçar

Bizim kuşakta herkes ‘el imalatı halının merkezi Isparta’dır’ diye bilir. Prof. Dr. Tamer Müftüoğlu ile 1980’li yıllarda küçük ve orta ölçek işyerlerinin sorunlarını tartıştığımız toplantı için Isparta’ya gittik. Bize kentin üretim yerlerini gezdiren Şevket Demirel’e sordum: “Halı Isparta’dan niçin Tokat’ta Başçiftlik’e kayıyor?” Deneyimli iş insanı, net bir anlatımla sorumu yanıtladı: “Paranın girdiği yerden halı çıkar!” Bu gerçekliği, “Sanayi ve hizmet kesiminin geliştiği ülkelerde kırsal kesim işgücü durmaz” şeklinde de ifade edebiliriz.

Ülkemizde sanayi düşük ve orta teknolojiye dayalı, ucuz emek eksenli bir yapılanma sürecinden geçmiştir; bugün de tartıştığımız orta ve düşük teknolojiye dayalı düşük katma değerli ürün sorunumuz, böyle bir yapının sonucudur. Kürüselleşme sürecinde, gelişmiş ülkelere göre görece ucuz emek arz eden ülkelere yatırımlar kaymıştır. Küreselleşme sürecinin hızlandırdığı sanayileşmenin mekansal planda yeniden örgütlenmesinden yararlanan bazı ülkeler ciddi yatırımlar çekebilmiştir. Bu durum şimdi tersine dönmüştür.

Tarımsal üretimin yapısal özellikleri nedeniyle işgücünü mevsimsel çalıştırmaktadır. Özellikle ülkemizde yaygın olan “küçük ve geçimlik tarım işletmeleri” artan genç nüfusa örgütlü iş arzı sağlayacak yapıda değildir. Kentlerde toplanan imalat ve hizmet kesimi “asgari ücret” olsa bile kesintisiz çalışma ve gelir sağlaması nedeniyle genç insanlara daha “çekici” gelmektedir. Ülkemizdeki yaygın tarımsal işletme ölçekleri ve örgütlenme biçimlerinin yarattığı ekosistem, imalat ve hizmet kesimine alternatif yaratacak ücret ödeyecek fazlayı üretemiyor.

Bir başka etken, ataerkil aileden çekirdek aileye hızla kayıştır. Çekirdek ailelerde “çocukların eğitimi” ailenin “kurtuluşu” algısına dönüşür. Kentler etkileşim alanı olarak yarattığı eğitim yanında, örgün ve yaygın eğitime erişim de sağlar. Kentler yarattığı istihdam potansiyelleriyle de kırsal kesimden göçü hızlandırır. Kente yerleşenler, önce “marjinal işlerde” çalışsalar da bir süre sonra “örgütlü işlere” geçiş yapabilmektedir; ailede çalışabilir olanların iş bulması refah düzeyini de yükselir.

Kente göçün arka planındaki dinamikler çeşitlenmekte ve güçlenmektedir. Bu süreci tersine döndürmek mümkün olmadığına göre, kırsal kesimdeki tarımsal üretimin işgücü yerine ikame edeceği, “tarımsal işletmelerin ölçeklendirilmesi” ve tarımsal üretimde “teknoloji girdisinin yoğunlaştırılması” olacaktır.

Hasat hasarlarını önlemek

Karaman’da çok sayıda elma üreticisiyle konuşurken, “hasat hasarları oranı” söylendiğinde şaşırdım. Elma toplamanın özellikleri hakkında bilgi sahibi olmayan insanların yaptığı hasat kaybının yüzde 20’yi aşan oranlarını çapraz sorgulamayla doğrulatınca, işgücüne ilişkin önyargılarımı ve gerçekliklerimi sorgulamak zorunda olduğumu kavradım.

Örneklerin yaygınlığını tarımsal alanda çalışan herkes biliyor. Tarımın kendi ekosistemindeki işgücü giderek kıtlaşıyor ve maliyeti artıyorsa; o zaman üretimde işgücünün açığını nasıl kapatmak gerektiği üzerinde odaklanmak gerekir. Alternatif tepki biçimlerini sorgulamak, analiz etmek ve uygun çözümler bulmak sorumluluğu ağırlaşır.

Bugün dünya genelinde tarımsal alanda örgütlenmeler değişiyor; yeni ekosistemler oluşuyor. Yeni ekosistem tarımsal üretimde çalışanların pozisyonlarını değiştiriyor. Bu değişmeyi tersine çevirmek, gazete yazılarında ve televizyon ekranlarında popülist çağrılarla olacak şey değildir. Oturup hep birlikte, başta tarımsal algılarımızı yönlendiren zihni modelimizin varsayımlarını sorgulayarak, alışkanlarımızı eğip bükmemiz gerekir. Sonra, ayrıntı dinamiklerini anlayacak kadar olguları ayrıştırarak analiz etmek… Sonra da kendi koşullarımızı dikkate alan uyum süreçlerini yönetmek… Tarımsal üretimi artırmak, ciddi bir proje, kapsamlı strateji, güçlü siyasi irade sorunudur….

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar