Tarım ilaçları ve lenfomalar: Dernekler, kampanyalar ve artan hastalıkla

Yavuz DİZDAR
Yavuz DİZDAR yavuz.dizdar@dunya.com

 

 

Tarım ilaçlarının yanlış (aşırı ya da amaç dışı) kullanımı konusunda geçen hafta yazdıklarımız Greenpeace'in "Pestisitsiz Gıda" (Food Without Pesticides, asıl anlamı böcek ilaçsız gıda) başlığıyla büyük ölçüde örtüştü. Geenpeace'den arkadaşlarımız raporun bir kopyasını yazı yayınlandıktan sonra bana da gönderdiler. Bu haftaki yazımıza bu raporun anlattıklarını analiz ederek başlayalım. Öncelikle Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın "rapor maksatlıdır" açıklamasının hatalı olduğunu vurgulamam gerekiyor, zira analiz Greenpeace tarafından değil, Almanya otoriteleri tarafından yapılmış, Greenpeace sadece bu verileri ülkelere göre sınıflandırıp sunuyor. İncelenen bazı örneklerde en fazla tarım ilacı kalıntısı Türkiye'den çıksa da, kalıntı bütün ülkelerde ortak bir sorun. Dahası Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Ahmet Atalık arkadaşımızın açıklamalarına göre, Almanya "herhangi bir üründe kullanılması gereken ilacı önceden saptamış olduğundan", az ya da çok, bulunan her şeyi "kalıntı" olarak kabul ediyor. Bu durumda komşu bahçeden uçup konan ilaçlar da "kalıntı" olarak raporlanıyor, dolayısıyla "en çok kalıntı Türkiye'den" şeklinde bir değerlendirmeye gidebiliyor (1). Lakin bu durum bizim ülkemizdeki yanlış ilaç kullanımını aklamıyor, çünkü herkesin yağ dokusunda ve annelerin sütlerinde tarım ilacı artığı var (2). Toplam tarım ilacı kullanım miktarı açısından Türkiye Avrupa ortalamasının altında, ancak ana üretimi yapan Ege ve Akdeniz bölgelerindeki ilaç kullanımı Avrupa ortalamasının üzerinde, Akdeniz Üniversitesi Onkoloji Merkezi'nin "lenfomalar ve kemik iliği kanserleri Kumluca'dan geliyor" açıklaması bu gerçekle örtüşüyor.


Mevsimi dışında "hormonlu" üretim: Meyve seven erkekler neden daha mülayim?
 

Greenpeace'in raporu sadece pestisidleri kapsıyor. Pestisidler böçek ve haşere ilaçları, bitki zararlılarının kontrolünde etkililer. Bu maddeler aslında evlerde kullanılan "sinek ilaçlarının" türevleri, bitkiye de yüzeyden püskürtülerek uygulanıyor. Aşırı kullanılmaları zararlı olduğundan Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı uçakla ilaçlamayı yasakladı. Başmüsteşar Vedat Mirmahmutoğulları'ndan daha önce aldığımız bilgilere göre pulverizasyon denen, "tarlanın içinden tozlama" yönteminin yaygınlaştırılması hedefleniyor. Böcek ilaçları "aşırı miktarda kullanılmadığı sürece" bitkinin içine nüfuz etmiyor, yıkayarak ya da kabuğun soyulmasıyla uzaklaştırılabiliyor.

Buna karşılık bitkinin içine nüfuz eden ve yıkayarak uzaklaştırılması mümkün olmayan iki farklı ilaç grubu daha var. Birinci grup yeni terminolojide "büyüme düzenleyiciler" olarak adlandırılan hormonlar, özellikle doğal mevsimin dışında üretimde çok miktarda kullanılmak zorundalar, yoksa verim düşüyor. Bugün marketlerde yılın her zamanında domates, biber, salatalık bulabiliyorsak, bunun nedeni hormonların kullanılması. Oysa mevsimi dışında yetiştirilen ürünlerin besleyicilik düzeyi çok düşük, örneğin domatesin likopeni ancak ağustosta çoğalmaya başlar, yaban mersini için de aynı kurallar geçerli (3). Bu tür hormon benzeri ürünlerin bir kısmı ise raf ömrünün artırılmasında kullanılıyor, işte bu durumda meyveye has koku ve tat oluşmuyor. Oysa koku ve tadı verenler besleyicilikle bire bir ilişkili bu unsurlar, doğal olgunlaşmayla artıyorlar. "Eski tadı, kokusu yok" diyerek tükettiğimiz elma, armut, biber her ne ise, besleyicilik değerleri de limitte. Üstelik kullanılan hormonların bizde de benzer etkileri var. Bunun klasik örneği "fitoöstrojenler" olarak adlandırılan bitki östrojenleridir. Beslenemediğimiz gibi, fazladan hormon alıyoruz, erkeklerin aşırı östrojen almaları bilmem onları daha mülayim yapar mı, ancak sperm sayısının ve libidolarının etkileneceği kesin.


Toprak katili ot ilaçları: Tarımın karanlık yüzü, biyoteknolojinin insanlık suçları


Tarımda kullanılan bir üçüncü ilaç sınıfı var ki, kanser açısından göründüğü kadarıyla en büyük riski oluşturan aslında onlar, bunlar ot ilaçlar (herbisidler) olarak bilinen sınıf. Bu sınıfın dünyada en çok satan örneği glifosat, geniş etkili bir ot ilacı, "çok zehirli", her tür otu öldürüyor. O nedenle ıspanak, roka gibi bitkilere atılamıyor. Endüstriyel tarımda ise özellikle soya, mısır, kanola ve pamukta kullanılıyor, çünkü bu bitkilerin genleriyle oynandığından glifosattan etkilenmiyor. Ne var ki glifosat çiftçilerden aldığımız bilgilere göre meyve bahçelerindeki otları kontrol etmede de yaygın olarak kullanılıyor. Düzenli yazıştığımız bir dostumuz ve okurumuz çiftçinin glifosatı "ot yakıcı ilaç" olarak adlandırdığını söylüyor, bu ilacın atıldığı bahçe gerçekten kavruluyor. Özellikle gübrelemenin yapıldığı dönemlerde, otlar da coşmasın diye gübreye karıştırılarak veriliyor. Meyve ağaçları bitki sınıflamasında otların çok üzerinde olduklarından glifosata "fazla" duyarlı değiller (oysa uzun süreli kullanımda ağaçların kuruduğu da aktarılıyor). İşte sorun da tam orada ortaya çıkıyor, zira glifosat kökten ağacın dolaşımına geçiyor, yapraktan meyveye kadar her yerine taşınıyor. Aynı şey glifosata dirençli soya için de söz konusu, GDO soya ilaca duyarlı değil, ama içine alıyor (bunlar bizim Biyogüvenlik Kurulu kararıyla hayvanlara yem olsun diye ithal ettiğimiz soyalar). Dolayısıyla o soyanın yedirildiği hayvana da geçiyor, etine, sütüne de bulaşıyor, ne şahane değil mi? GDO'lu tarım işte bu.


Ot ilaçlarının en kötü uygulama biçimi ise "bitkinin metabolizmasıyla da etkileştiklerinden" esas amaçları dışında (off-label) kullanımları (4). Örneğin glifosat etki mekanizması gereği pek çok mikroorganizmanın üremesini de engelliyor ("aşırı kullanımı toprağı öldürür" denmesinin nedeni bu). Ziraat Mühendisleri Odası Niğde Şube Başkanı Rasim Yılmaz arkadaşımızdan aldığımız bilgilere göre ülkemizde kullanılan ilaç miktarını ithal ettiğimiz şirketler dışında kimse bilmiyor.

Sadece biz tıp mensupları etkiyi dolaylı olarak görüyoruz, ama anlamlandıramıyoruz. Oysa Eylül 2007'de Türk Hematoloji Derneği "Dikkat lenfoma çıkabilir" diye bir kampanya yaptı, gazetelere ilanlar verildi, televizyonda filmler döndü, "bill-boardlar" donatıldı. Aysun Kayacı bir polis memuresi kılığında, önüne çıkan arabayı durduruyor: "Dikkat lenfoma çıkabilir!" diyor. O zaman da söyledik, lenfoma için kampanya mantıksızdı (5). Ama sonra ne oldu biliyor musunuz, dernek haklı çıktı.

Kampanya sonrasında lenfomalar azdı, B-hücreli lenfoma ve lösemiler inanılmaz biçimde arttı.

Türk Hematoloji Derneği'nin bir bildiği olsa gerek ki bu kampanyayı yaptı, işte şimdi bunu iyi anlamalı.


Kaynaklar: (1) http://www.zmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=18017&tipi=3&sube=3 (2) Dizdar Y. Tarım ilaçları konusunda "ülkemizden" tıbbi analiz sonuçları: Zehirleniyoruz! DÜNYA Gazetesi, 04.08.2010. (3) Wang SY, Chen CT, Sciarappa W et al. Fruit quality, antioksidant capacity, and flavonoid content of organically and conventionally grown blueberries. J Agric Food Chem 2008; 56: 5788-5794. (4) Pline-Srnic WA, Edmisten KL, Wicut JW et al. Effect of glyphosate on fruit retention, yield, and fiber quality of glyphosate resistant cotton. Journal of Cotton Science 2004; 8: 24-32. (5) Dizdar Y. İlanla lenfoma hastası aramak ne kadar mantıklı? DÜNYA Gazetesi, 15.09.2007.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar