Tarihten ders almak!..

Uğur CİVELEK
Uğur CİVELEK ARKA PLAN [email protected]

Küresel kriz nerede ise ilk yılını doldurdu, fakat temeldeki sorunları görmezden gelme yönündeki anlayış değişmedi. Bu aşamada sormak gerekiyor gelir dağılımı ve rekabet koşulları sürdürülebilir büyümenin yeniden tesisi açısından önemsiz midir? Eğer öyle ise talep nasıl artırılacak ve yapısal sorunların ağırlaşması nasıl önlenecek? Hükümet ile memurlar arasında uzun süredir devam eden toplu iş görüşmeleri bu konuların gündemde tutulmasını gerektiriyor: Zira verilecek zam oranı ne olur ise olsun bütçe ve kamu finansman açığı büyüyecek, gerçekleri gözardı etmeyi alışkanlık haline getiren finansal piyasaların ise yeni hikayeler uydurması mümkün olamayacak.

Enflasyonu canavar şeklinde algılamamıza sebep olan temel unsur yarattığı belirsizlikle gelir dağılımını bozan, talebi daraltan, faaliyet gelirlerini eriterek rekabet gücünü sarsan, sorunlu kredileri artıran, özetle söylemek gerekir ise tüm ekonomik değişkenleri olumsuz yönde etkileyen yapısıdır. Yoksa enflasyonun mutlak değeri önemli değildir. Örneğin herkes enflasyonun yüzde 50 olacağında mutabık kalsa ve söyleşmeler buna göre yapılsa bu durum ekonomik dengeleri etkilemez, zira ortada olan belirsizlik önemli ölçüde hafifler. Ancak enflasyonun hangi düzeyde olacağı konusunda ciddi bir uzlaşmazlık var ise bu durum kısa vadede güçlüler lehine ve güçsüzler aleyhine dengesizlik yaratmaya başlar, orta-uzun vadede ise bu sebeple yükselen sistemik risk nedeniyle herkes kaybeder.

Ülkemizde uygulanan politikalar sermayeye bağımlılığı artırıyor ve sermaye ile diğerleri arasındaki çıkar çatışmasını derinleştiriyor. Enflasyonu olduğundan düşük göstermek ve Türk Lirası'nı değerli tutmak şeklinde somutlaşan bu durum geleceğe yönelik belirsizliği dayanılmaz hale getiriyor. Faaliyet gelirleri eriyor ve gelir dağılımı süratli bir şekilde bozuluyor, daha önce alınan borçların geri ödemesi zorlaşıyor, iç talep daralıyor ve bütçe dengelerini sarsıyor ve eninde sonunda kollanan sermaye kesimi de ortaya çıkan faturanın altında eziliyor.

Memurlarla hükümet arasındaki toplu iş sözleşmesinde geniş kesimin durumunu koruyacak bir uzlaşıya varılsa bütçe ve finansman açığı büyüyecek, sermaye kesimi rahatsız olacak; sıfır zamda anlaşılsa ve her zamanki gibi memurlar fedakarlık yapmak durumunda kalsa bu kez yine sonuç değişmeyecek: Hem iç talep daralması hem de sorunlu kredi artışı doğrudan ve dolaylı olarak ekonomik daralmaya katkı yapacak. Hangi seçenek söz konusu olur ise olsun orta vadede herkes üzülecek. Zira iyice ağırlaşmış sorunlar nedeniyle günü kurtarma anlayışının iflas etmeye başladığı sınırlarda geziyoruz ve hala yaşananlardan ders çıkaramıyor, akıllanamıyoruz.

ülkemizde ki gerçek dışı enflasyon hesabı ve aşırı değerli Türk Lirası merakı bazı sektörleri desteklemiş, kısa vadede kamunun sırtındaki yükün artmasını önlemiş olabilir. Fakat gelir dağılımı ve rekabet koşullarında yarattığı tahribat katlanılabilir olmaktan çıkmıştır, deniz bitmiştir. Hal böyle olunca bu saatten sonra enflasyon hesabının da bir önemi kalmamıştır. Kamu memura vermediği zammı fazlası ile banka kurtarmaya ya da bölgesel kalkınma adı altında verim alamayacağı yatırımlara yönlendirmek durumunda kalacaktır. Sorunlar giderek ağırlaşacak, kimin elinin kimin cebinde olduğu net bir şekilde anlaşılacak ve herkesin üzülmesi kaçınılmaz olacaktır. Aklını kullanamayan, adaletten nasibini alamayan kesimler için de sonuç değişmeyecektir.

Son on yılda zorunlu ihtiyaç ve hammadde fiyatları yükselir iken diğer mal ve hizmetlerin fiyatı reel olarak geriledi. Bu durum maliyetleri arttırır iken faaliyet gelirlerini eritti, gelir dağılımını bozarak orta sınıfın hatırı sayılır bir kısmını yoksulluk sınırının altına itti, mevcut politikaların değişmemesi durumunda olası talep artışını imkansız hale getirdi. Bu saatten sonra gerçek dışı büyüme, enflasyon ve işsizlik rakamları ile beklentileri yönlendirmek, insanları şuursuzlaştırarak bütçe gelirlerini artırmak ne yazık ki olası görünmüyor.

Gelir dağılımının bozulması, rekabet koşullarının olumsuzlaşması eşitsizliklerin hızlanarak arttığı anlamına gelir. Eşitsizliklerin arttığı koşullarda bağımsız yargı olmaz, tarafsız adalet bulunmaz. Ya otoriter bir rejime koşulur ya da muz cumhuriyeti olma yönünde ilerlenir. Serbest piyasa ve demokrasi gibi kavramlar varlığını koruyamaz. Bu olumsuz gidişi durdurmak veya yönünü değiştirmek adına alınması gereken tedbirleri almayıp teslimiyeti seçenler medeni insanlar sınıfında yer alamaz.

Finansal piyasalar belli kesimlerin çıkarını temsilen her şeyi pembe göstermeye çalışıyor, "kriz bitiyor, durgunluk aşılıyor" söylemi ile günü kurtarmaya çalışıyor. Oysa kriz daha yeni başladı, ilk öncü dalgayı yaşadık; gelir dağılımını ve rekabet koşulları olumsuzlaştıkça daha yıpratıcı yeni dalgaların gelmesi de kaçınılmaz olacak. Kendi nefsine düşkün olanlar tarihten ders alamamaya devam edecek...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar