Tarihten ders alıp geleceği inşa etmemiz gerekiyor
Tarih alınacak derslerle dolu. Hele hele değişim dönemlerinde tarihten ders alınması daha da büyük bir önem kazanıyor. Tarihi doğru okuyup değerlendirmek, tarihten alınan dersler insanların değişime uyum kabiliyetlerini artırıyor.
25-30 yıldır insanlığın içine girdiği bilgi toplumunun getirdiği globalleşme (küreselleşme) süreci uyum sağlanmasını iyice zorlaştırdı. Artık uyum sağlanması gereği sadece ülke veya Avrupa Birliği gibi belirli bir bölge seviyesini aşıp tüm dünyayı kapsayacak düzeye yükseldi. Zaten globalleşme (küreselleşme) de adını bu özelliğinden alıyor. Kısaca artık dünyalaşmamız, insanlığın dünya ölçeğinde uyum sağlaması gerekiyor. Nitekim Fransızlar da globalleşme yerine dünyalaşma anlamına gelen “mondalizasyon” kavramını kullanarak bu gerçeği vurucu bir biçimde dile getiriyorlar.
Evet, tarihten ders alıp geleceği inşa etmesi gerekiyor insanlığın bu yeni dönemde. Aksi takdirde insanlığın içine girdiği globalleşme sürecine uyum ancak büyük trajedilerle sağlanabilecek. İnsanlık bu trajedileri geçen 100-150 yıllık süreçte Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ile yaşadı maalesef. Son zamanlarda, globalleşme daha yarım asıra varmayan geçmişinde girdiği ilk krizlerle birlikte bir Üçüncü Dünya Savaşı ihtimalinden söz edilmesi, hem de bunun dünyanın içinde bulunduğu nükleer ortamda dile getirmesi, tehlike çanlarının korkunçluğunu açık bir şekilde ortaya koyuyor.
Bugünkü yazımızda içinde bulunduğumuz ortamda yararlı olabileceğini düşündüğümüz bu tür değerlendirmelerden bir demet sunmak istiyoruz.
1) Günümüz insanı tarihi değerlendirmek yerine tarihten kendisine uygun olayları seçip başkaları ile kavga etmeyi tercih etmektedir. Tarih kavga etmek için değil barış uzlaşı yollarını açmak için değerlendirilir.
2) Tarihin esiri değil efendisi olmak gerekir. Tarih geleceğimizi oluşturmada yararlanmamız gereken bir unsur olmalı, bunun için de tarihi çarpıtmamalı, yalansız dolansız yazmaktan korkmamalı.
3) Evet, tarih yazılmalı, özellikle de doğru yazılmalı. Bu durum şifahi bir toplum olan bizim için daha fazla önem taşıyor. Bilgili insanlarımız çoktur ama bu bilgileri yazıya dökenler çok azdır. Tarih bizde yazılarak değil söylenerek yapılır; söylenerek yapılan tarih de değiştirilebilir. Sonuçta hoşa giden, dönemin iktidarlarına göre oluşturulan bir tarih ortaya çıkar. Bu nedenle yazabilen herkes yazılabilen her şeyi yazmalı, yorumlamalı. Zira bugün yazılanlar yarın bugünün tarihi olarak okunacak ve değerlendirilecektir.
4) Tarih hoşumuza giden yemek çeşitlerini tabağımıza keyfimizce aldığımız bir açık büfe değildir. Tarihten işimize gelenleri, hesabımıza uyanları, hoşumuza gidenleri, hatırlamak istediklerimizi seçip alamayız. Alırsak o tarih olmaktan çıkar hatıra defterine dönüşür. Dolayısıyla sadece hoşumuza gideni, bize uyanı değil; farklı görüşleri de okuyup değerlendirmek gerekir.
5) Tarih karşısında hiçbir dine, millete, ırka, ideolojiye borcumuz yoktur. Bir tek şeye borcumuz vardır, o da hakikattir. Hakikate de ancak araştırıp eleştirmekle ve eleştirilere açık olmakla ulaşılır.
6) Gerçeklerle, kavga edilmez yüzleşilir. Gerçeklerle yüzleşmekten korkmamalı. Tarihi gerçekleri bilmek her zaman yararlı olur.
7) Tarihi işine gelen olayları bulup çıkarmak için değerlendirmek tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Başkaları da aynı şeyi yaparsa kin ve intikam duyguları artarak nesiller boyu sürebilir. İntikam intikamı, öç öçü doğurur. Bugünün uluslarını yüzlerce, hatta binlerce yıl öncesinin kabilelerine bağlayan kesintisiz bir ölüm ve yıkım zinciri oluşturur. En kısır ve tehlikeli tarih okuma şekli de bu olsa gerek.
8) Dedikoduya, verilere dayanmayan bilgilere ve değerlendirmelere tarih olarak değil, dedikodu olarak bakılmalı. Esasen bu nedenle tarih disiplini bir bilim olarak ele alınıp değerlendirilmeli.
9) Barışmasını bilmeyen kavga etmemeli. Kavga yapılacaksa da, "barika-i hakikat müsademe-i efkardan doğar" atasözüne uygun olarak yapılmalı. Böylesi bir kavga bizi hep ileriye taşır. Şer değil hayır getirir. Zira yukarıdaki atasözü aşağıdaki ile tamamlanır. " Bir teze karşı çıkan olmazsa gerçeğin yarısı karanlıkta kalır."
10) İnsanlar farklı görüşte olduklarıyla müzakere, aynı görüşte olduklarıyla da sohbet ederler. Her ikisi de gereklidir insan hayatında. Birincisi insanı geliştirir, olgunlaştırır. İkincisi de hoşça vakit geçirmesini, yaşamdan keyif almasını sağlar. Ama en iyisi sohbet eder gibi müzakere edebilmek. Keyif içinde, barış içinde gelişip olgunlaşmak.
11) Gelenek yenilikten korkmamalı, yenilik de geleneğe saygı göstermeli. O zaman yenilik ve gelenek birbirleriyle kavga etmez, tam tersine birbirlerinden beslenirler.
12 Hayat oyununun kağıtlarını kader karıştırır, biz oynarız. Her oyunun irade-i külliyesi yanında az veya çok bir irade-i cüzziye alanı da vardır. Bize düşen bu alanda rolümüzü doğru oynamaktır. Hak ve adalete, hukuka uygun davranmaktır. Ancak ondan sonra başkalarını şikayet etmek hakkını buluruz.
13) Kuş konduğu dalın kırılacağından korkmaz. Çünkü dala değil kanatlarına güvenir. İnsanlarımızı, hele hele çocuklarımızı kanatlandırmak gündemimizin hep birinci sırasında yer almalı. Onları olabildiğince marifetlendirerek ve çağdaş değerlerle donatarak kanatlandıralım. En iyi kanatlarla donatalım. Sonra da bırakalım, istedikleri gibi uçsunlar. Özgürlüklerini olabildiğince yaşasınlar ve değerlendirsinler.
14) Bilgi toplumunda çalışmak yetmiyor. Daha yüksek katma değer yaratan inovatif marifetlere de sahip olmak gerekiyor. Bunun yolu da çocuklarımızı ve gençlerimizi en iyi şekilde eğitmekten geçiyor. Eğitimi herkese ulaşacak şekilde yaygınlaştırmaktan geçiyor. Eğitimi bir harcama olarak değil en ekonomik yatırım alternatifi olarak kabul etmeyi gerektiriyor.
Sonuç olarak günümüzde tüm dünyada ama özellikle de gelişmiş ülkelerde yaygınlaşan bir gerçeği dile getirmek istiyoruz. Globalleşmenin 2008 yılında başlayan ilk ekonomik krizinin aşılamaması tüm dünyada globalleşmeye karşı bir öfkeyi de beraberinde getirdi. Zira bu süreçte dünya gelirinin artmasına rağmen gerek ülkeler arasındaki ve gerekse ülke içindeki gelir ve servet dağılımının olumsuz gelişmesi insanları rahatsız etti. İnsanların hak ve adalet değerlerine uymadı. Bu gerçek son yıllarda birçok bilimsel çalışmaya da konu oldu. Özellikle gelişmiş batı ülkelerinde insanlar mevcut gelir seviyelerini koruyamayacakları, ellerindekini de kaybedecekleri korkusuna kapıldı. Popülist liderler bu durumdan nema çıkarmaya çalıştılar. Maalesef birçok ülkede başarılı da oldular ve olmaya devam ediyorlar. Onların en iyi yaptıkları şey topluma korku pompalayıp korkuyu pazarlamak. Maalesef bu konuda birçok ülkede başarılı da olabiliyorlar.
ABD Başkanı Trump’ın selefi Obama’dan devraldığı ABD ekonomisi gelişmiş ülkeler arasında gerek büyüme, gerek istihdam ve gerekse enflasyon konusunda en iyi durumdaydı ama Trump Amerikalılara korku pazarlamayı başardı ve seçimi kazandı. Korku, canlıların çoğunda olduğu gibi, insanların doğal olarak sahip oldukları ana duyulardan biri. Tersi olan umut ise öyle değil. İnsanlar umudu sonradan öğreniyor. Globalleşme sürecinde de umuda çok ihtiyacı var insanlığın. Dolayısıyla globalleşme sürecinde insanlara umut aşılamak önem kazanıyor, hatta gerekiyor. Zira korku baskın çıkarsa insan ya kaçıp kurtulmaya ya da kavgaya girişip galip gelmeye çalışıyor. Umut baskın çıkarsa da insanların geleceğe ilişkin iyimser hayaller kurmaları kolaylaşıyor. Özgür bir ortamda hayal gücünün serbest bırakılması da katma değeri yüksek inovasyonlar yaratmanın başta gelen şartı. Global barışı sağlamanın da yolu bu.
Unutmayalım, globalleşme dediğimiz dünyalaşma sürecinde kaçıp gidilecek başka bir dünya da yok! Maalesef bu süreçte korkuyu pazarlayanlar umudu pazarlayanları yenmeye başladı. Globalleşmenin karşılaştığı bu ilk kriz döneminde ortaya çıkan bu tablo muhakkak ki sürüp gitmeyecek. Umut korkuyu yenecek. İnsanlığın tarihi gelişimine baktığımızda umutlanmamız için bir neden yok. Ama önemli olan bu kriz sürecini en az hasarla atlatmak.
Evet, sonuçta muhakkak ki umut korkuyu yenecek, yarın başka bir güneş doğacak. Bilgi toplumunun globalizasyon güneşi geçmişin tarım toplumu ve sanayi toplumu güneşlerinden çok daha parlak olacak. Bu güneşin dünyamızı aydınlatabilmesi için korku ve endişe, düşmanlık ve haksızlık bulutlarının dağıtılması gerekiyor. Daha adil, daha özgür, daha hoşgörülü bir dünya yaratılması gerekiyor. (Bu konuda önerebileceğimiz ve bizim de yararlandığımız Selçuk R. Şirin’in “Bir Türkiye Hayali” adlı kitabını özellikle önermek istiyoruz okuyucularımıza).
Bu da bizim işimiz; tüm çağdaş, adil ve uygar insanların işi!