Tarife mi dediniz? Trump yeni sezonu başlattı
Bir zamanlar The Apprentice ile televizyon ekranlarını süsleyen Donald Trump, şimdi küresel ekonomiyi reyting silahıyla yeniden kurguluyor. 2 Nisan 2025’te, “Ekonomik Bağımsızlık Günü” ilan ederek sahneye bir kez daha çıktı. ABD’nin ithal ettiği tüm ürünlere yüzde 10’luk genel vergi, Çin’e yüzde 60, Avrupa Birliği ve Japonya gibi müttefiklere ise yüzde 20 ila 24 arasında değişen oranlarda ek tarifeler getireceğini açıkladı.
Bu tarifelerle birlikte dünya sahnesinde kavga çıkarma garantili bir dönem başladı. Ama sahi, bu gerçekten bir “ticaret savaşı” mı, yoksa yalnızca bir başka “Trump bölümü” mü?
Çin’le gerilim kimse için sürpriz değil. Ancak Avrupa Birliği, Japonya ve Güney Kore gibi geleneksel müttefiklerin de hedef alınması, bu adımın yalnızca ticaretle değil, uluslararası güvenle de ilgili olduğunu gösteriyor. Ticaret sadece para değildir; aynı zamanda güvenin, ittifakların ve uzun vadeli iş birliklerinin döndüğü bir masadır. Ve bu masa, bugün biraz gıcırdıyor.
Kandırıldık mı, uyandık mı?
Trump’ın söylemi tanıdık: “Bizi kandırdılar ama artık uyanıyoruz.” Ekonomik göstergeler karışık, küresel belirsizlik yoğun. Dış tehdit vurgusu, milliyetçi söylemler ve içe kapanma çağrıları bir kez daha gündemde. Ve bu anlatı, artık sadece meydanlarda değil; medya manşetlerinde, borsa ekranlarında, ithalat faturalarında yankılanıyor.
“Dostlar alışverişte görsün” devri biteli çok oldu. Artık “dostlar alışverişte cezalandırılsın” dönemindeyiz.
Transatlantik ilişkiler? Onlar da Netflix dizisi gibi sezon arası verdi.
NATO? Şimdilik sahne arkasında, spotlar altına çıkmamayı tercih ediyor.
Ekonomi bu hikâyenin dekoru sadece. Manşetlere çıkan ise duygu.
Trump için mesele sayılar değil; hissiyat.
“Amerikan işçisini koruyoruz” diyor.
Ama brokoli dokuz dolar. Çin'den gelen tedarikler gecikiyor.
The Guardian’a göre, yeni tarifelerle ABD’de enflasyon yüzde 4’ün üzerine çıkabilir, işsizlik oranı ise yüzde 5,5’e ulaşabilir. Wall Street çoktan tepki verdi:
Yeni dönem: Hesaplaşma mı hikâye mi?
Trump’a göre tarifeler, ABD’nin 1 trilyon 200 milyar doları aşan dış ticaret açığını kapatmak için şart. Ancak uzmanlara göre bu açığın asıl nedeninin yapısal tercihler olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Sorunun kaynağı Çin değil; ABD’nin üretimden uzaklaşan, tüketime dayalı ekonomik modeli. Yani mesele dış güçler değil, iç dinamikler.
1930’lardaki Smoot-Hawley Tarifeleri'nin sonuçları hâlâ hafızalarda: Küresel ticaret daralmış, ardından gelen Büyük Buhran derinleşmişti. Bugünkü tabloya baktığımızda, aynı soruyu yeniden sormak gerekiyor: Aynı hatayı bu defa daha geniş bir sahnede mi tekrarlıyoruz?
Üstelik yalnızca Çin değil, Avrupa Birliği de karşılık vermeye hazırlanıyor. Brüksel, 26 milyar Euro’luk karşı tarifeleri masaya koydu. Çin, “misilleme yapacağız” dedi. Japonya, diplomatik usulle ama net bir şekilde uyarısını yaptı. Müttefiklik tanımı yeniden yazılırken, ticaret sadece ekonomik bir mesele olmaktan çıkıp diplomatik bir turnusola dönüşüyor.
Türkiye’nin konumu: Dengeyi aramak
Türkiye, bu tarifelerin doğrudan hedefi değil. Ancak bu küresel gerilim hattından etkilenmemesi de mümkün değil. ABD-Çin arasında yükselen duvarlar, tedarik zincirlerinin yeniden kurulmasına neden olabilir. Bu da Türkiye’nin üretim gücü, lojistik kabiliyeti ve jeopolitik konumu açısından yeni fırsatlar sunabilir.
Ancak fırsat kadar risk de söz konusu. Küresel ticaretin yavaşlaması, maliyetlerin artması ve talebin düşmesi gibi olasılıklar, Türkiye'nin dikkatli ve dengeli bir yol haritası çizmesini zorunlu kılıyor. Yeni bir küresel denklem kurulurken, Türkiye’nin bu tabloya nasıl ve nereden dahil olacağı önümüzdeki dönemin belirleyici sorularından biri olacak.
Popülizm, çatırdayan ittifaklar ve unutulan hayaller
Trump’ın tarifeleri, yalnızca ithalatı sınırlayan teknik adımlar değil; aynı zamanda çağın ruhunu yansıtan sembolik kararlar. Popülist söylemlerle süslenmiş, “biz ve onlar” ayrımını körükleyen bir dille desteklenmiş bu politikalar; gerilen ilişkiler, çatırdayan ittifaklar ve hızla değişen dengeler arasında şekilleniyor.
Görünürde bir kurtuluş planı gibi duran bu adımların, küresel sistemdeki güveni zedeleyip zedelemediğini, iş birliği kültürünü çökertip çökertmediğini sorgulamak gerekiyor. Çünkü ekonomide güven bir kez kırıldığında, sadece paralar değil, insanlar da geri çekilir.
Ve biz? Biz "normal" insanlar?
Bir zamanlar daha adil, daha kapsayıcı, daha iş birliğine dayalı bir dünya için hayaller kuruyorduk.
Ticaret, teknoloji ve diplomasiyle birbirine yaklaşan toplumların, ortak bir gelecek inşa edeceğini düşünüyorduk.
Sahi ne oldu o hayallere?
Bir sonraki bölüm mü geliyor? Yoksa biz aslında o diziden çoktan çıkartıldık da farkında mı değiliz?