Taksim, gaz, para ve soylulaştırma

Güventürk GÖRGÜLÜ
Güventürk GÖRGÜLÜ PAZARLAMA 3.0 [email protected]

 

Geçen hafta kitlesel olarak 1 Mayıs gazını yedikten sonra gelişen olaylara bir bakalım isterseniz... Önce ülkenin en yetkili ağzından Taksim ve Kadıköy'ün kitlesel gösterilere kapanacağını duyduk,. daha sonra bunun yalnız kitlesel gösteriler için değil, en küçük basın açıklamaları için bile geçerli olduğunu anladık. Son olarak da Çağlayan Adliyesi önünde her türlü basın açıklaması valilik kararıyla yasaklandı. Bütün bunlara gerekçe olarak da "Hukuk devleti" gösterildi.

İş, geçen haftadan beri öyle bir hale geldi ki, Taksim'de, Galatasaray'da, Çağlayan'da, toplanan  10-15 kişiye bile polis gazla müdahale edip dağıtmaya başladı. 1 Mayıs'tan beri neredeyse her gün, Taksim ve çevresine yolu düşüp de biber gazı tatmayan neredeyse kalmadı. .

Bundan yıllar önce, Dünya'da pazarlama yazılarına başladıktan bir süre sonra (Ağustos 2006) İstanbul'da kentin basın merkezi olarak bilinen Bab-ı Ali'den gazetelerin çıkartılmasıyla bölgenin içinin nasıl boşaltıldığını, kimliksizleştiğini örnekleriyle anlatmış, devrin Valisi Muammer Güler'in açıklamalarına atıfta bulunarak "Rant alanı" kavramının kente nasıl "düşman" bir olgu olduğundan söz etmiştim. (Turizmdeki pazarlama yanılgısı; Disneyland sendromu http://is.gd/uCSSAO) Aynı yazıda ruhsuzlaştırma ve kimliksizleştirme sonucunda "aşırı turistik" bölgelerin yaratıldığını belirterek, bu durumu "Disneyland sendromu" diye nitelendirmiştim. Daha sonra aynı anlayışın 2010 Kültür Başkenti uygulamalarında da bariz bir şekilde ortaya çıktığını Ocak 2010'daki yazılarımda vurgulamış ve kentin merkezinden fakirleri kovarak, binaları restore edip turizme açarak İstanbul'un çekiciliğinin artırılmasının mümkün olmadığını dile getirmiştim. (İstanbul için 2010 yaklaşımı 1- http://is.gd/drp4VN 2- http://is.gd/FKFo6U  3- http://is.gd/3KyIDL)

Bu yazıların ardından Nisan 2010'da Beyoğlu'nda o zaman henüz tamamlanmayan Demirören AVM ile o gün tartışılan ancak bugün fiilen yıkılan Emek Sineması'nın AVM haline getirilmesi konusunda ülkeyi ve kenti yönetenlerin yanlış bir tutum izlediğini, Beyoğlu'nun AVM bölgesine dönüştürülmesine kesinlikle karşı çıkılması gerektiğini yazmıştım. (Emek Sineması ve AVM takıntısı http://is.gd/pWCkRu)

Yaşadığımız gazlı 1 Mayıs ve Başbakan'ın açıklamalarının ardından Radikal'den Cem Erciyes bir tür Hyde Park'a dönüşen bu bölgenin, Karaköy ve Beyoğlu bölgesinde girişilen/girişilecek olan Tarlabaşı, Galataport büyük projeler nedeniyle protestoculardan da, 5 liraya bira içen ucuzcu müdavimlerinden de arındırılacağını, bunun için 1 Mayıs ertesinde düğmeye basıldığını yazıyordu. (Yeni Beyoğlu http://is.gd/J8h2ra 4 Mayıs 2013)

Cem Erciyes'in bu son derece yerinde tespitini aslında Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan zaten 2011 yazında Beyoğlu'ndaki masa savaşları başladığından beri dile getiriyordu. 3 Ekim 2011'de Cüneyt Özdemir'in CNNTürk'teki 5N1K programına katılan Demircan, Beyoğlu bölgesi için projeleri olan yatırımcılar olduğunu, bu yatırımcıların planları olduğunu ve bu bölgenin bu kadar ucuz bir yer olarak kalmasının artık mümkün olmadığını net bir şekilde ifade etmişti. (Bu programın videosu nedendir bilinmez, internette bulunamıyor)

Yaklaşık 30 bin metrekarelik kapalı alanı ve 300 civarında binayı içeren Tarlabaşı projesinin yakında bitecek olması, Emek Sineması'nın da içinde bulunduğu Cercle D'orient (Serkildoryan) kompleksinin AVM'ye dönüştürülmesi, İstiklal Caddesi üzerine kaçak olarak inşa edilen Demirören AVM gibi bir yapının varlığını devam ettirmesi, Gezi Parkı üzerine "Topçu Kışlası" adıyla bir alışveriş merkezi ve kimine göre rezidans içeren bir projenin ayak seslerinin duyulması, Taksim'deki trafiğin bir yıla varmadan yeraltına alınacak olması bütün bu bölgeye adeta devlet eliyle bir "Soylulaştırma"  (gentrification- mutenalaştırma) projesi uygulandığını gösteriyor.

İstanbul'a ve ülkenin diğer kentlerine egemen olan "İş adamı gibi yönetme" anlayışının "En büyük fayda paradır" gibi bir denklem üzerine inşa edildiğini daha önce de dile getirmiştim. Bu anlayışı Kadir Topbaş örneğini ele alarak anlatırken, bu tutuma bağlı uygulamaların kentte yaşayanlara çok ağır bir bedel ödettiğini vurgulamıştım. (İstanbul'u 'işadamı' gibi yönetmek http://is.gd/ulE6Z1) Ülkenin geneline egemen olan bu anlayış, şimdi halıhazırda ülkenin İçişleri Bakanı ve kendisine bağlı valiler tarafından "Marjinal" olarak nitelenen tüm grupların kendini gösterdiği, ifade ettiği ve yaşam alanı olarak kullandığı bu değerli bölgeye de el atmış durumda. Tıpkı önceden Sulukule'de, Tarlabaşı'nda yapıldığı gibi, Taksim-Beyoğlu bölgesinin sakinlerine de "buradan yavaş yavaş uzayın, buraya zenginler gelecek etrafta kirlilik yaratmayın" deniyor. Bu bölgedeki esas sorunun fakir mülk sahipleri değil, "Müdavimler" olması bu zevatın işini görece kolaylaştırıyor. Sonuçta yüksek kamulaştırma maliyetleri yerine biber gazı maliyetiyle iş halledilebilir gibi görünüyor.

Taksim Meydanı'nın gösterilere kapatılmasının, meydanda veya Galatasaray'da toplanan en ufak kalabalığın üstüne adeta haşereye sıkar gibi gaz sıkılmasının esas nedeni bu aslında. Amaç bölgenin habitatını değiştirmek, sterilize etmek, kimliksizleştirmek ve zenginlerin rahatsız edilmeden dolaşabilecekleri bir ortam yaratmak...

Bu hafta yerimiz kalmadı. Bu bakış açısının topluma ve ülkeye maliyetinin ne boyutlara varabileceğini, her şeyin para olmadığını mecburen önümüzdeki yazıya bırakıyoruz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Orta vadeli temenniler 21 Eylül 2018