Taksici Mehmet Abi, teknoloji CEO’su mu?
Çarpıcı ve kritik bir soru... Taksici Mehmet Abi’nin aracında, lastiğinden içten yanmalı motoruna kadar sayısız patent bulunuyor. Aracın şoförü, hatta sahibi olarak Mehmet Abi bir teknoloji girişimcisi sayılır mı? Girişim ekosistemimizin neredeyse tamamı Mehmet Abi düzeyinde. Teknoloji üretmiyor, kullanıyor: yüzde 98! Geri kalan bir iki teknoloji üretebiliyor. Bu arada Mehmet Abi’nin üretilmiş teknolojiyi kullanmasında hiç sakınca yok. Tarifi doğru yapmak kaydıyla.
Taksici Mehmet Abi, son birkaç yıl içinde iki binin üzerinde “startup” inceleyen, üniversite Teknoloji Transfer Ofislerinde danışmanlık görevi üstlenen, Anadolu’yu teknoloji avlamak üzere karış karış gezen, üniversite ile sanayi arasında işbirliği projeleri dahilinde akademisyenlere ve girişimcilere mentörlük veren, girişim değerleme jürilerinde oturan, teknoloji girişim ekosisteminde tanımadığı oyuncu kalmayan Doğan Taşkent’in kullandığı bir sembol.
Gözlem ve analizlerini şöyle özetliyor: “Teknoloji şirketlerini veya teknoloji girişimlerini anlamıyoruz.”
Taşkent’in büyükbabası Türkiye’de önce şeker sanayini, ardından Yapı Kredi Bankası ile bankacılık sektörünün temellerini atan Kazım Taşkent. Torun da kendisi gibi yenilik ve gelişme sevdalısı. Eğitim için 14 yaşında İsviçre’ye yatılı okula gönderiliyor. Orta eğitimden sonrasını şöyle özetleyelim: ETH Zürich, elektronik; MIT, kuantum fizik; NYU, teknoloji yönetimi; Lucent Bell Labs, Ar-Ge…
Taşkent’e, “Herkes konuşuyor; sohbetler Uber’den giriyor Hamdi Ulukaya’dan çıkıyor, Elon Musk’ı övüyor Google’ı dövüyor, Facebook’dan dem vuruyor Apple’a kayıyor, söz Sanayi 4:0’da bitiyor. Ortada ne var, girişim ekosistemimiz ne üretiyor?” diye sordum; “Erzurum’da TIR’lara yenilikçi ürün geliştiren genç Semih’ten, İstanbul’da kanser hücrelerine direkt ilaç taşıyacak Rana hocamıza, Trabzon’da kendi başlarına Boeing 737 kokpiti yapıp uçak simülasyonu oynatan Ümit ve Mehmet kardeşlerden, Gaziantep’de kalp tamir kiti üreten Mahmut hocamıza kadar çok girişimcimiz var artık. Yollarını açmak gerek. Kalburüstü dediğimiz şirketlerimizin sayısı yaklaşık 300 bin. Sadece 300 tanesinde Ar-Ge merkezi var; binde bir” diye net bir değerlendirme yapıyor.
Bu köşeye mümkün olduğunca gençleri ve farklı fikirleri davet ediyorum. Bunu bir misyon olarak kabul ediyorum. Ara sıra bizi eksene oturtacak uzman görüşlerine ihtiyaç duyuyorum:
Türkiye’de girişim ekosistemi var mı?
Var. Son beş senede bayağı yol kat ettik. Başlangıç aşamasındayız hala. Ama ilerliyoruz. Çoğu teknoloji girişimleri. Ben bunları ikiye ayırıyorum. Birincisi teknoloji yaratan girişimler. Yani fikri mülkiyetin tamamı veya patent alabilecek teknolojiler. Öteki tarafta teknoloji kullanan yenilikçi şirketler var.
Bunlar da olan teknolojiyi kullanıp düzgün mühendislikle bir araya getirip, çok iyi bir ara yüz koyup doğru bir iş modeli ile yeni bir ürün, servis sunabilen şirketler. Teknolojiyi kullananlar startup’ların yüzde 98’i.
Tüm girişimlerin yalnızca yüzde 2’si mi teknoloji üretiyor?
Bunlar daha çok akademisyenler. Piyasada ayakta kalabildikleri noktada teknolojiyi satıyorlar. Bizde denge 2’ye 98. Yurt dışında da çoğunluk kullanan tarafta. Yeni bir rapor çıktı, dünyadaki en girişimci şehirleri sıralıyor. Sadece teknoloji kullanan girişimleri saymış, teknoloji yaratanlara bakmamış.
Türkiye’den giriş var mı?
Yok. Olmamasının nedenlerinden bir tanesi, daha rapora gidecek verileri toplayamıyoruz. Verileri toplasak herhalde ilk 35’e İstanbul, Ankara ya da İzmir gibi girebilecek bir şehrimiz olur.
Girişimler fikirden çıkıp hayata geçebiliyor mu?
Biz, girişim dediğimizde Amerika’yı örnek alıyoruz. Oysa orada girişimcinin müşterisi yatırımcı. Yatırımcıya sunum yapacak, projesini anlatacak, para alacak, onunla şirketi büyütecek. Sonra müşteriye ulaşacak, müşteriye ürününü satacak. Müşteri sayısının artması cirosunun artması demek değil. Whatsapp’a baktığınız zaman müşteri sayısı milyonlarda ama cirosu yok. Yatırımcı girecek müşteri sayısı artacak, şirketin değeri artmış olacak. Satacak, yeni yatırımcı girecek, onunla daha çok satış olacak. Böyle bir döngü var. Nereye kadar gidiyor bu döngü? Halka arza kadar gidiyor, oralarda böyle bir hikaye var.
Türkiye’de yatırımcı ekosistemi var mı?
Bu Türkiye için ütopik çünkü, bu oyunu oynayabilmeniz için yatırımcının çok olması lazım. Amerika’da melek yatırımcı sayısı 250 binlerde. Bizde hakikaten yatırım yapan melek yatırımcı sayısı 50; bu nedenle girişimin hayata geçme süreci çok kısa sürüyor. Birinci yatırımı alabiliyorsunuz, belki ikinci yatırımın round’unu alabiliyorsunuz ama olay orada bitiyor. Bizim girişimcilerin müşterisi yatırımcı değil.
Müşteri kim?
Piyasa. Piyasa hakiki müşteri. Bizde girişimci sahaya çıkacak ve kar edecek. Amerika’yı kopya çekerek bu olmaz. Hakikaten globale satacak bir oyunları ya da hikayeleri varsa, ilk round’u burada alıp gidecekler. Burada para almazlarsa oraya gidip para bulamazlar. Kimse para almamış birine para yatırmaz orada.
Bunu becerecek de çok az sayıda girişimcimiz var. Beceren de gidiyor. Türkiye’de kalanların doğru iş modeli bulmaları ve piyasaya satışını gerçekleştirmeleri lazım.
Hap gibi bir formül sunabilir miyiz? Ne yapacaklar, nasıl yapacaklar?
Bir; müthiş sunum yapacak ilk yatırımcıyı bulup parayı alması lazım. İki; hemen vitesi değiştirip piyasaya bakıp, şirketi büyütmek, satış pazarlamada destek vermesi için piyasadan anlayan birilerini takıma alacak. Piyasaya çıkıp hakiki satış yapması lazım, yoksa ayakta kalamaz. Kar etmezse zaten parası biter.
Diğer yandan şirketler de girişimci avlıyor. İnsan kaynakları açlıkları var. Onlarla buluşmak bir girişimci için nasıl olabilir? Kaç tane böyle firma var Türkiye’de?
Zor bir soru. Bu tip startup’ları bünyesine alıp büyüten şirket deyince aklıma kimse gelmiyor. Ama bazı şirketler yatırım fonu kuruyorlar. Bunlardan Türkiye’de üç dört tane var. Onların modeli de bu şirketlere yatırım yapıp, büyütüp ondan sonra karar vermek şeklinde. Bunlar da tabiri caizse startup’ların üzerinden süreci öğreniyorlar. Startup’lar denek oluyor. Teklif ettikleri anlaşmalar absürt olabiliyor. Tek taraflı yaklaşımla, “şirketinin hepsini bize ver”e getiriyorlar. Bu olmuyor, girişimci bordrolu elemanınız oluyor, motivasyonunu kaybediyor. İnce dengelerde yapmamız lazım. Dediğim gibi öğreniyorlar, güzel örnekler de çıkmaya başladı, iyi ki de varlar.
Daha çok görmeliyiz. Ama şunu da bilmemiz gerek, Silikon Vadisi, Berlin, Londra, Paris çok hızlı ilerlemeye başladı. Oradaki ekosistem bir başka, bizim küçük ekosistemimiz başka bir oyun gerektiriyor. Bu iki dünyanın oyununu anlayıp, hakikatlere göre davranmamız lazım. Kuluçkaya girdiğimizde bilmeliyiz ki burada Silikon’un dışarısı Bakırköy, Silikon Vadisi değil.
Devletin rolü ne, sahip çıkıyor mu?
Teknoloji Transfer Ofislerinin (TTO) en büyük destekçisi TÜBİTAK. Bu çok önemli. Yani devlet sahip çıkıyor. Birçok eğitim de veriyor. Herkes ciddi bir emek sarf ediyor. Ancak hepimiz beraber, doğru yönde mi gidiyoruz onu bilmiyorum. Şu aşamada herkesin aynı yönde gitmesi de doğru değil. Değişik yönleri deneyip, “ama” ölçümleyip, hangisi bize uyarsa ondan sonra hep beraber karar alıp o yolu desteklemek lazım.
Herkes şevkle ilerlemeye hazır ancak birbirlerinden haberdar değil galiba.
Değil. Veri lazım. Ölçümleyeceğiz. Girişimcilikte deniyorsunuz olmuyor, öğreniyorsunuz. Beceremeyen girişimciye kötü demiyoruz, öğrendi diyor; yeni yola gidiyoruz. Bu devlet kurumları için de geçerli. Bir destek veriliyor, o destek tutmayabilir, bu kötü demek değil. Sonuçları ölçüp analiz etmemiz lazım.