Taklitten yaratıcılığa geçişi yönetmeliyiz....
Maddi ve kültürel zenginlik üreterek insan yaşamını kolaylaştırmayı etkileyen "geçiş süreçlerini" üç kategoride toplayabiliriz: Bireysel olanlar, topluluk ve toplum örgütlenmesi düzleminde oluşanlar ve teknik eğilimlerin yarattıkları.
Bu denemenin amacı, "geçişleri" kategorilere ayırmak değil. Kaynaklarımızı etkin ve verimli değerlendirebilmemiz için geçiş süreçlerini iyi yönetmemiz gerekiyor. Sadece siyasi ölçekleriyle değil, iş yerleri ölçeğinde de geçiş süreçlerinin yönetimi önemli.
Açıklama kolaylığı için kategorilere ayırma yararlı bir yöntem olabilir ama iç içe geçmeleri önleyecek net ayırımlar yapabilmemiz bir hayli zor. Denememizin bu bölümünde paylaşmak istediğimiz " taklitten yaratıcılığa" geçiş mutlak anlamda bireyseldir; "standart kütle üretiminden dönüştürücü inovasyonla rekabet edebilirlik geçişi" ise birey ağırlıklı olmakla birlikte, toplumsal algı ve sistem kapasitesi boyutuyla da ilintilidir. "Artan nüfustan azalan nüfusa geçiş" ise bireyin yaşam biçimi ve yaşam tarzı algısının sonucu olmakla birlikte, ekonomik sistem ve kişi başına gelirden düzey ile de bağlantılıdır.
Taklitten yaratıcılığa geçiş: Taklitten yaratıcılığa geçiş süreci, bütün insanlık tarihinin sorunu olmuştur amla, bilim ve teknolojinin yaşamımızda yaratığı hız ve esneklik geçişleri daha ivedi sorun haline getirmiştir.
Denememizin bu bölümünde "taklitten yaratıcılığa geçiş süreci kendiliğinden oluşmaz, yönetsel olarak hızlandırılabilir" varsayımını irdelemek istiyoruz.
Taklitten yaratıcılığa geçişin bileşenlerini; genetik etkiler, kültürel bağlam, değerler sistemi ve kaynaklar, piyasa sisteminin özendirici ve caydırıcı etkileri, farklılık bilinci ve odaklanma olarak ele alabiliriz.
Genetik olarak bütün insanların türdeş eşya gibi olmadıklarını, farklı özelliklere sahip olduklarını biliyoruz. Bilim insanları doğuştan getirdiğimiz genetik etkileri görmezden gelmiyor... Genetik kodlarımızın taklitten yaratıcılığa geçişte etkisi kabul edilse de, tek etken olmadığı da açık.
Taklitten yaratıcılığa geçişte, doğuştan kazanılan yetenekler kültür kaynaklarından beslenmezse yeterli olamıyor. Doğuştan getirilen merak ve arayış enerjisini; üç temel yönlendirici olan korkuların, motivasyonun ve esinlenmenin etkilerini göz ardı etmemek gerekiyor.
Taklitten yaratıcılığa geçiş sürecinde üç değişik insan tipinden söz edilir: Meraklı insan, uygun ortam ve iklim bulduğu zaman enerjisini yaratıcı buluşlarla taçlandırabiliyor. Meraklarını yaratıcılığa dönüştüren insanlar büyük kitleleri oluşturmuyor; toplumların azınlıktaki seçkinleri ile sınırlı kalıyor. İnsanların büyük çoğunluğunu, merakları küllenmiş ortalama insanlar oluşturuyor. Bütün eğitim -öğretim sistemleri ve insana yapılan yatırımlar, meraklı insanları daha uç noktalarda etkili kılabildiği gibi, ortalama insanların da merakları üzerindeki küllerin kaldırılarak yaratıcılıklarını uyarıyor. Bir de ne yaparsanız yapın, meraklarını uyaramadığınız, içgüdüsel ve görgüye dayalı davranışını değiştiremediğiniz, inanç ve korkularla yönlendirebildiğiniz insanlar vardır ki, onlar için yaptığınız yatırımların da bir anlamı ve etkisi olmuyor.
Taklitten yaratıcılığa geçişin değerler sisteminin ve kaynakların etkilerini de gözden ırak tutmayalım. Toplumlar inanç, etnisite ve cinsiyet gibi önyargı alanına sıkıştırılmamışa yaratıcı düşünceye açılamıyor. Mutlak doğrular yerine sorgulayıcı akıl yaratıcılığın yelkenlerini doldurabiliyor. Meraklar üzerindeki külleri kaldırma, yaratıcı yenilik arayışını bir toplumsal iklime dönüştürdüğünde etkin sonuçlara ulaşılabiliyor.
Kişi başına harcanabilir gelir ile insan zihninin açılımı arasında da doğrudan ilişkinin bulunduğu değişik deneylerle kanıtlanıyor.
Piyasaya açılan, değişik nedenlerle insanlarla alış-veriş ilişkisinde bulunan, fikri ve fiziki kaynak erişebilirliği olan insanların da taklit aşamasını hızla aşarak yaratıcılığa yelken açtığı gözleniyor. Piyasanın özendirici ve caydırıcı etkilerini hesaba katmadan toplumun yaratıcı yenilikler konusunda derinleşmesi sağlanamıyor.
Hiper bağımlılıkların egemen olduğu günümüz dünyasında, taklitten yaratıcılığa geçişi zorlayan bir başka etken de stratejik davranışın hayatın her yanına sinmiş olmasıdır. Strateji, değerler ve kaynaklarımızın bileşen ve bağlamlarını dikkate alarak rakiplerimizin önüne geçiren farklı yolların bulunmasıdır.
Taklitten yaratıcılığa geçiş için önce belli deneyim ve birikimlere sahip olmamız gerekiyor... Yaratıcı yeniliklerle rekabet gücü sorunlarının toplumun derinliklerinde tartışılması ve içselleştirmesi yarar üreten sonuçlara daha çabuk ulaşıyor. Bir başka adım, kaynakları etkin biçimde koordine etme becerisi... Son tahlilde taklitten yaratıcılığa geçiş, ürettiklerimizin piyasada tutulması ve ürettiğimiz değerin, harcadığımız değerden büyük olması ile ölçülüyor.
Yaratıcı-yıkıcılık evrimin özünde vardır; yaratıcı-yenilikçilik de bu nedenle gelişmelerin dinamosudur.
Standart kütle üretim-odaklı rekabetten, inovasyon-odaklı rekabete geçiş: Bilim ve teknolojik tabanın köklü biçimde değiştiriyor: Yeni malzemelerin geleneksel malzemelerin önüne geçiyor. Metotların yenileniyor ve ticaret ağları yeniden örülüyor. Ulaşılabilirlik ve erişilebilirlik olanaklarının gelişmesi yapıları dönüştürüyor.
Maddi ve kültürel zenginlik üretme koşullarının farklılaştığı bir zaman kesitinde ilerliyoruz. Bu dönemde klasik sanayileşme döneminin kütle-üretim odaklı rekabet yapısı, inovasyon odaklı rekabet yapısına doğru ilerliyor.
İş insanlarının, kütle üretim odaklı rekabetten, inovasyon odaklı rekabete geçiş yapabilmeleri için beş önemli adımı atmaları gerekiyor:
Öncelikle klasik tarım ve endüstri dönemlerinin koşullarını iyi okumalıyız.
İkincisi, ulaşabilirlik ve erişilebilirlilik olanaklarını ve kısıtlarını iyi bilmeliyiz..
Üçüncüsü, insan doğasının yeni koşullardaki değer, beklenti ve davranışlarını kavramalıyız.
Dördüncüsü, birikim yeteneğini koruma ve uzun dönemli geleceği güven altına alma planları yapmalıyız.
Beşincisi de katılımcı ve paylaşımcı bir anlayışla, yarattığımız sonuçlarla ilgili geri-bildirimleri sürekli sorgulamalıyız.
Klasik tarım ve endüstri koşulları iyi okursak, sosyolojide farklı dönemlere ait olanların eşzamanlılığı nedeniyle, eski teknoloji tümden yok olmaz, farklı dönemlere ait olanlar eşzamanda bir arada bulunur gerçeğini kavrarız. Farklı dönemlere ait olanların eşzamanlı bir arada bulunması koruyucu, geliştirici etki yapabileceği gibi tutucu ve engelleyici etkileriyle gelişmeleri yavaşlatabilir. İşinde iddialı bir iş yöneticisi, standartların değişmesini, ürünlerin kapsama alanlarını, merkezi büyük işyerlerine dayalı iş örgütlenmesinin sorunlarını, küçük ve orta ölçek yapıların işbirliğine dayalı ölçek yaratmanın üstünlüklerini, çok odaklı üretim koşullarını ve çok kültürlü yönetim anlayışını iyi bilmeden etkili iş yapılamayacağını kavrayan yöneticidir.
Ulaşabilirlik ve erişilebilirlik olanaklarıının yarattığı yaşam biçimleri ve yaşam tarzları iyi gözlenmeli. Fiziki ve zihni ulaşabilirliklerin kolaylaşması, fikri erişilebilirlik olanaklarının sınır tanımaması yeni gelir fırsatları, yeni talep alanlarını da birlikte getiriyor.
Bir başka gösterge, İnsan doğasının usanma, bıkma ve değişiklik arayışı. Geçmişte başarılı olmuş, tutunmuş birçok ürünün birden piyasada talebinin azalmasının nedeni insan doğasının bıkma, usanma ve değişiklik arayışını karşılayamamasıdır. Hiper erişim ve hiper bağımlılık koşulları, üretimde sürekli değişiklik arayışını güçlendiriyor. Bu güçlenme, inovasyon-odakalı rekabeti giderek daha yaygın ve derinliğine yaşamımıza sokuyor.
İş insanları, dönüşüm ve işlem maliyetleri için ödedikleri değer ile ürünün satışından elde ettikleri gelirleri karşılaştırmalı. Birikim koşulları ve kaynak verimliliği üzerinde sistemli araştırmalar yapmadan, kendini yeniden üretme mekanizmasını besleyen birikim sağlanması bir hayli zor. Bu açıdan bakıldığında, gelirin düzenli, kararlı ve sürekli olabilmesi için insan doğasının yenilik ihtiyacına yanıt vermek gerekiyor. Bu da, inovasyon-odaklı rekabeti içselleştirmeyi rekabet gücü yaratmanın özüne yerleştiriyor.
Son çözümlemede, gelecek inşa etme ve geleceği güven altına alma konusunda ne yapılacağından çok nasıl yapılacağını zihninde netleştirilmeli ki, inovasyon-odaklı rekabet bir yönetim tarzı haline gelebilsin...
Artan nüfustan azalan nüfusa geçiş: İş insanlarının temel sorunlarından biri de nüfus hareketleridir. Bu bağlamda, Ortaçağda on dört, 1830'larda otuz yedi, 1930'larda elli iki ve 2014'de seksen yıl olan ortalama ömür, "genç nüfustan yaşlı nüfusa geçiş" süreci gibi, azalan nüfus sorunlarını da gündemimizin ilk sıralarına tırmandırdı. Yaşlı nüfusun emeklilik gelirlerinden sağlık sistemine, mobilya üretiminden, konutların tasarımına, yaşlı bakım altyapısından, yaşlı nüfus odaklı turizme kadar bir dizi sorun ve çözüm alanı yarattı. İş insanları, genç nüfustan yaşlı nüfusa geçiş sürecini bir iş fırsatı olarak değerlendirebilir, aynı zamanda sosyal sorumluluk alanı olarak da değerlendirebilir.
Nüfus hareketleri izlendiğinde, "artan nüfus olgusundan azalan nüfus olgusuna geçişin" de önemli bir inovativ gelişme alanı yarattığı görülür. Azalan nüfus olgusu, göçleri, başka kültürden insanları hoş görmeyi, farklı kültürlere saygıyı ve birlikte çalışmayı gerektiriyor. İş insanlarımız, önemli geçişlerden biri olan azalan nüfus olgusuna ilişkin ciddi bir zihni modele sahip olmaları, zenginlik üretimine değer katabilir.
Malthus'dan günümüze artan nüfusla ilgili ne gibi önlemler alınacağı tartışılmış, değişik varsayımlar sınanmış, zihni modeller oluşturulmuş, yaygın kabul gören kuramlar olguları açıklamanın araçları olarak kullanılmıştır. Demografik fırsatlar yaratabilmenin kurumları da geliştirilmiştir. Oysa, son yarım yüzyılda giderek belirginleşen azalan nüfus olgusu aynı ölçüde zihinsel planda ele alınmış değil... İçinde bulunduğumuz dönemde, yeryüzünde bugüne kadar yaşamış insanların yüzde 6'nin hayatta olduğu hesaplanıyor. Roma İmparatorluğu en ihtişamlı döneminde 55 milyon nüfusu sahipken, 1950-1992 yılları arasındaki kırk iki yıllık dönemde dünya nüfusu 2.5 milyar insandan 5.5 milyara yükseldi. Bugün dünyamızda 7 milyar insan var. Çok değil kırk yıl sonra ise 9 milyar insanı aşacağımız hesaplanıyor. Kentlerde toplanan insanlar 1800'lerde yüzde 3 oranında iken 2000'de yüzde 47'lere yükseldi, bu oran büyük bir hızla yükseliyor.
Dünya genelince nüfus artarken bazı ülkelerde nüfusun azalması, kentleşmenin hızlanması, kentlerin ekonominin üzerindeki denetiminin alabildiğine artması, akıllı kentler, etkin kaynak kullanımı, kent veriminin rekabet gücünün odağına yerleşmesi, iş alanlarının seçiminden, yerleşim yerine kadar bütün yatırım etkinlerini birebir etkiliyor.