Tablodan üç bale çıktı
Üç tasarımcı/plastik sanatçı + üç besteci + yedi koreograf + 50 balerin/balet + 14 şair + sayısını bilemediğimiz teknisyen, sahne arkası ekibi, vb. = İngiliz
Ulusal Güzel Sanatlar Müzesi ve Kraliyet Opera ve Balesi’nin ortak projesi.
Rönesans devlerinden Tiziano’nun üç tablosu, Güzel Sanatlar Müzesi’nde (National Gallery), 18. yüzyıldan bu yana ilk kez yanyana sergileniyor. Tiziano, bunları 1560-70 gibi, İspanya kralı İkinci Philip için yapmıştı. Yunan mitolojisinin Diana ve Actaeon öyküsünün üç ayrı tablosu. Diana, mitolojide fazilet sembolüydü. Ama çıtkırıldım değildi. Sert ve kararlıydı. Kafası kızınca, Actaeon’u bir geyiğe dönüştürüp, köpeklere parçalatmıştı.
Bu karanlık dönüşüm öyküsünden ilham alarak, yukardaki paragraftaki sanatçılara üç ayrı bale yaratmaları sipariş edildi. Bale sadece bir haftalığına sunulacaktı. 14-20 Temmuz arasında. Şehrin en büyük meydanı Trafalgar’da ekrandan da izlenecekti.
Her biri “süper ego” bu kadar çok sanatçının ortak bir projede uslu uslu çalışması? Buna, projenin teknik karmaşasını ekleyin. Her tasarımcının kendi
“eseri” için taleplerini... Üç ayrı bale için farklı sahne tasarımlarını... Farklı müzikleri...
Ama, yaptılar...
Bir tasarımcı (Conrad Shawcross), Diana’yı sahneye, dev bir otomotiv robotu olarak taşıdı. Robot, onunla dans edecek baletin hareketlerini dijitalleştiren
(motion capture) bir yazılımla çalıştı. Ucunda parlak ışık yanan uzun (ve tehditkar) koluyla, aynen Diana gibi parmağını gözüne uzata uzata...
Bir diğer tasarımcı (Mark Wallinger) sahneye öte alemi taşıdı. İki yüzü yansımalı özel aynalarla donatılmış bir sahne kullandı.
Üçüncü tasarımcı (Chris Ofili), Diana’nın Actaeon’u öldürttüğü son için görsel bir trajedi sahnesi yarattı. Actaeon’u parçalayan köpekleri, ellerinde hayvan başlarıyla dans eden sanatçılar temsil etti. Diana, ateş rengi kostümüyle karanlık sahnede kızıl bir yay gibiydi.
BBC’nin 1.5 saatte “oya gibi” işlediği belgeseline mıhlanarak izlediğim bu görsel, işitsel, duygusal, duyumsal şöleni gündelik sözcüklerle anlatmaya çalışmak zor. Bu sütuna sığmayacak başka çok ayrıntı var.
Ancak bu kadar oluyor.
Galiba, “böyle bir işe” neden kalkıştıklarını anlamaya çalışmak, bizim açımızdan daha yararlı? Öyle ya? 27 Temmuz’daki Olimpiyat’a bir hafta kala, “böyle
bir işe” ne gerek vardı? Yanıt şu olabilir: Londra, yaratıcı kültürün dünyada endüstriye dönüştüğü en önemli bir kaç şehirden biri.
Şehirde 400 bin kişi, yaratıcı kültür üretiminde. Yılda şehre 21 milyar Sterlin (24 milyar Euro) katma değer üretiyor: Şehrin toplam gayrı safi katma değerinin
(GVA) % 16’sı. (2010 verisi). Daha yenisi olmayan bir başka veriye göre, ülke genelinde yaratıcı endüstride 2 milyon kişi var. Ekonomiye yılda 60 milyar
Sterlin katıyor. İngiliz GSMH’sinin %7.3’ü (2008 verisi). Durum bu olunca, yaz-kış demeden, doğal ve olağan bir şekilde, devamlı olarak yaratıcılık sunuyorlar.
Ellerinde değil! Kendiliğinden (!) oluyor.