Tabiat nasıl korunmalı?

Taylan ERTEN
Taylan ERTEN ANKARA'dan [email protected]

 

 

Yasaları, kuralları delen, denetim ve kontrol mekanizmalarından bir şekilde sıyrılan enerji ve madencilik vb. yatırımlarının "girdiği yerde ot bırakmadığı" yerel halkın çevre mücadeleleri ve yargının verdiği yürütmeyi durdurma veya iptal kararlarıyla sabit.  Türkiye, ülkeyi var eden tüm değerlerin ekonomik ve siyasi "hoyratlığın" elinde savrulup gittiği bir tarih dilimini yaşıyor.
Tabiat varlıkları da bunlar arasında. Tahribat bugünlerin sorunu değil, uzun bir geçmişi var; gölleri, dereleri kurutan, nehirleri, denizleri, başta sanayi ve insan olmak üzere her türlü atıkla öldüren; en verimli tarım topraklarını sanayiye, inşaata, çarpık kentleşmeye kurban eden zihniyetin ürünü bir geçmiş söz konusu.
Tahribat sürecinin arka plânındaki sert soru şu: Ne yani, tabiat varlıklarını koruyacağız diye sanayileşmekten, ekonomik ve sosyal kalkınmadan mı vazgeçelim? Soru, böyle sorulunca, Türkiye'nin sanayileşmesine, kalkınmasına kimse itiraz edemeyeceği için, cevap istemsiz bir beyin komutuyla geliyor: Hayır!
 
Koruma-kullanma çelişkisi
Fakat, "hayır" cevabı içerdiği kesinliğe rağmen "mutlak" değil; Türkiye elbette sanayisini geliştirecek, kentleşecek, yatırımlarını yapacak, ekonomik ve sosyal kalkınma hedeflerinin peşinde koşacak. Ama, tabiat varlıklarını yaşatmak, korumak; varlıkların kendini üretme hakkını asla yok etmemek şartıyla!  O halde, ikinci sorunun zamanıdır: Tabiat varlıklarını koruma şartıyla, ekonomik kalkınma zorunluluğu arasındaki ilişki ve denge nasıl kurulacak?
Sorunun cevabı, Türkiye'yi yöneten hükümetlerce imzalanmış uluslar arası anlaşmalar, ulusal çevre yasaları ve mevzuat ile hâlen yaklaşık 60 yıldır kapısında beklenen Avrupa Birliği'nin müktesebatına uyum şartında yazılı. Formül özetle şu: Tabiat varlıklarıyla ekonomik faaliyetlerin "barış içinde bir arada" var olabileceği, sürdürülebilir sistemler oluşturmak.
Bu, sadece Türkiye için değil hemen hemen tüm ülkeler için kolay bir iş değil. Korumanın yönetsel, fiziki ve alternatif maliyetleri yüksek. Etkin yasal alt yapı, yetkin idari kurumlar, kapsamlı envanter-bilgi setleri ve bilinçli bir siyasi yönlendiricilik gerektiriyor.  Bunlar yapıldığında tabiat  korunuyor, ekonomik faaliyetler "tahrip bombasına" dönüşmüyor, denge kuruluyor.
 
Meclis'teki  tasarı
TBMM Genel Kurulu'nun gündeminde bekleyen bir tasarı var: Tabiatı ve Biyoçeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı. Uzunca bir çalışma ve tartışma süreci geçirdikten sonra, geçen yasama döneminde Meclis'e sunulup komisyonlardan geçmesine rağmen görüşülemediği için "kadük/geçersiz" olan tasarı, hükümetçe canlandırıldı.
Tasarının yeni hâli, ilgili tüm çevrelerde eleştiriliyor. Başka kanunlar söz konusu olduğunda pek rastlanmayan bir örgütlenme, "Tabiat Kanunu İzleme Girişimi"  tasarı için oluşturuldu; girişim tabiat varlıklarının tümüyle yok almaya açılacağını savunuyor.  Meclis'te muhalefet milletvekilleri, benzer gerekçelerle çıkıyor. Çevre hukukçularının görüşleri farklı değil.
Tasarı, Avrupa Birliği (AB)  müktesebatını da ilgilendiriyor. Hızla TBMM'ye getirilmesinde, hâlen tam üyelik müzakereleri kapsamında sonuçlandırılması gereken "çevre faslı" da etkili oldu; müzakerelerin yürümesi için bu faslın kapatılması zorunlu.
AB müktesebatı deyince, 1992 yılında çıkarılan ve kısa adı "Habitat Direktifi" olan "Doğal yaşam Alanları ile Yabanî Fauna ve Floranın Korunmasına İlişkin 92/43/EEC sayılı Konsey Direktifi" devreye giriyor. Mevcut tasarı, bir de bu direktife uyumsuzluk yönüyle eleştiriliyor.
Direktifin özelliği, tabiat varlıkları üzerinde koruma-kullanma dengesini kuran yapısal ölçüt ve faaliyetleri düzenlemesi. Temel amacı, doğal yaşam alanları ile yabani fauna ve floranın korunması yoluyla biyolojik çeşit kaybının durdurulması; doğal habitat ve türlerin devamlılığının sağlanması, restore edilmesi.
Tasarının bu gerekleri karşılamadığı, kullanmaya öncelik verildiği, korumanın dikkate alınmadığı, kurumsal yapılanma öngörülmediği, Türkiye'nin taraf olduğu uluslar arası sözleşmelere göre habitat ve türlerin izlenmesine ilişkin sistemlerin ihmal edildiği gibi eleştirilerin de Meclis Genel Kurulu'nda dikkate alınması bekleniyor.
 
Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Atilla Karaosmanoğlu 13 Kasım 2013