Şüyuu vukuundan beter
Son zamanlarda çok sevimsiz söylentiler dolaşıyor ekonomi çevrelerinde. Mali yapıları çok güçlü görülen, belki gerçekte de öyle olan bazı şirketlerin aslında zor duruma düştükleri ileri sürülüyor.
Kimi şirketlerin çeklerinin bankacılık sisteminden döndüğü iddiaları ortalıkta dolaşıyor. Tabii ki bu şirketlerin isimleri de zikrediliyor.
İsmi geçen öyle şirketler var ki... Domino taşlarının yıkılması gibi öncelikle kendi sektörleri ve bağlı sektörlerde çok taşın yerle yeksan olmasına yol açabilecek büyüklükte ve önemde şirketler bunlar.
“Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” mı demeliyiz, iddialara kulak asmamak gerektiğini mi söylemeliyiz, kestirmek zor.
Ama bu dedikodular suya atılan taş gibi dalga dalga etki doğuruyor ve kaygı yaratıyor.
Hele üstüne bir de dövizdeki son tırmanış gelince kaygı daha da büyüyor.
Şu raporlu ilaç meselesi
Raporlu ilaç alımının kolaylaştırılmasına dönük olarak geçen hafta bu köşede bir görüş dile getirdik. Söylediğimiz özetle şuydu:
“Genellikle iki yıllığına düzenlenen rapor çerçevesinde alınacak ilaçlar için üç ayda bir hekimin reçete yazması çok gerekli değil. Hekimler ilaç yazımı sırasında zaten hastayı muayene etmiyor; dolayısıyla hasta ilacını doğrudan eczaneye giderek alabilir. Hem zaten raporun süresinin bitip bitmediği ve hastanın hangi ilaçları hangi miktarda alabileceği eczane kayıtlarında var. Böyle yapılarak hastaya da kolaylık sağlanır, hekimler de diğer hastalarına daha fazla zaman ayırabilir.”
Çok sayıda geri dönüş aldık bu yazımızla ilgili olarak. Çoğu okur, böyle bir uygulamanın çok yerinde olacağını dile getirdi. Daha az sayıda okur ise üç ayda bir hekime gitmenin yalnızca ilaç yazdırmak amaçlı olmadığını, en azından olmaması gerektiğini; hekimin hastayı muayene ederek ilaç değişikliği kararı verebileceğini; doğrudan eczaneden ilaç alımının bir ara denendiğini ve suistimal edildiğinin görüldüğünü, insanların vefat etmiş yakınları için ilaç alıp sattığını ifade etti.
Sondan başlayalım; bir konuda suistimal yaşanması karşısında o uygulamadan vazgeçmek, yenilgiyi kabullenmektir. Bu durum biraz da “Mektepler olmasa maarifi ne güzel idare ederdim” zihniyetine benzer. Varsa suistimal, düzeltilir, düzeltilmesi için çaba harcanır.
Vefat etmiş yakınlar için ilaç alınıp bunların piyasada satılması; yüzde kaçlık bir kesimdir ki bunu yapanlar? Devlet bunu mu önleyemiyor yani?
Hekimler üç ayda bir hastayı muayene etmiyor, edemiyor. Kaldı ki sıradan bir muayeneyle teşhisin değişmesi söz konusu değil, bir dizi tetkik gerekli. Üç ayda hastalığın seyrinde bir değişiklik de beklenmiyor. Zaten raporlar bu yüzden iki yıllık düzenleniyor ya...
Sistemde o kadar çok tuhaflık var ki... Rapora bağlanmış çoğu ilacı ister pratisyen, ister uzman tüm hekimler yazabiliyor. Ama bazı ilaçları rapor olmasına rağmen ancak o dalda uzman olan hekimlerin yazması mümkün. Örneğin kolesterol ilaçlarını. Ama detaya inince daha tuhaf bir durumla karşılaşıyorsunuz. Bu ilaçların belli bir doza kadar olanını tüm hekimler yazabiliyor, belli bir dozun üstündekileri ise yalnızca o dalın uzmanı hekimlerin yazması mümkün. Elde rapor var, günde ne kadar ilaç kullanılacağı yazılı, niye belli bir dozun üstündeki ilaç kullanımında reçeteyi uzman hekimin yazması gerekiyor, anlamak mümkün değil.
Ordu’nun dereleri
“Ordu’nun dereleri aksa yukarı aksa...” diye başlayan türkümüzü söylemeye, dinlemeye devam edelim ama Ordu’nun derelerinin Karadeniz’e akmasını önlemeye çalışmayalım.
“Kim çalışıyor ki” diye hışımla ayağa da kalkmayalım. Hepimiz! İşte önce Rize, ardından Ordu!
Doğanın önünde duracağını, durabileceğini zannedenler gün geliyor dersini alıyor. Ve farkındaysak biz bu dersi son zamanlarda pek sık almaya başladık.
Hem, daha çok mecazi anlamda kullanıyor olsak da, “Su akar yolunu bulur” diyoruz, hem o suyun yolunu aklımız sıra kesecek tuhaf adımlar atıyoruz. Sonuçta su akacağı yolu buluyor ama önüne çok şeyi de katarak...
İstanbul’da istinat duvarları çöküyor, demiryollarının altındaki toprak kayıyor.
“Yağmur çok yağıyormuş da onun için oluyormuş...” Gerekçe de bu. Ne yani yağmurla pazarlık mı edeceğiz!
Muhabire bak muhabire!
Ordu’da dereler taşmış, köprüler yıkılmış. Neredeyse tüm haber kanalları Ordu’dan canlı yayın yapıyor. Gülsek mi, ağlasak mı bilemeden dinliyoruz muhabir arkadaşları:
“Çok şükür ki can kaybı yok.”
“Allah göstermesin daha kötü olabilirdi.”
“Vatandaşlarımız belediyemize başvursun.”
Bir belediye başkanından son durumla ilgili bilgi alan bir muhabir sözünü şöyle tamamlıyor: “Sohbetimize son verirken şunu da sormak istiyorum.”
“Çoğu vatandaş sel sularından kurtulmak için işyerlerinin tavanına çıktı.”
★ ★ ★
Bu muhabir arkadaşlara söylenecek çok şey yok. İnsana değil de alet edevata, kameraya, vericiye, binaya yatırım yapınca böyle oluyor işte.