Suudi Arabistan diplomisinin kurallarını yıkıyor!

İlter TURAN
İlter TURAN SİYASET PENCERESİ [email protected]

Belki kulağa biraz abartılı gelecek ama geçtiğimiz hafta Cemal Kaşıkçı'nın ortadan kaybolması sonrasında yaşanan olaylar Agatha Christie romanlarındaki komploları hatırlatıyor. Açıkça konuşmak gerekirse, bu adam öldü ve güçlü bir ihtimalle bir cinayete kurban gitti. Sadece bunun bile adalete konu edilmesi gerekiyor. Ancak bunun da ötesinde, bu olay gösteriyor ki paranoya ve güvensizliğin kapladığı bir dünyada diplomasi ve diplomatik misyonların rolü konusunda karmaşık değişkenler etkili oluyor. İstanbul'daki Suudi Arabistan Konsolosluğunda yaşananlar, dünyanın en önemli kurumlarından birine giren çok daha ölümcül bir hastalığın belirtisidir. Peki bu bildiğimiz anlamdaki diplomasinin sonu mu?
 
Yaşananlar, bize dünyadaki diplomasinin durumu hakkında bize neler anlatıyor?

Diplomasinin çözmesi gereken konuların kapsamı zamanla epey genişledi. Daha önceleri ülkeler arasındaki ilişkiler sadece devletten devlete yürütülürdü; diplomatların görevi ise bulundukları ülke ile kendi ülkeleri arasında notalar taşımak ve bilgi aktarmaktı. Günümüzde konu dış politika olduğunda kamuoyunu, parlamentoları, çokuluslu şirketleri, sivil toplum örgütlerini ve diğer kamu ve özel aktörleri de kaale almak gerekiyor. Diplomatik görevlerin kapsamı da genişlemiş ve buna bağlı olarak diplomatik misyonların sorumlulukları artmış durumda. Bunun yanında daha önce pek de alışık olmadıkları, kibarca 'olağandışı’ diye niteleyebileceğimiz yöntemler kullanmaya başladılar. Bunu yapan sadece Suudi Arabistan değil. Mesela kısa bir süre önce, bazı Rus diplomatlar Makedonya konusunda Yunan kamuyunu etkilemeye çalıştıkları gerekçesiyle Yunanistan'dan sınır dışı edilmişti, halbuki gelenek bir ülkenin iç politikasına karışmamalarını gerektiriyor.

Bu tip faaliyetler- algı operasyonları, karşı operasyonlar vs.- hem insan hem bilgi dolaşımının hızlandığı böyle bir dönemde sıkça yaşanmaya başladı. Gelecekte bunları daha da sık mı göreceğiz?

Bu soruya 'evet' demek durumundayım. Bir örnek verelim. Günümüzde bizi kaygılandırması gereken bir olgu var; tarih boyunca mülteciler ve sığınmacılar her zaman oldu fakat son yıllarda gerek nüfus hareketliliğinin gerek bilgi akışının yoğunlaşmasıyla sığınmacıların sayısı arttı. Sığınma talepleri, bunları kabul eden ülkeleri zor duruma sokuyor. Başka toplumlardan gelen insanlara sığınma hakkı verilmesi, o toplumlarla ilişkileri tehlikeye atıyor. Fakat, özellikle demokratik ülkelerde, görüşlerini ifade ettikleri için risk altında olduklarını iddia edenlerin maruz kaldıkları şiddette kayıtsız kalmamak neredeyse bir zorunluluğa dönüşmüş bulunuyor. Demokrasiyle yönetilmeyen birçok toplumda insanlar ülkelerini terk ediyor ve kendi toplumlarına karşı sert eleştiride bulunuyorlar. Sığınmacıların geldiği toplumlarda hüküm süren otoriter sistemler, doğaları gereği eleştirilere karşı tahammülsüz oldukları için, ülkeleri dışındaki muhalifleri kontrol etmek istiyorlar. Özellikle günümüzde haberler göz açıp kapayıncaya kadar dünyanın her yerine yayılabildiği için, otoriter hükümetler eylemlerine yönelik eleştirileri hızla bastırmaya çalışıyor. Bu hükümetler, demokratik ülkelerde kamuoyunun dış politikanın belirlenmesinde çok daha etkili olduğunu, kendi ülkelerindeki insan hakları ihlallerinin ve başvurdukları diğer aşırılıkların açığa çıkmasının kendilerine karşı kullanabileceğini çok iyi biliyorlar.

Çok değil yarım yüzyıl öncesine bakarsanız, dış politikanın çok önemli bazı olaylar hariç iç politikada tartışma malzemesi yapılmaması gerektiği düşüncesini görürsünüz. Günümüzde ise, özellikle ifade özgürlüğünü ve muhalefettekilerin hayatlarını korumayı amaçlayan uluslararası sivil toplum örgütlerinin gelişmesiyle birlikte hükümetler, dış politikalarını da iç politikada benimsedikleri yaklaşımları kullanarak ele almak için daha fazla baskı hissediyorlar. Artık dış politikada da halkın ne düşündüğünü giderek daha fazla dikkate almak zorundalar.

İstanbul’daki olaya dönersek. Diplomatik misyonların tabi olduğu kurallar, Suudi hükümetinin politik hedeflerine hizmet etmek için nasıl ihlal edildi?
 
Olay baştan sona esrarengiz şekilde gelişmiş durumda ve birçok açıdan konuyu yorumlamakta doğrusu zorlanıyorum. Kaşıkçı'nın Suudi yönetimine yakın bir gazeteci olmadığını biliyoruz. Onu susturmak istedikleri de ortada. ABD'nde olduğu sürece bunu başarmaları zordu. Bu sebepten Kaşıkçı'yı evlilikle ilgili bürokratik işlemlerini Türkiye'de yapmaya zorladılar. Burada istediklerini daha kolay gerçekleştirebileceklerini düşündüler. Eylem oldukça dikkatli bir şekilde planlanmış gibi görünüyor: İlk olarak, adama nikah için gerekli belgelerini Washington'dan değil İstanbul'dan alması gerektiği söyleniyor. Bu çok mantıklı bir talep değil. Sonrasında adam tehlikede olduğunun farkına vararak konsolosluğa nişanlısıyla birlikte gidiyor ve eğer dışarı çıkmazsa birilerine haber vermesini söylüyor. Üçüncü olarak Suudi hükümeti uçakla bazı şüpheli şahısları Türkiye’ye getiriyor, konsolosluğa sokuyor ve Konsolosluk'taki Türk çalışanlara o gün izin veriyor. Kaşıkçı bir daha dışarıya çıkmıyor.

İhtiyatlı konuşalım ve diyelim ki tüm bu 'tesadüfi' kanıtlar şimdilik sadece bu adamdan kurtulmak için bir operasyon olabileceğine işaret ediyor. Anlayamadığım şey, Suudi hükümetinin böyle bir operasyonun sonuçlarını değerlendirmekteki aczi. Öfkeden gözünü kan bürüdüğünden olacak, risk alarak planı hayata geçirirken, bunun sadece eylemin yapıldığı hükümetin iç meselesi olarak kalamayacağını ve sorumluluktan sıyrılamayacaklarını öngöremediler.

Yapılan, uluslararası toplumun tüm üyelerinin 17. yüzyılın ortalarından beri geliştirdikleri ve uymakla yükümlü oldukları diplomatik geleneklere bir meydan okumadır. Suudi Arabistan'ın bu kuralları açıkça ihlal etmesi, tüm ülkelerin Suudi rejimi ile güvenilir ilişkiler yürütmesini zorlaştırıyor. Daha da kötüsü, güçlü bir yaptırımla karşılanmazsa, bu eylem, diğer ülkelerin de alışılmışın dışındaki uygulamalara başvurmasını davet edebilir veya meşrulaştırabilir. Halihazırda bazı ülkelerin korkunç bazı suçlar işlemiş olduğunu biliyoruz, ancak o ülkelerin diplomatik misyonları bu olayların içinde doğrudan yer almamıştır. Kuzey Kore liderinin kardeşini Malezya'da öldürttüğünü ve Rusların, kendisine muhalefet edenlere karşı zehir veya zehirli gazlar kullanmakla suçlandığını unutmayalım. Her iki durumda ve şahit olduğumuz diğer olaylarda diplomatik misyonlar planlamada rol oynamış olabilirler, ancak infazda doğrudan yer almamışlardır.

Hükümetler bu tür eylemleri nasıl engelleyebilir?
 
Bütün devletlerin konu üzerinde diplomatik gelenekleri gözeterek düşünmeleri gerektiği aşikardır. Ümit edilir ki ülkeler kuralları hiçe saymak ve kendilerini eleştirenleri ortadan kaldırmanın sağlayacağı kısa vadeli çıkarler elde etmenin yerine ülkeler arasındaki iletişim hatlarını açık tutmanın çok daha önemli olduğunu takdir edeceklerdir. İstanbul'da yaşananlar, diplomatik ayrıcalıkların nasıl kullanıldığı ile ilgili olduğundan, sadece iç siyasetimizi bütün dünya devletlerini ilgilendiriyor. Bu nedenle, yaşananlara dünyanın ortak bir yanıt vermesi mecburidir.
 
Pekiyi, nasıl bir yanıt verilmelidir?
 
İlk olarak, Suudi hükümetinden İstanbul Konsolosluğunu kapatması ve daha sonra Ankara'daki Büyükelçilik çalışanlarının sayısını asgariye indirmesi istenmeli. Sonrasında ise tüm ülkeler benzer adımlar atmalı. Birleşmiş Milletler'in de Suudileri kınaması gerekiyor. Ve ABD bu ülkeye sorgusuz sualsiz verdiği desteğin bir kısmını geri çekmeli. Suudiler ve diplomatik normları bu şekilde kötüye kullanan diğer herhangi bir devlet, bunun kabul edilemez olduğunu anlamak zorundadır.
 
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
G7 nereye gidiyor? 04 Eylül 2019