Sürprizlerin sonu gelmiyor
Geçtiğimiz hafta içinde Suriye’de beklenmedik gelişmeler yaşandı. Bölgedeki gelişmeler gerek uluslararası ilişkileri gerek diplomasiyi adeta tersine çevirecek mahiyette idi. İlkin, Amerika Birleşik Devletleri’nin Başkanı Türk Cumhurbaşkanı’na saygısızca kaleme alınmış, tehditler içeren ve hakaretamiz ifadelerle sonuçlanan bir mektup gönderdi. Haberlere bakılacak olursa, mektup, tahmin de edileceği üzere, çöp kutusuna gitti. Fakat bu gelişmeyi diğer şaşırtıcı olaylar izledi. Bütün bu olanlar Suriye’nin geleceği açısından ne anlama geliyor? İşte soru ve yanıtlarıyla son bir haftadaki gelişmeler:
Trump'ın Erdoğan'a gönderdiği mektup ne anlam taşıyor?
Şayet bu mektuba internette rastlasaydım, herhalde birisi ya şaka yapmak istiyor ya da ortaya provokatif, sahte bir belge atarak zaten pek iyi gitmeyen Türk-Amerikan ilişkilerinin sorunlarını yoğunlaştırmak gayretinde diye düşünürdüm. Diplomasi teamüllerinden tamamen uzak bir dille kaleme alınmış. Türkiye’yi tehdit ediyor. Türkiye’nin, YPG Komutanı olduğunu ileri sürdüğü General Mazlum’la görüşmesini, yani terörist olarak tanımladığı bir örgütün temsilcileriyle müzakereye oturmasını tavsiye ediyor. Kullanılan dil ve üslup devletler arası yazışmalarda kullanılandan çok uzak. Günümüzün populist yöneticilerinin uluslararası ilişkileri kurumsal temellerinden uzaklaştırarak kişiselleştirmesinin ve böylece kişinin özelliklerinin oynadığı rolün artmasının barındırdığı tehlikeleri görmemize vesile teşkil ediyor. Olağan yöntemler izlenseydi, Trump mektubu Dış İşleri’nin hazırlamasını isterdi. O zaman aynı şeyler ifade edilse bile, muhatabını rencide edecek unsurlardan arındırılmış olurdu
Diğer bir sürpriz ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mevcut Suriye yönetiminin tüm Suriye’yi yönetme hakkına sahip olduğunu ima eden beyanı idi. Bunu Esat rejimini meşrulaştırma adımı olarak görebilir miyiz?
Durumun barındırdığı gerçekler, Cumhurbaşkanını, işine geldiği zaman, Suriye rejimini aşama aşama tanımaya yöneltiyor. Şekil olarak Türkiye Esat’ı Suriye’nin meşru yöneticisi olarak tanımıyor. Ancak sahadaki duruma baktığımızda, Rusların da yardımıyla Esat’ın hergün daha fazla toprağı denetim altına aldığı görülüyor. Türkiye’nin istememesine rağmen, rejim güçleri şu sıralarda Menbiç’e giriyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan sorunun buradaki YPG varlığını engellemek olduğunu, Türkiye’nin hedefinin Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak olması hasebiyle bölgeye Esat’a bağlı birliklerin gelmesinin normal olduğunu ifade etmiştir. Bu beyan, Esat’ın Suriye’nn meşru yöneticisi olduğunun dolaylı biçimde dile getirilmesidir. Türkiye’nin daha net açıklamalardan kaçınması, bu konuda daha açık konuşmasının, halihazırda Suriye içinde askeri harekat yürüttüğü veya İdlib’te olduğu gibi asker bulundurduğu yerlerdeki mevcudiyetinin zeminini zayıflatacağı endişesinden kaynaklanmaktadır. Durumu dışarıdan değerlendirenler: “Eğer Esat Suriye’nin meşru yönetimini temsil ediyorsa, o zaman başkalarının denetimi altında bulunan bölgelerin de Suriye hükümetinin denetimine terk edilmesi lazımdır,” diyebilirler.
Erdoğan ince bir çizgi izliyor diyebilir miyiz?
Evet. Görebildiğim kadarıyla, şu sırada Erdoğan, Esat rejimini tanımaya giden yolda elini pazarlıkta güçlendirecek bir dizi kaynak oluşturmak istiyor. Halihazırda devam eden operasyon da bu yönde değerlendirilebilir. Türkiye Suriye’nin yeni ve ümit edilir ki daha demokratik bir yönetime geçişini sağlaması arzulanan yeni bir anayasa yapım sürecine çok ümit bağlamış görünüyor. Ancak bu ümit pek de gerçekçi olmayabilir. Bence şu soruyu sormak daha doğru: Başar görevde kalsın veya kalmasın, Türkiye’nin gerçekleştirmesi gereken çıkarları nelerdir?
Kanaatimce Türkiye’nin hallledilmesini talep edeceği üç sorun var. İlk sorun Suriyeli mültecilerin ülkelerine dönmeleri ile ilgili. Tüm mülteciler ülkelerine istemeyeceklerse de, önemli bir bölümü dönmek isteyecektir. Bu insanların geri dönerek ülkelerinde hayatlarını yeniden kurabilmeleri için bir düzenlemeye ihtiyaç vardır. İkinci olarak, Türkiye ile işbirliği yaparak Esat yönetimine karşı mücadele eden Suriyeliler sorunu var. Bunlar için bir af çıkarılması gerekiyor. Ve üçüncü olarak, bilindiği gibi, Türkiye YPG’nin varlığı ve faaliyeti konusunda çok hassastır. Suriye hükümetinin, YPG’nin Suriye topraklarından Türkiye’ye karşı eylemde bulunmasına imkan vermeme sorumluluğunu üstlenmesi lazımdır. Bu üç koşulun karşılanması durumunda Esat rejiminin de facto (fiilen) tanınması gerçekleşebilir. Resmen ya da de jure tanınması için ise anayasa yapımı sürecinin sonucunun beklenmesi gerekecektir.
YPG’den söz ederken, onun da tutumunu değiştirdiğine işaret edebiliriz. Artık ABD’nin kendilerine yardım edeceğinden ümidi kestiler mi?
Amerikan siyasi düzeninin başlıca kurumlarında YPG’nin destek bulmasına rağmen, Amerikan ordusu Suriye’de denetimi altına aldığı yerlerin büyük bölümünden çekilmiştir. YPG-Amerikan ilişkisinde karşılıklı güven unsuru o kadar zayıflamıştır ki, bundan sonra Amerikalılar yeniden “Biz sizi çok seviyoruz” deseler dahi, eski yakınlığın yeniden ihdas edilebileceği şüphelidir. Belki de kabul etmemiz gereken husus YPG’nin aslında kendi ayakları üzerinde durabilecek güçte bir yapılaşma olmadığıdır. Bir güç olarak ayakta kalabilmesi, ancak onu destekleyen bir dış gücün varlığına bağlıdır. Ayrıca, YPG Suriye’nin tüm Kürt nüfusunun temsilcisi de değildir. Biraz daha fazla bilgiye sahip olsalardı çoğu Amerikalının pek de hayranlık duymayacağı Marksist-Leninist bir örgüttür. YPG Suriye’de özerk bir bölge kurma hedefinden vazgeçtiğini açıklamaya mecbur kalmıştır. Suriye hükümetiyle arasını düzeltmeye çalışmaktadır ki izleyebileceği tek yol da budur. Bu durumda Esat’ın YPG’den gelecek taleplere olumlu yaklaşması için bir neden yoktur çünkü YPG yalnız kalmıştır ve başvurabileceği başka adres de bulunmamaktadır.
Belki de karşımızdaki olay dış güçlere dayanarak ve onlar adına hareket ederek kendi hedeflerini gerçekleştirmeyi ümit eden toplulukların kaderi ile ilgilidir. Bu şekilde hareket eden topluluklar, bir vade sonunda dış güçlerin onlarla değil, kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için onları nasıl kullanabilecekleriyle ilgilendiklerini idrak ediyorlar. Bölgenin Kürtleri daha önceki dönemlerde de benzer tecrübeler yaşamışlardır. Önce bir büyük devlete güvenmişler, bilahare terk edilince bir başkasının himayesine yönelmişler fakat yine aynı kaderle karşı karşıya kalmışlardır.
Gerçekten de jeopolitik çok pis bir oyun ve Kürtler de herhalde bu dersi artık öğrenmiş olmalılar.
Haklısınız.