Sürdürülebilir olmayan tercihler!
ARKA PLAN / Mehmet Uğur Civelek Geçtiğimiz hafta genelinde finansal piyasalarda yaşanan eğilimler, bazı kesimlerin görmek istediği gibi en kötünün geride kaldığı ve işlerin düzelmeye başladığı anlamına gelmiyor. Çok kısa vadeli bir bakış açısı ile beklentileri yönlendirerek günü kurtarmayı amaçlayanlar, aynı yaklaşımla kendi yarattıkları sorun ve dengesizliklerin büyümesini önleyemezler. 2001-2007 yılları arasında sermaye piyasalarındaki balonu şişkin tutmak ve gayrimenkulde yeni balon yaratmak yönündeki çok kısa vadeli yaklaşım düzenli olarak durgunluk riskini öteleyerek büyüttü; bu durum finansal istikrarsızlık potansiyelini de paralel şekilde etkilerken, enflasyonist baskıları düzenli bir şekilde tırmandırdı. Asıl önemlisi bu eğilimlere çok ciddi bir bağımlılık oluştu, serbest piyasa anlayışına ilişkin temel ilkeleri tüketirken oluşan ahlaki çöküntü bataklığı hareket yeteneğini önemli ölçüde sınırladı; bir gün yeniden normale dönebilme ihtimalini sıfırladı. Orta vadeli bir bakış açısı ile değerlendirildiğinde durgunluk ve finansal kırılganlık korkusu, enflasyon korkusuna galip geldi; enflasyonist baskıların tırmanmasına izin verildi. Fakat durumun böyle algılanmasını enlgellemek adına ne gerekiyor ise herşey yapıldı. Bu dönemde uluslararası piyasalarda uzun vadeye yayılan eğilimler izledik; dolar diğer paralara karşı değer kaybetti, menkul ve gayrimenkul değerleri yükseldi, reel faizler geriledi, dolar bazındaki emtea fiyatları oluşan dengesizlikler nedeniyle yükseldi. Para politikaları bir daha sıkılaştırılmamak üzere gevşetildi, sermaye hareketleri anormal boyutlara sıçradı ve eriyen faaliyet gelirleri bu süreçte oluşturulan faaliyet dışı gelirlerle ikame edilebildi. Bu gelişme ve tercihleri dikkate almadan bugünü anlamak ve geleceğe yönelik tahmin yapmak ne yazık ki mümkün değil, ancak çok kısa vadede beklentileri yöneterek günü kurtarmaya çalışanlar, temennilerini tahmin diye pazarlayabilmek için özetini vermeye çalıştığımız tabloyu hafızalardan temizlemeye çalışıyor. Geçtiğimiz hafta boyunca, uluslararası arenada dolarda ve sermaye piyasalarında kayıpların kısmen geri alındığını, petrol dışındaki emtia fiyatlarının bir miktar gerilediğini gördük. Bu aşamada sormak gerekiyor; bu eğilimlerin güçlenerek devam etmesi durumunda enflasyonist endişeler azalabilir, fakat durgunluk ve finansal kırılganlık risklerin de azalabilir mi? Menkul ve gayrimenkul şeklindeki varlık fiyatları ile emtia fiyatları yaklaşık yedi yıldır paralel hareket ediyordu ve tüm çabalara rağmen bu durum ortadan kaldırılmamıştı; bundan sonra da bu ilişkinin kırılabileceğine ilişkin hiçbir şey yok. Eğer dolar güçlenecek ve satın alma gücü yeniden artacak ise, enflasyon baskısı da azalabilir, fakat menkul ve gayrimenkul şeklindeki varlık değerleri de eninde sonunda geriler, durgunluk derinleşir ve finansal kırılganlık daha önce görülmemiş seviyelere sıçrar. Merkez bankalarının kurtarma operasyonları mecburen büyük hacimlere ulaşır. Güvensizlik büyür, sermaye hareketleri riskten kaçınma eğiliminin güçlenmesine paralel olarak daralmaya devam eder. Doların bundan sonra değerleneceğini umanlar yanlış hesap yapıyor ve herkesi bu yanlış hesaba ortak etmeye çalışıyor!.. Uluslararası arenada doların orta vadede değer kazanması da, kaybetmeye devam etmesi de sorun: Zira ya durgunluk ve finansal kırılganlık korkusu ya da enflasyonist baskılar tırmanıyor; güvensizlik büyüyor ve sorunlar ağırlaşıyor. Her ihtimalde sermaye hareketlerinin daralması riskini ortadan kaldırmak pek mümkün olamıyor. Dışarıdaki bu tablo ülkemizdeki gelişmeleri de etkiliyor. Örneğin Migros, ATV-Sabah satışlarında finansmanın çok büyük kısmı yerli bankalardan temin ediliyor, likör fabrikasının arazisine sadece bir teklif geliyor. Bu aşamada sormak gerekiyor, neden böyle olmaya başladı? Türkiye'de finansman dışarıdan daha ucuz hale mi geldi, yoksa dış finansman imkanları çok daraldığı için mecburen mi böyle oldu? Her iki ihtimalde de, içeride hem nominal, hem de reel faizlerin yükseleceği gerçeği ile tanışmak zorunda kalınmıyor mu? Evet 2008'de küresel koşullar, Türkiye'nin dış finansman ihtiyacını karşılamasına izin vermeyecek, enflasyon-döviz kuru ve faizler yükseliş eğiliminde olacak. IMF ve AB çıpaları bu durumu tersine çeviremeyecek. Son birkaç haftada yaşananlar ise bu gerçeklerin anlaşılmasını geciktirmeye çalışmaktan öteye gidemiyor. Başka bir deyişle geçen hafta finansal piyasalarımızda, orta vadede beklenenin tam aksinin yaşanmış olması işlerin düzelmeye başladığı anlamına gelmiyor. Biraz soluklanmak, biraz taşınan risklerin azalması fırsatını yaratmak için kafa karıştırmak gerekiyor ve malum kesimler de bunun için çaba harcıyor. Enflasyon beklentileri bozulduğu halde faziler yükseltilemiyorsa enflasyon hedefli para politikasından vazgeçilmiş demektir. Bu durum diğer tüm politik tercihlerin değişmek zorunda olacağı anlamına gelir. Bu algılamayı biraz geciktirmek için akıntıya karşı yüzmeye çalışanlar çıkabilir, bazı kesimleri başarılı olacağına da inandırabilir! Aynı kesimler dalgalı kuru tartışmaya açmaya çalışarak, döviz kurunun yükselmeyeceği yeni bir alternatif arayışına girerek durumu farklılaştırmaya çalışabilir!.. Geçen hafta gerek ülkemizde, gerekse küresel düzeyde yaşanan eğilimler, taşınan risklerin azaltılması için güzel bir fırsattı... Unutmayın, durgunluk derinleşirken, kırılganlık artıyor, enflasyon baskısı da giderek daha ciddi bir tehdit olmayı sürdürüyor. Merkez bankaları artık yangın çıkmasını önleyemiyor, tulumbacı takımı gibi koşturup yangın söndürmeye çalışarak tüm enerjisini tüketiyor...