Sürdürülebilir olmayan eğilimlerin kaderi...
Finansal piyasalarımızda yaşanan gelişmeler ve değişmeye başlayan beklentilere bakılır ise Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası ile mali sektör arasındaki iletişim kopmuş durumda! Taraflar sanki aynı dili konuşmadığı için birbirlerini anlayamıyor, yıkıcı olmaya başlayan tepkisellik kontrol altına alınamıyor. Türk Lirası değer kaybediyor, risk alma isteği azalıyor; durumu dışarıdan izleyenler ne olup bittiğini anlamakta zorlanıyor. Bu aşamada sormak gerekiyor mali sektörün iddia ettiği gibi Merkez Bankası yanlış mı yapıyor? Para politikasında gündeme gelen son değişikliklerde siyasi iradenin etkisi var mı ve yaşananlar eksen kaymasının bir ürünü mü?
Baştan açıkça dile getirelim sürdürülebilir olmayan yaklaşımlarda işbirliği yaparak, beklentileri yapay bir şekilde günü kurtaran kesimler arasında ciddi sıkıntılar yaşanması kaçınılmazdır; sorunlar ğırlaştıkça çıkarlar farklılaşır, eninde sonunda ortalık karışır. Konuya bu açıdan baktığımızda 2003-2010 yılları arasında mali sektör, Merkez Bankası ve siyasi irade arasındaki uyumun çok iyi olduğunu, 2010 yılı iknici yarısından itibaren durumun değiştiğini görüyoruz. Diğer taraftan yukarıdaki kesimler arasındaki uyum var iken üreten kesimlerin sorunları ağırlaşmış, nefes almak bile zorlaşmıştı, son değişimin daha önce dışlanarak büyük faturalar ödemeye mahkum edilmiş kesimleri nasıl etkileyeceği ise şimdilik belirsiz. Mali sektör hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını biliyor; dış koşulların veya mevcut tercihlerin değişmesi durumunda gelişmelerin kontrolden çıkabileceğini ve çok olumsuz etkileneceğini kestirebiliyor. Merkez Bankası ve siyasi irade ise değişen dış ve iç koşullar nedeniyle tercih değişikliği gerektiğini görüyor, diğer kesimler ile herhangi bir uzlaşı aramadan uygulamaya geçiyor, yüksek düzeyli belirsizlik ve kırılganlığı görmezden geliyor; belki de hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını bildiği ve çok endişe ettiği için bir şeyler yapmaya çalışıyor. Ortada dış destekle ve mali sektör -Merkez Bankası- siyasi irade üçlüsü ile yaratılmış bir saadet zinciri vardır ve kırılmaya başlamış gibi görünmektedir. Birbirini tamamlayarak oluşan bir sistemde hiçbir sektörün daha az önemli olmadığı unutulmuş, sorunlar ağırlaştıkça endişe ve korku büyümüş, sistemik risk kapıyı çalmaya başlamıştır.
Mevcut koşullarda Türkiye ekonomisinin ne işsizlik, ne de enflasyon ve faiz yükselişine tahammülü yoktur; fakat en az biri ile tanışmak zorunluluğu gündeme gelmiştir. Mali sektör enflasyon ve faizlerin düşmesi ve yükselmemesi lehine olan eski tercihin değişmemesi gerektiğini bu konunun hayati önem taşıdığını, bunun değişmeyeceği varsayımına göre risk aldıklarını düşünmekte ve tepki vermektedir. Bu nedenle cari açığın büyümesine, finansman kalitesinin düşmesine; faaliyet gelirlerinin erimesi ve rekabet koşullarının olumsuzlaşmasına kayıtsız kalmış, Türk Lirası'nın değerlenmesi ve öyle kalması lehine tavır almıştır. Türk Lirası değerlendikçe enflasyon ve faizler gerilemiş, menkul ve gayrimenkul şeklindeki varlık değerleri faaliyet gelirlerindeki erimeye rağmen balonlaşmış, kredi hacmi kalitesi düşerken geometrik bir hızla büyümüştür. Merkez Bankası'nın son aylarda devreye soktuğu kararları bu aşırı kırılgan durum nedeniyle endişe ve tepki ile karşılaşmışlardır. Onlara göre kredi artış hızının sınırlanması ve Türk Lirası'nın değer kaybı lehine çaba harcanması büyük bir gaflettir!.. Merkez Bankası'nın son PPK toplantısında kısa vadeli faizleri yüzde 0.25 oranında düşürmesini Türk Lirası'nnı daha da değer kaybetmesinin istendiği şeklinde yorumlamış gibi görünüyorlar.
Şahsen mali sektörün konuyu abarttığını düşünüyor, Merkez Bankası ve siyasi iradeden gelen son tercih değişikliklerini daha farklı yorumluyorum. Merkez Bankası ve siyasi iradenin mevcut eğilimlerin sürdürülebilir olmadığını bildiğini, genel seçimlere kadar herhangi bir sıkıntı yaşanmaması adına bir şeyler yapmaya çalıştıklarını düşünüyorum. Cari açığın daha fazla artmaması ve Türk Lirası'nın daha fazla değerlenmemesini sağlayabilirer ise biraz daha zaman kazanacaklarını düşündüklerini ve bunu yapmaya çalıştıklarını tahmin ediyorum. Bu çerçevede geçtiğimiz hafta yapılan PPK toplantısında ya faizlerin düşmeyeceğini ya da en fazla yüzde 0.25'lik son bir gerileme kararı alabileceklerini tahmin ediyordum. Bu çerçevede hem işsizliğin daha fazla artması önlenecek, hemde baz etkisi sayesinde haziran ayına kadar enflasyon cephesinde çok ciddi bir sıkıntı yaşanmayacaktı... Yaklaşık on gün öncesine kadar mali sektör yüzde 0.5 faiz düşüşü bekliyordu fakat bu durum Merkez Bankası Başkanı'nın bir konuşmasında yaptığı değerlendirme nedeniyle değişti; faizlerin değişmeyeceğine, eğer değişir ise Türk Lirası'nın daha fazla değer kaybetmesinin istendiği şekline dönüştü. Endişe büyüdü; Hazine ihalelerine ilgi azaldı, risk alma isteği geriledi. Kısa vadeli faizler yüzde 0.25 gerileyince de küçük bir panik yaşandı, Türk Lirası sepet bazında yüzde 3'e yakın oranda değer kaybetti.
Yaşananlar sorunların iyice ağırlaştığına, güvensizliğin büyüdüğüne işaret ediyor. Eğer her şey göründüğü gibi olsa, sürdürülebilirlik bulunsa bunların hiçbiri bu şekilde yaşanmazdı. Ne diyelim, sürdürülebilir olmayan eğilimlerde işbirilği yaparak sorunları ağırlaştırarak faturayı diğer kesimlerin sırtına yıkanların eninde sonunda birbirine girmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle gelişmeler sürpriz sayılmaz... Kısa vadede yeniden birbirlerini anlayıp uzlaşsalar da bu durum kalıcı olmaz.