Sürdürülebilir kalkınma ve çevre
Sürdürülebilir kalkınma kavramı ilk defa 1987 yılında Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun (World Commission on Environment and Development) “Ortak Geleceğimiz” (Our Common Future) raporunda kullanıldı. Raporda küresel dünyanın geleceğine yönelik alışılmadık tespitler yapıldı. Rapor kimi zaman komisyon başkanı, dönemin Norveç Başbakanı Gro Harlem Brundtland’ın adıyla da anılmakta. Bruntland Raporu’da çevreyi merkeze alan bir iktisadi yaklaşım benimsenmişti. Kısaca kurgu şöyle oluştu: Çevre-Toplum-Ekonomi. Açıkçası bu yaklaşım doğa merkezli yaklaşımdı. Doğal olarak neoklasik iktisatçılar hemen bu yaklaşıma karşı çıktılar.
Sürdürülebilir kalkınma kavramının merkezinde yer alan “çevre” için iki temel kısıt var: enerji ve küresel ısınma. Ortak geleceğimiz raporu sonrasında BM nezdinde bir dizi konferans serisi ve bu serinin altında yine konferanslar düzenlendi. Bunların başlıcalarını sıralayalım:
. 1992 Rio de Janerio Zirvesi
. BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Kyoto Protokolü
. 2002 Johannesburg Zirvesi
. 2012 Rio de Janerio Zir vesi (Rio+20 Zirvesi)
Bu zirvelerde sadece küresel ısınma ve çevre sorunları değil, cinsiyet eşitliğinde, dinsel çatışmalara, nüfus planlamasından, genç işsizliğe, gelir dağılımındaki bozukluklara değin, kalkınmanın göstergeleri tartışıldı, protokollere ülkeler imza koydu, bunlara ilişkin ülkelerinde düzenlemeler yaptılar. Özellikle sera gazı üretimini engellemeye yönelik yaptırımlar bu konferanslarda en çok öne çıkan konu oldu. Protokollerde sanayi sektörü ağırlıklı kimi ülkeler, ya da yükselen ekonomilerin bazıları çeşitli gerekçelerle doğanın yok edilmesini engellemeye yönelik bu düzenlemelere karşı muhalif tavır sergilediler. Hangi ülkeler mi? Bazıları çok tanıdık ülkeler; kapitalist ülkelerin başında ABD ve ahbap-çavuş kapitalizmin temsilcileri Çin, Rusya ve Türkiye.
Buna rağmen 2012 Rio+20 zirvesinde bu çekincelerin birçoğu kalktı. Çünkü dünya hızlı ısınmaya başladı. Çevre felaketleri başını alıp, gitmeye başladı. Buna rağmen başta bazı ülkeler CO2 salınımı konusunda umarsız tavır gösterdi. Fosil yakıtlar konusunda adım atmadılar. Bundan dolayı dünya enerji üretiminde hala ilk sırayı %41,3 ile kömür almakta. İkinci sırayı %21,9 ile doğal gaz, üçüncü sırayı da %15,4 ile hidro enerji almakta. Bu dağılımda nükleer enerjinin payı %11,7, yenilebilir enerjinin payı %3 dolayında.
2011 yılında Japonya’da Fukuşima’daki deprem sonrası yaşanan nükleer felaket bazı ülkelerin aklına başına getirdi. Nükleer enerjiden vazgeçme kararı aldılar. Almanya’da bu kararı üstelik muhafazakar bir partinin, Hıristiyan Demokratlar’ın hükümeti aldı.
Türkiye çevre konusunda hep korku ile baktı, büyümenin önünde bir engel olarak gördü. Resmi ideoloji, çevrecileri radikal görüşteki insanlar olarak gördü. Ülkenin birçok kesimi de böyle gördü. Bundan dolayı Akkuyu nükleer santral ihalesi yapılırken kitlesel karşı çıkış olmadı. İnsanımız ne Çernobil’i ne de Fukuşima’yı düşündü, görmezlikten geldi.
Ege Üniversitesi İktisat Bölümü
Akademik Düzlemde Ekolojik İktisat Diyor
Türkiye’de hal böyle iken, Ege Üniversitesi İktisat Bölümü tarafından her yıl düzenlenen Uluslararası Öğrenci Kongresi’nin 18.’sinde “Ekolojik İktisat ve Yeşil Büyüme” ana tema olarak belirlenmiş. Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ayten Ayşen Kaya kongreye konuşmacı olarak davet ettiğinde, severek gelirim dedim. Açılış dersinde bu hissimi şöyle ifade ettim “Burada konuşmak keyifli, çünkü Ege Üniversiteli dostlarla beraberim, burada konuşmak istedim, çünkü nükleer enerjiden korkuyorum”. Nükleer enerji konusunda ben de gelgitler oldu. İki oğlum nükleer santrallere hayır derken, iktisatçı kimliğim acaba diyordu. Ancak Fukuşima kazası ve son olarak G-20’nin on yedinci büyük ekonomisi olduğu iddiasındaki ülkemde bir gün süren elektrik kesintisini nedeninin hala bulunup, halka açıklanmayınca, artık “Nükleer santrale karşı çıkmanın boynumuzun borcu” olduğuna düşünüyorum.
Bundan dolayı dört günde 98 bildiri ile “Yeşil Ekonomi ve Büyüme” konusunu masaya yatıran Ege Üniversitesi İİBF, İktisat Bölümü’nü candan kutluyorum, onlara destek vermeliyiz diye çağrı yapıyorum. Diğer üniversitelere de hadi biraz kıpırdayın demek isterim. Bıkmadınız mı hala cari açık, döviz kuru konuşmaktan. Unutmayın iktisat insanla ilgili bir bilim dalı.