Sürdürülebilir büyüme tüketimle mi üretimle mi yapılır?
Ekonomilerin temel hedeflerinden olan büyüme (diğerleri fiyat istikrarı ve tam istihdam sağlamak) öncelikle sürdürülebilir olması ve dağılımının adaletli olması temel koşullardandır. Dün açıklanan 2022 büyüme rakamlarını bu bakış içerisinde değerlendirmeye çalışacağım. 2022 yılı GSYH %5,6 oranında gerçekleşmiştir.
2022 yılı son çeyrek büyümesi ise %3,5 seviyesinde olduğu görülmektedir. Tablo 1’e baktığımızda 2022 yılı büyümesinin kaynakları konusunda bazı tespitlerde bulunmak mümkündür. Sonuçlara göre 2022 yılı Türkiye’nin yaklaşık son 25 yılın en yüksek enflasyonunun (TÜFE %64,3) olduğu bir yıl olması doğaldır ki TL düzeyinde büyüme rakamlarını yüksek çıkmasında etkili olmuştur. Ancak büyümeye çeyrekler itibariyle bakıldığında aşağı yönlü azalış da dikkat çekmektedir.
Burada özellikle uygulanan Yeni Ekonomi Politikası sonuçlarının da etkisi göz ardı edilemez. Özellikle 2020 yılı ile birlikte ihracatın büyümede yarattığı olumlu etki dikkate alınırsa, yeni ekonomi programın özellikle 2022 yılı ikinci yarısından sonra zımni kur kontrolü!!!
Etkisi ile birleşerek ihracat fiyatlamalarında negatif sonuç yaratmıştır. Bu gelişmede ihracatın artışının zayıflamasına ve büyüme oranlarının aşağı yönlü seyrine yol açmıştır.
Büyümeyi iç tüketimin sürüklediği görülüyor
2022 yılı büyümesinin alt bileşenlerine baktığımızda ise özellikle büyümeyi iç tüketimin sürüklediği görülmektedir. İç tüketimin bu konudaki motivasyonu da yukarıda belirttiğim gibi enflasyon olmuştur. Özellikle ihracatın son çeyrekte negatif etkisi 2023 yılı ile ilgili aynı ekonomi politikası izlendiği takdirde nasıl bir sonuç vereceği konusunda öngörü vermektedir. Zaten bu etkiyi teyit ettiğimiz bir başka ekonomik gösterge olan dış ticaret verilerde tarihi açık rekorları kırmaktadır.
Fiyatlamadaki belirsizlik stoktan satışa yöneltti
Tablonun diğer değerlerine baktığımızda ise stok değişiminin bize verdiği mesajlar önemlidir. Buna göre stok değişimi 2. çeyrekten itibaren negatif değer olarak karşımızdadır. Burada da üreticinin beklentilerinin ve fiyatlamadaki belirsizliğinin stoktan satış yapmaya yönelttiğini bize göstermektedir.
Burada özellikle piyasadaki tüm fiyatlamaların reel ifade taşımaması firma davranışlarında korumacı yaklaşımı öne çıkartmaktadır. Büyüme değerleri tüm dünya da ekonomilerin performansları açısından en önemli gösterge olarak kullanılması detaylarda gizli yaklaşımları daha fazla takibini gerektirmektedir.
Örneğin büyüme rakamlarında kullanılan deflatör değeri, ortalama alınan kur seviyesi gibi bu rakamların tespitinde kullanılan yaklaşımlar doğaldır ki sonuçları da etkileyecektir. Büyümenin sağlanmasındaki sonuçlar başka ekonomik göstergelerde yarattığı etki veya başka ekonomik göstergelerin seviyesi büyümeye yansıması yönüyle de değerlendirilmelidir. Buna göre yukarıdaki Tablo 2’de enflasyon, cari açık oranı ve banka kredi düzeyi bu konuda bize farklı değerlendirmeler getirmektedir.
Kaynak ihtiyacı süreklileşti
Tablo 2'den çıkan sonuçları şöyle özetleyebiliriz: 2018 beri büyüme, cari açık ve kredi kullanımı arasında anlamlı bir ilişki olduğu görülmektedir. Enflasyon bu ilişkide asimetrik bir davranış sergilemektedir.
Bu ilişkileri yorumlarsak Türkiye’nin kronik sorunu da vurgulamış oluruz; “Büyürken cari açık yaratan ve bu açığı tetikleyen kredi büyümesinin de etkisinin aynı yönde hareket etmesidir” Ülkemizin özellikle ihracat politikasının istenen katma değerli yapıya dönüşememesi, dolayısıyla da finansal kaynak ihtiyacının mikro ölçekte firmalarımızın sürekliliği haline gelmesi, bu ilişkinin devam ettiği yıllarda büyümenin oluşmasına imkân tanımaktadır. Herhangi bir dışsal faktör veya içsel değişim bu ilişkiyi bozmakta ve büyümede istikrarsızlığı getirmektedir. Son Söz: Sürdürülebilir büyüme üretim kaynaklı olmasına ve fiyat istikrarının sağlanmasına bağlıdır.