Sürdürülebilir büyüme için denge
Hüseyin Sert / YATIRIM FİNANSMAN
2008 yılındaki konut krizinin ardından iktisat ile finans arasındaki önemli bir ayrımın farkına varıldı. İktisat değer yargılarını araştırırken finans gerçeğin peşinden gitmeliydi. Temel homo economicus varsayımı altında kişi kendi çıkarı için fırsatları kovalarken en iyi yaptığı işe yönelecek ve fayda maksimizasyonu sağlayarak toplumun genel refah seviyesi artırılmış olacak. Tabi tüm bu süreç zarfında en temel varsayım bireyin rasyonel davranışlar sergileyecek olmasıdır. Buna karşın rasyonel davranıştan sürü psikolojisi eşliğinde kopulduğu durumlarda bireyin getiri doyumsuzluğu fiyatların olması gereken düzeylerin oldukça üzerinde oluşmasına neden olup finansal göstergeleri gerçeklikten uzaklaştırarak iktisat ile finans arasındaki dengenin bozulması sonucunu doğurmaktadır.
Yaşanılan derin krizin öncesinde dünya 1929 krizinde Ekonomi-Finans dengesinde finansın gerçeklikten uzaklaşmasıyla ağır bir sarsılma yaşamıştı. Ancak finansal temellerin gerçeklikten uzaklaşırken iktisadi temellerin de sağlam olmadan yaşanılan en önemli kriz 2008 yılında ABD konut sektöründe görüldü. Finansal piyasalarda "cross-sectional" boyutta bir dalgalanma yaşanmaması adına merkez bankaları bol likidite politikaları uyguladı. Bol likidite programları, makro iktisadi temellerin bireyler üzerinde olumsuz beklenti oluşturmasından dolayı reel ekonominin işlerlik kazanamamasıyla makro temelleri açısından görece dayanıklı olan yüksek getiri imkanı veren gelişmekte olan ülkelere yöneldi.
Bu piyasalardan son yıllarda en fazla göze çarpan Türkiye oldu. Türkiye'nin kredi not artışının eklenmesiyle görünümündeki olumluluk önümüzdeki yıl da sürecek. Gelişmiş ekonomilerin piyasaları desteklemeye devam edecek olması likiditenin devamını sağlayacak olup gelişmekte olan ülkeler arasında görünümü görece pozitif duran Türkiye'ye sermaye akışı devam edecektir. Buradaki temel nokta gelişmiş ülkelerde piyasaya verilen desteklerin iktisadi koşullar nedeniyle reel ekonomiye dönmeyip gelişmekte olan ülkelere yönelirken Türkiye özelinde gelen yabancı sermayenin de reel ekonomiye kanalize edilmesi sürdürülebilir büyüme açısından önemlidir. Öte yandan yapılan çalışmalar hızlı para girişlerinin yurtiçi kredilerin hızlı artışı ve kurdaki reel değerlenmenin gelecekte finansal kargaşaya neden olduğunu göstermektedir.
Ocak/2007-Ekim/2012 tarihleri arasında aylık olarak yabancı sermayenin yaptığı doğrudan yatırımların ağırlığı finans ve sigorta faaliyetlerinde olmak üzere hizmetler sektöründe gelişirken 2011 yılından itibaren imalat sanayi ağırlıklı olmak üzere sınai sektörüne yapılan yatırımlarda artış gözlenmektedir. Kredi artışıyla doğrudan yabancı yatırımları arasında anlamlı bir etkileşim olmamasının yanında finansal piyasalarda sermaye girişlerinin artışıyla kredi büyümesi arasında pozitif ilişki bulunmaktadır.
Her ne kadar global likidite bolluğu devam etse dahi marjinal etkilerinde azalma görülmektedir. Olası bir ikinci not artışıyla sermaye girişinin yükselişi Türkiye'nin reel ekonomi-finans dengesini bozmadan büyümeyi devam ettirebilmesi için likiditeyi katma değer artışını sağlayacak yatırımlara yönelterek cari açık sorununa yapısal çözüme katkı sağlaması gerekmektedir. Bu doğrultuda Merkez Bankası'nın önümüzdeki yıl büyümeyi yönlendirmeye yönelik başarılı kredi ve kur ayarlamaları yapması gerekecektir. Merkez Bankası'nın yurtdışı talepteki durağanlık nedeniyle TL'nin değerlenmesini istemeyeceği bir kur politikası ve sermaye girişlerinin devamıyla kredi oranlarının yükselmeyeceği bir kredi politikası arasında sürdürülebilir politika izleyeceği öngörülebilir.