”Süper Mario”nun parasal genişleme operasyonları Avrupa'yı kurtarac
Dün "Süper Mario" lakaplı Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi'nin planlamış olduğu "Uzun Vadeli Refinansman Operasyonu" (LTRO) adı verilen bankalara kaynak dağıtımının 2. ayağı da başarılı bir şekilde gerçekleşti. 800 bankanın katıldığı ihalede toplamda 530 milyar euro'luk bir kaynak 3 yıl vade ve %1 faizden verildi. Bu şekilde AMB'nin "miktarsal rahatlama" (QE) olarak adlandırılan FED'in başarılı parasal programının izinden gittiğini söylemek yanlış olmaz. (İngiltere ve Japon merkez bankaları da, daha küçük çapta ama benzer operasyonlar gerçekleştirmekteler.)
Son operasyondan sonra AMB tarafından bu yöntemle dağıtılan toplam kaynak miktarı 1 trilyon euro'yu geçmiş vaziyette. Ancak, dağıtılan bu paranın "net" olmadığını, bir kısmının AMB tarafından daha önce verilmiş olan kısa vadeli kaynakların yenisiyle değiştirme amacıyla kullanıldığını hatırlamakta fayda var. 1. LTRO'da piyasaya çıkan net likidite 193 milyar euro idi, dünkü 2. LTRO'da da bu miktarın 314 milyar euro civarında olduğu tahmin edilmekte.
Yapılan bu neredeyse limitsiz para enjeksiyonları sayesinde, Avrupa bankalarının likidite kaynaklı risklerinin tamamen yok olduğu söylenebilir. Görülen ikinci olumlu etki ise bir kısım riskli ülke tahvillerinin faizlerinde görülen gevşeme. Bu durumun başlıca sebebi ise 1. LTRO'dan sonraki bir ay içerisinde özellikle İtalyan ve İspanyol bankalarının devlet tahvili portföylerini sırasıyla %13 ve %29 oranında artırmış olmaları. Bu şekilde İtalya'nın %5, İspanya'nın ise %3.6 civarında olan 2 yıllık devlet tahvillerinin faizleri %2.5'in altına geriledi. Bu durum bu ülke bankalarının hem ellerindeki tahvil portföylerinin değerlenmesini, hem de düşük maliyetli fonlarla aldıkları yeni tahviller sayesinde neredeyse oturdukları yerden kar etmelerini sağlıyor.
Operasyonun diğer bir olumlu etkisi de, bu sene toplamda 700 milyar euro kadar vadesi gelen borcu bulunan Euro Bölgesi bankalarının bu borçları çevirmede yeni aldıkları kaynakları kullanarak rahatlayacak olmaları. Öte yandan, operasyonun amaçlanan diğer hedefi olan Avrupa bankalarının reel sektöre verdikleri kredileri artırarak durgunluğa giren Avrupa ekonomilerinin canlanmasını sağlamalarının ise henüz gerçekleştiğini söylemek zor, ancak analistler dünkü ihaleye 400 milyar euronun üzerinde bir talep gelmesinin bankaların kredi verme iştahında artışa işaret edeceğini belirtmekteydiler (ki, gerçekleşme bunun oldukça üzerinde oldu).
Açıkçası, 2008 krizinden önce, sadece parasalcılar değil, ortodoks ekonomistler bile gelişmiş ülke merkez bankalarının bilançolarını bu derece genişletici operasyonlar yapmalarını son derece riskli bulabilirlerdi. Ancak, gelin görün ki, bilançolardaki anormal boyuttaki genişlemelere rağmen enflasyon oranlarında önemli bir artış söz konusu değil. (Son 12 aylık enflasyon Euro Bölgesi'nde %2.6, ABD'de ise %2.9. Kriz öncesi 2007'de bu rakamlar sırasıyla %2.1 ve %2.8 idi.) Her ne kadar bazı yorumcular "durgunluktan çıkıldığında büyük bir enflasyon dalgası yaşanabilir" iddiasındaysalar da, genel konsensüs böyle bir gelişmenin yaşanmayacağı yönünde.
Citibank Başekonomisti Willem Buiter daha da ileri giderek bilançosu 3 trilyon euro büyüklüğü geçmiş olmasına rağmen sadece 80 milyar euro sermayesi bulunduğu için ciddi bir iflas riski olduğu iddia edilen AMB'nin aslında 3.4 trilyon euro'luk bir zararı bile rahatlıkla abzorbe edebileceğini savunmakta. Bu miktarın 500 milyar eurosu sermaye ve bilançoda yer almayan altın, döviz ve diğer yatırımların yeniden değerleme karından geliyor. Ancak asıl etkiyi sağlayan AMB'nin potansiyel senyoraj gelirleri. ("Senyoraj" bir Merkez Bankası'nın para tedavülünden elde ettiği kar.) Buiter'in hesaplamasına göre eğer Avrupa ekonomisi uzun dönemde %1 büyüme ve %2 enflasyon trendini sürdürürse, AMB'nin gelecekteki senyoraj gelirleri 2 trilyon euro'yu geçecek. Ancak bu gelirler uzun vadeye ilişkin ve bilançoda ilk anda yer almayacak gelirler. AMB ise bir Avrupa ülkesinin veya bir Avrupa bankasının batması sonucunda şu anki 80 milyar euroluk sermayesinin tamamını kaybedip bir anda iflas durumuna düşebilir. Öte yandan, merkez bankalarının negatif sermaye ile faaliyete devam etmeleri daha önce görülmemiş bir durum değil. Buiter, bu durumda, AMB'nin üye ülkelerden sermaye yardımı almak yerine rahatlıkla negatif sermaye ile yola devam edebileceği görüşünde.
Gerçekleşen operasyonun Türkiye ekonomisini ilgilendiren tarafı tabii ki, özellikle bankacılık kanalıyla gelen finansman akımlarının devamlılığı konusu. İlk operasyon sonrasında bu konuda önemli bir rahatlama olduğu görüldü. Bu durumun devam etmemesi için hiçbir sebep yok. Öte yandan, dün açıklanan dış ticaret rakamları, MB'nin göreceli "gevşek" duruşu, büyümeye ilişkin artan beklentiler ve petrol fiyatlarında kalıcılık arz etmeye başlayan artış dikkate alındığında bu sene de yüksek miktarda bir dış finansman ihtiyacının ortaya çıkacağını unutmamak gerekiyor.
Tuğrul Belli
"Süper Mario"nun parasal genişleme operasyonları Avrupa'yı kurtaracak mı?
Dün "Süper Mario" lakaplı Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi'nin planlamış olduğu "Uzun Vadeli Refinansman Operasyonu" (LTRO) adı verilen bankalara kaynak dağıtımının 2. ayağı da başarılı bir şekilde gerçekleşti. 800 bankanın katıldığı ihalede toplamda 530 milyar euro'luk bir kaynak 3 yıl vade ve %1 faizden verildi. Bu şekilde AMB'nin "miktarsal rahatlama" (QE) olarak adlandırılan FED'in başarılı parasal programının izinden gittiğini söylemek yanlış olmaz. (İngiltere ve Japon merkez bankaları da, daha küçük çapta ama benzer operasyonlar gerçekleştirmekteler.)
Son operasyondan sonra AMB tarafından bu yöntemle dağıtılan toplam kaynak miktarı 1 trilyon euro'yu geçmiş vaziyette. Ancak, dağıtılan bu paranın "net" olmadığını, bir kısmının AMB tarafından daha önce verilmiş olan kısa vadeli kaynakların yenisiyle değiştirme amacıyla kullanıldığını hatırlamakta fayda var. 1. LTRO'da piyasaya çıkan net likidite 193 milyar euro idi, dünkü 2. LTRO'da da bu miktarın 314 milyar euro civarında olduğu tahmin edilmekte.
Yapılan bu neredeyse limitsiz para enjeksiyonları sayesinde, Avrupa bankalarının likidite kaynaklı risklerinin tamamen yok olduğu söylenebilir. Görülen ikinci olumlu etki ise bir kısım riskli ülke tahvillerinin faizlerinde görülen gevşeme. Bu durumun başlıca sebebi ise 1. LTRO'dan sonraki bir ay içerisinde özellikle İtalyan ve İspanyol bankalarının devlet tahvili portföylerini sırasıyla %13 ve %29 oranında artırmış olmaları. Bu şekilde İtalya'nın %5, İspanya'nın ise %3.6 civarında olan 2 yıllık devlet tahvillerinin faizleri %2.5'in altına geriledi. Bu durum bu ülke bankalarının hem ellerindeki tahvil portföylerinin değerlenmesini, hem de düşük maliyetli fonlarla aldıkları yeni tahviller sayesinde neredeyse oturdukları yerden kar etmelerini sağlıyor.
Operasyonun diğer bir olumlu etkisi de, bu sene toplamda 700 milyar euro kadar vadesi gelen borcu bulunan Euro Bölgesi bankalarının bu borçları çevirmede yeni aldıkları kaynakları kullanarak rahatlayacak olmaları. Öte yandan, operasyonun amaçlanan diğer hedefi olan Avrupa bankalarının reel sektöre verdikleri kredileri artırarak durgunluğa giren Avrupa ekonomilerinin canlanmasını sağlamalarının ise henüz gerçekleştiğini söylemek zor, ancak analistler dünkü ihaleye 400 milyar euronun üzerinde bir talep gelmesinin bankaların kredi verme iştahında artışa işaret edeceğini belirtmekteydiler (ki, gerçekleşme bunun oldukça üzerinde oldu).
Açıkçası, 2008 krizinden önce, sadece parasalcılar değil, ortodoks ekonomistler bile gelişmiş ülke merkez bankalarının bilançolarını bu derece genişletici operasyonlar yapmalarını son derece riskli bulabilirlerdi. Ancak, gelin görün ki, bilançolardaki anormal boyuttaki genişlemelere rağmen enflasyon oranlarında önemli bir artış söz konusu değil. (Son 12 aylık enflasyon Euro Bölgesi'nde %2.6, ABD'de ise %2.9. Kriz öncesi 2007'de bu rakamlar sırasıyla %2.1 ve %2.8 idi.) Her ne kadar bazı yorumcular "durgunluktan çıkıldığında büyük bir enflasyon dalgası yaşanabilir" iddiasındaysalar da, genel konsensüs böyle bir gelişmenin yaşanmayacağı yönünde.
Citibank Başekonomisti Willem Buiter daha da ileri giderek bilançosu 3 trilyon euro büyüklüğü geçmiş olmasına rağmen sadece 80 milyar euro sermayesi bulunduğu için ciddi bir iflas riski olduğu iddia edilen AMB'nin aslında 3.4 trilyon euro'luk bir zararı bile rahatlıkla abzorbe edebileceğini savunmakta. Bu miktarın 500 milyar eurosu sermaye ve bilançoda yer almayan altın, döviz ve diğer yatırımların yeniden değerleme karından geliyor. Ancak asıl etkiyi sağlayan AMB'nin potansiyel senyoraj gelirleri. ("Senyoraj" bir Merkez Bankası'nın para tedavülünden elde ettiği kar.) Buiter'in hesaplamasına göre eğer Avrupa ekonomisi uzun dönemde %1 büyüme ve %2 enflasyon trendini sürdürürse, AMB'nin gelecekteki senyoraj gelirleri 2 trilyon euro'yu geçecek. Ancak bu gelirler uzun vadeye ilişkin ve bilançoda ilk anda yer almayacak gelirler. AMB ise bir Avrupa ülkesinin veya bir Avrupa bankasının batması sonucunda şu anki 80 milyar euroluk sermayesinin tamamını kaybedip bir anda iflas durumuna düşebilir. Öte yandan, merkez bankalarının negatif sermaye ile faaliyete devam etmeleri daha önce görülmemiş bir durum değil. Buiter, bu durumda, AMB'nin üye ülkelerden sermaye yardımı almak yerine rahatlıkla negatif sermaye ile yola devam edebileceği görüşünde.
Gerçekleşen operasyonun Türkiye ekonomisini ilgilendiren tarafı tabii ki, özellikle bankacılık kanalıyla gelen finansman akımlarının devamlılığı konusu. İlk operasyon sonrasında bu konuda önemli bir rahatlama olduğu görüldü. Bu durumun devam etmemesi için hiçbir sebep yok. Öte yandan, dün açıklanan dış ticaret rakamları, MB'nin göreceli "gevşek" duruşu, büyümeye ilişkin artan beklentiler ve petrol fiyatlarında kalıcılık arz etmeye başlayan artış dikkate alındığında bu sene de yüksek miktarda bir dış finansman ihtiyacının ortaya çıkacağını unutmamak gerekiyor.