Süper Lig'den bir Premier Lig yaratabilir miyiz?
Eylül ayında Kulüpler Birliği önderliğinde Türk futbol kamuoyu, Süper Lig'in yeniden yapılanmasını tartıştı. Türk futbol yapılanması açısından önemli değişiklikleri içeren bu tartışma konusu ne yazık ki sadece iki gün gazete manşetlerinde kaldı. Oysa bu konu göz ardı edilemeyecek kadar önemliÖBu konu üzerinde durmanın Türkcell Süper Lig'e yeni açılımlar getireceğini düşünüyorum.
Türkcell Süper Ligi'nden yeni bir Premiership yaratabilir miyiz? Bu yazı dizimizde bu konuyu tartışmaya çalışacağız. Öncelikle Türkcell Süper Ligi'nin genel ekonomi politiği üzerinde kısaca duracağız. Daha sonra da Türkcell Süper Lig yapılanmasını nasıl ve ne şekilde olursa Türk futboluna yararlı olabileceğini tartışacağız. Bu nedenle öncelikle Türk futbolunun politik ekonomisinden konuya girmenin yararlı olacağını düşünüyorum. Bu yazımızda bu konuyu derinlemesine ele alıp, gelecek yazımızda da Süper Lig'in yeniden yapılanması üzerinde duracağız.
1. Türk futbolunun ekonomi politiği ya da futbolumuzun temel sorunları
Son finansal krize kadar son beş yılda ortalama yüzde 25 büyüyen dünya ekonomisi, doğal olarak futbol ekonomisini de önemli büyüklüklere taşıdı. Dünya futbolunu parasal ve sportif anlamda domine eden Avrupa futbolu bu süreçte dünya ekonomisinin üzerinde bir gelişim kaydederek yüzde 31 civarında büyüdü. Deloitte'un raporlarına göre 2003 yılında yaklaşık 7,2 milyar Euro düzeyinde olan Avrupa futbolu bugün 13,5 milyar Euro'luk bir büyüklüğe ulaşmış durumdaÖ Yani bu süreçte Avrupa futbol pazarı yüzde 87'lik bir büyüme gerçekleştirirken; Türk futbol pazarı da yaklaşık 230 milyon Euro'luk bir pazardan 450 milyon Euro'luk bir pastaya ulaşarak, yüzde 95'lik bir gelişim kaydetmiş. Yani son küresel mali krize kadar sürekli büyüyen dünya ekonomisi futbol pazarını büyütmüş; buna bağlı olarak Türk futbol pastası da önemli bir gelişim kaydetmiş. Türk futbol pastasındaki bu gelişimde Federasyon'un 2005 yılında yaptığı bazı yasal değişikliklerin de önemli rolü bulunuyor. Bu bağlamda Federasyon 2005 yılında kulüplere yeni kaynaklar yaratabilme başarısını en azından gösterebildi.
Futbolun bir endüstri haline geldiği günümüzde yeni yasal değişiklikler, TFF Yasası'nda bazı iyileştirmeler de sağladı şüphesiz. Süper Lig'in ve Federasyon Kupası'nın isimlerinin satılmasının yanında, şans oyunlarından da ciddi gelirlerin Federasyon'a akması ve yeni sponsorluk sözleşmelerinin imzalanması, Türk futboluna yeni kaynaklar yarattı. Ancak tüm bunlar yapılırken, rekabetçi dengeyi yükseltecek; futbol kalitesini artıracak; futbol dışı öğelerin futbola etkilerini minimize edecek yasal ve yapısal dinamiklerde gerekli dönüşümler tam sağlanamadı. Büyüklerin lehine haksız rekabet en aza indirilemedi; sportif ve mali anlamda kartelci yapı kırılamadı; gelirlerin dengede rekabeti sağlayacak şekilde yeniden dağıtımı gerçekleştirilemedi; hukuksal ve yönetsel alanda verilen kararlarda standardizasyon bir türlü sağlanamadı...Kısacası altyapıda bazı olumlu hamleler atılmakla beraber, üstyapı buna uygun düzenlenemedi...
Bugün rekabetçi dengenin yerini haksız rekabetin aldığı, üç büyüklerin ekseninde şekillenen oligarşik lig yapılanışı Türk futbolunun gelişiminin önünü kesiyor. Sorunlarımıza bu yapılanış içerisinde, bu yönetsel mantalite ve hareket tarzı ile çözüm bulmak son derece zor görünüyor. İşte biz bu makalemizde, bu problemlerin aşılabilmesi için Türk futbolunun Federasyon ve kulüpler bazında nasıl bir yapılanmaya gitmesi gerektiğini tartışmaya çalışacağız. Bu yazımızı iki bölümde incelemenin yer darlığı nedeniyle yararlı olacağını düşünüyoruz.
Bu haftaki yazımız öncelikle Türk futbol yapılanmasını altyapı ve üstyapıda analiz edip röntgenini çekecek. Gelecek haftaki yazımızda ise Türk futbolunun nasıl bir yönetsel, mali, iktisadi ve yasal yapılanmaya gitmesi gerektiğini tartışacağız. Bu kapsamda Süper Lig AŞ ne ölçüde başarılı olur? Bunu ele almaya çalışacağız.
2. Türk futbolunda rekabetçi denge ne durumda?
Bugün Türkcell Süper Ligimiz'de yaşanan sorun ve sıkıntıların en önemli nedenlerinden birisi olarak karşımıza gelir dağılımındaki dengesizlikten kaynaklanan haksız rekabet çıkıyor. Büyüklerin lehine, küçüklerin aleyhine olan bu yapıyı aslında Süper Lig'in taşıyabilmesi ve sürdürebilmesi pek de mümkün görünmüyorÖ
Ellibir yıllık profesyonel futbol geleneğimizde, futbolun henüz endüstriyelleşmediği 80'li yılların öncesinde futbol sanki daha bir adildiÖ Futbolun sonucu daha çok yeşil sahalarda belirleniyordu ve para futbola bugünkü kadar hükmedememişti. Bu söylediklerimizi ajitatif bir değerlendirme olarak almayınız lütfenÖ Anadolu kulüpleri de şampiyonluğa istisnai olsa da oynayabiliyordu. Çok fazla örnek olmamasına karşın, (Trabzonspor hariç) bugüne kadar şampiyonluğu kıl payı kaçıran üç Anadolu takımıyla karşılaşıyoruz. Bu takımlarımızdan Eskişehirspor 1969-70 sezonunda 7 puan; 1971-72 sezonunda da 3 puan farkla ligi ikinci tamamlayarak, şampiyonluğu kılpayı kaçırırmışÖ Adanaspor ise 1980-81 sezonunu şampiyonun hemen arkasından 5 puan eksikle tamamlamışÖ Geçen yılın flash ekibi Sivasspor ise ligi şampiyonu Galatasaray'ın arkasından 6 puan eksikle ligi 4. olarak tamamlamış. Trabzonspor'u saymazsak, şampiyonluğa bu kadar yaklaşan başka Anadolu takımı da çıkmamış bugüne kadar.
51 yıllık süreçte İstanbul 45 şampiyonluk yaşarken, Anadolu sadece Trabzon ile altı şampiyonluk yaşamışÖ Matematiksel olarak ifade edersek, Türkiye profesyonel futbol ligindeki şampiyonlukların yüzde seksensekizi İstanbula gitmişÖBu çok büyük bir oran.
Futbolumuzun bugün önünde iki temel sorun duruyor
Bunlardan ilki, rekabetçi dengeyi sağlayacak ve haksız rekabeti ortadan kaldıracak bir yapıya hala ulaşılamamış olması; diğeri ise, mevcut sınırlı kaynakların dengesiz dağılımı ile bu kaynakların etkin ve verimli kullanılamamasıdır. Bu iki temel sorun, futbolumuzun kalitesini olumsuz etkilemekte, sportif ve mali başarının önünü kesmektedir. O halde öncelikle yapılması gerekeni sorgulamalıyızÖ Yükselen bir değer olarak Türk futbolunun Avrupa ve dünya futbol pastasından daha fazla pay alabilmesi için neler yapmalıyız?
Öncelikle Türk futbolunun sosyo-ekonomik yapılanışını iyi analiz etmemiz gerekiyorÖ Bu bağlamda konuya yaklaştığımızda Türk futbolunun bugün çok ciddi altyapı ve üstyapı sorunlarının bulunduğunu görüyoruz. Tesis ve stat olarak yeterli altyapıyı sağlayamayan kulüplerimizin, sahip olduğumuz yetenek havuzunu da efektif kullanamadıkları ortada.
Futbol Ekonomisi kitabımızda yer verdiğimiz konuya ilişkin çalışmaların sonucunda ortaya iki yalın gerçek çıktı. Bunlar: Türkiye profesyonel futbol ligimizde gerçek anlamda bir "gelir dağılımı dengesizliği"nin olduğu ve bu olumsuzluğun yeşil sahalarda ciddi bir " haksız rekabet"e yol açtığıydıÖ
Bu bölümde biz bu iki temel eksende Türk futbolunun yapısal zaafları ve Anadolu kulüplerinin çıkış noktaları üzerinde durmaya çalışacağız.
3. Rekabetçi dengeden ne anlıyoruz?
Kulüplerin yönetimlerinde hâlâ konvansiyonel düşünceye sahip, dar vizyonlu, çağdaş ve profesyonel yönetim anlayışından uzak zihniyetler iş başındaÖÇağımız futbolunun endüstriyel dönüşümünü yakalayamayan, hala kulüpleri sadece sportif organizasyon olarak değerlendirip, onları birer ekonomik organizasyon olarak algılayamayan ve kavrayamayan yöneticilerden, neredeyse yüz milyonluk bütçeleri yönetmelerini bekliyoruz.
Bunlar futbolumuzun yapılanışındaki sosyal ve yönetsel zaaftan bir kısmı belkiÖAncak esas önemli sorun: Futbolumuzu Avrupa'da ve dünyada sportif ve mali başarıya taşıyacak parasal gelir düzeyimizdeki zaaflarÖ
Rekabetçi denge denildiğinde konuya üç açıdan yaklaşmak gerekiyor. 1. 1. Mali anlamda rekabetçi denge; 2. Sportif anlamda rekabetçi denge; 3. Entelektüel-kültürel anlamda rekabetçi denge.
Öncelikle mali anlamda rekabetin denge noktasını bulabilmek için Türk futbol pastasının büyüklüğünü net olarak ortaya koymalıyız. Daha sonra bu büyüklüğün ne anlam ifade ettiğini endüstriyel futbolun kabesi Avrupa futboluyla kıyaslamalıyız ki, gerçek büyüklüğümüzün farkına varabilelim. Buna göre aksiyomlar alabilelim.
4. Türk futbolunun iktisadi ve mali durumu
Yaptığımız hesaplamaları baz aldığımızda Türk futbol pastasının büyüklüğü 450 milyon Euro'ya ulaşmış durumda. Aslında muhasebeye yansıyan rakam buÖ Muhasebeye yansımayan, ülkemizde faaliyetlerini devam ettiren 150 futbol kulübünün faaliyetleri için yapılan yerel destekler de dikkate alındığında; (Süper Lig'in dışında profesyonel futbol kulüplerinin yıllık faaliyetleri için minimum 750 bin Euro civarında ortalama bir bütçeye ihtiyaç duyulmaktadır.) Türk futbol pastasının büyüklüğü 750 milyon dolara ulaşıyor. Bu büyüklük 13.5 milyar Euro'luk Avrupa futbol pastasının yaklaşık yüzde 3'üne karşılık geliyor. 600 milyar dolara yaklaşan GSYİH (Gayri safi yurtiçi hasıla) ile UEFA'ya bağlı 52 ülke içinde en büyük on ekonomi içinde olmamıza karşın, Türk futbolunun mali anlamda Avrupa futbol pastasından yeterli payı alamadığı ortaya çıkıyor.
Türk futbol pastası bugün itibariyle ne yazık ki olması gereken büyüklükten çok uzaktaÖ Futbol pastasının yeterli büyüklüğe ulaşamaması kulüplerimizin Avrupa'da başarılara ulaşmasının önünü kesiyor. Bu nedenle Avrupalı devlerle rekabet edemiyoruz. Sportif başarı olmayınca, mali başarı da gelmiyor. Türk futbolu kendisini yeniden üretecek ve uluslararası marka olmasını sağlayacak başarılara imza atabilmek için gerekli kaynağı yaratmakta zorlanıyor.
Sorun sadece 450 milyon Euro büyüklüğündeki futbol gelirlerimiz, kulüpler arasında rekabeti artıracak, teşvik ve şikeyi ortadan kaldıracak, sportif başarıyı getirecek şekilde kulüplere dağıtılmıyor, dağıtılamıyorÖ Rekabetçi denge kurulamıyor, kulüplerimiz dengede rekabet edemiyor. Bu nedenle Türk futbolu yükselen bir değer olarak, Avrupa ve dünya futbolundan daha fazla pay alamıyor.
Kayıtlı değerler üzerinden hesapladığımız 450 milyon Euro'luk Türk futbol pastasının paylaşımına bakıldığında ise üç büyük kulübün, toplam gelirin yüzde 29'unu yarattığı görülüyor. Trabzonspor'u da dahil ettiğimizde bu pay yüzde 37'e kadar çıkıyor. Sadece Süper Lig'deki kulüplerimizi baz alsak bile geriye kalan ondört kulübün bu pastadan aldığı payın ortalaması yüzde 4.5'a kadar düşüyor. Kaldı ki, 2., 3. ve amatör liglerimizi bu pastanın paylaşımına dahil etmeden bu hesabı yapıyoruz. Durum bu olunca, ligin tepesindeki dört kulüp ortalama yüzde 9.5 oranında pay alırken; kalan ondört kulübün payı ise yüzde 4.5 civarında gerçekleşiyor. Sonra da bu kulüplerimizden rekabet edebilmesini bekliyoruz. Hangi bütçe ve hangi kaynakla bu kulüpler rekabet edecekler? Türk futbolunun yapılanışındaki bu oligopolistik tekelci ve dengesiz yapı devam ettiği sürece, aslında biz bu kulüplerimizi rekabet etmemeye zorlamış oluyoruz.
Aşağıdaki tabloda yer alan veriler bize Türk futbol pastasının büyüklüğünün 450 milyon Euro'ya yaklaştığını gösteriyor. Bu gelirler içinde en önemli kalemi yüzde 27,39 ile naklen yayın gelirleri oluşturuyor. Bu geliri takip eden diğer önemli gelir kalemi ise yüzde 16.1'lik payla, Sportif AŞ'lerin temettü gelirleri, logolu ürün satım gelirleri (merchandising gelirleri), hibe ve yardım gelirleri vb. gelirler bulunuyor. Tribün gelirlerinin payı ise yüzde 13'e düşmüş durumda. Türk futboluna önemli kaynak aktardığı iddia edilen İddaa gelirlerinin payı ise toplam içinde sadece yüzde 14.5. Sponsor gelirleri ise toplam gelirin sadece yüzde12.23'ünü oluşturuyor.
2007-08 itibariyle Türk Futbol Pastasının Büyüklüğü
Tutar (Milyon Euro) Toplam gelir içindeki payı (yüzde)
Tv yayın hakları 123 27,39
Süper Lig isim hakkı satışı 14 3,22
Tribün gelirleri 60 13,34
Sponsor gelirleri 55 12,23
Saha içi reklam pastası 50 11,12
Fortis Türkiye Kupası isim hakkı satışı 9 2,09
İddaa gelirleri 65 14,50
Diğer gelirler 72 16,11
TOPLAM (Milyon Euro) 450 100,00
Futbol pastamızı oluşturan gelir kalemlerinin kulüplere dağılımına bakıldığında ise bu pastadan en büyük payı dört büyük kulübün aldığını görüyoruz. Nitekim, TV yayın gelirlerinin yüzde 42'si; Tribün gelirlerinin yüzde 49'u; Sponsorluk gelirlerinin yüzde 23'ü; saha içi reklam gelirlerinin yüzde 35'i dört büyük kulübe gitmektedir.
Futbol pastasının paylaşımı
Gelirler Dört büyük kulübün payı (yüzde)
Tv yayın hakları 42
Tribün gelirleri 49
Sponsor gelirleri 23
Saha içi reklam pastası 35
Diğer gelirler 27
Futbol faaliyetlerinin finansmanında yeterli öz kaynağa sahip olamayan Türk futbol endüstrisinin yoğun bir şekilde yabancı kaynağa, özellikle de banka kredisine yöneldiğini görüyoruz. Güncel verileri baz aldığımızda kulüplerin mali sektörden kullandıkları kredilerin 250 milyon Euro'ya ulaştığını gözlemliyoruz. Toplam futbol pastasının yüzde 55'ine karşılık gelen bu oran, bize futbolun kendi faaliyetlerinden fon yaratamadığını da gösteriyor. Kullanılan kredilerin 220 milyon Euro'luk kısmının da, yani yüzde 88'inin de üç büyüklere ait olduğunu belirtelim.
Kulüplerimizin havuz gelirlerinden aldıkları payların yıllar itibariyle gelişimini gösteren aşağıdaki tabloyu da yakından incelediğimizde Süper Lig'de yaşanılan haksız rekabetin boyutunu da net olarak görmüş olacağız. Yıllar itibariyle dört büyük kulübün toplam havuz gelirlerinin neredeyse yarısını kendi aralarında paylaştıkları görülüyor. 2005 yılında havuz gelirleri dağıtım kriterlerinin değişmesi üzerine nispeten dört büyüklerin pastadan aldıkları payda bir gerileme olduğu gözlemleniyor.
Konsolide edilmiş finansal tablolar
Bugün Süper Ligi sportif, iktisadi ve mali anlamda domine eden üç büyük kulübün finansal tablolarını konsolide ettiğimizde de aşağıdaki sonuçlar karşımıza çıkıyor:
1- Üç büyük kulüp toplam 130 milyon Euro civarında; yani toplam futbol pastasının yüzde 29'una karşılık gelen bir gelir yaratabiliyor.
2- Buna karşın, bu kulüplerin toplam gelirden aldıkları pay, ürettiklerinden yüzde 6 daha fazla. Yani üç büyük kulübün yıllık yaptığı harcama giderleri 160 milyon Euro'ya ulaşmış vaziyette. Bu tutar ise toplam futbol pastasının yüzde 35'ine karşılık geliyor. Bu durumda üç büyük kulüp, yarattıkları gelirden daha fazlasını futbol pastasından almış oluyor. BU SONUCA GÖRE ÜÇ BÜYÜK KULÜP TOPLAM FUTBOL PASTASINA YÜZDE 29 KATKI SAĞLARKEN; BU PASTADAN YÜZDE 35 PAY ALIYOR. ÜRETTİKLERİNDEN DAHA FAZLASINI HARCIYORLAR (TÜKETİYORLAR.)
3- Mali kesimin futbol kulüplerine açtığı kredilerin toplamı 250 milyon dolara ulaşmış durumda. Üç büyük kulübün mali kesimden aldığı pay ise yüzde 88 civarındaÖ Diğer deyişle mali olanakların büyük bir kısmı da bu kulüplerce kullanılmış oluyor.
4- Üç kulübün de yıllık gelirleri giderlerini karşılamaktan uzakÖ. Bu nedenle sektör, finansal dengesini dış kaynak ya da transfer olunan diğer gelirlerle sağlıyor. Üç kulübün yıllık net açıkları 60 milyon dolara ulaşmış haldeÖbu tutar toplam pastanın yüzde 9.6'sına karşılık geliyor. YANİ ÜÇ BÜYÜKLER TÜRK FUTBOLUNUN KIT VE SINIRLI KAYNAKLARINI EFEKTİF VE VERİMLİ KULLANAMIYORLAR. KULLANDIKLARI KAYNAKLARI İSE, PASTAYI DAHA DA BÜYÜTEBİLECEK ŞEKİLDE HARCAMIYORLAR. KAYNAKLAR RASYONEL KULLANILMIYOR.
5- Üç kulübün aktif ve pasiflerine bakıldığında, net borçlu oldukları görülüyor. Yani sahip oldukları mevcut ve alacaklarının yani aktiflerinin, borç ve yükümlülüklerini karşılayamadığı; üç kulübün net varlık olarak ekside oldukları; bu kulüplerin toplam net borçlarının 232 milyon Euro'ya ulaştığı gözlemlenmektedir. Üç kulüp de pasif açığı vermektedir.
6- Üç büyük kulübün toplam yıllık ücret ve maaş giderleri yıllık 96 milyon Euro civarında. Kulüp başına ortalama ücret ve maaş gideri 32 milyon Euro'ya ulaşmış durumdaÖ Kulüplerin yıllık ücret ve maaş giderlerinin, toplam cirolarına oranı ise ortalama yüzde 74'e yaklaşmış vaziyette.
Finansal analiz genel sonucu
Üç büyük kulübün 2007 finansal değerleri üzerinden yaptığımız konsolide finansal analiz bize gösteriyor ki; üç büyük kulüp yıllık ortalama 42 milyon Euro gelire ulaşırken; giderler ortalaması ise 53 milyon Euro'ya yükseliyor. Üç kulübün yaptığı toplam 160 milyon Euro'luk gider ise toplam Türk futbol pastasının yüzde 35'ine karşılık geliyor. İşte haksız rekabetin ve dengesiz gelir dağılımının nirengi noktasını da burası oluşturuyor. Türk futbol kaynaklarının yüzde 35'ini kendi aralarında harcayan üç kulübün yarattığı gelir ise ne yazık ki, giderlerini karşılamaktan uzak ve bu nedenle bu üç kulüp her yıl bütçe ve nakit açığı veriyor. Bunun anlamı ise Türk futbolunun kıt ve sınırlı olan kaynaklarının, bu kulüpler tarafından etkin ve verimli kullanılamadığıdır.
Yine bu kulüplerimizin net varlıkları yıllık ortalama 107 milyon Euro ekside görünüyor. Yani kulüplerimizin borç ve yükümlülüklerini karşılayabilecek yeterli aktif varlık yaratamadıklarını; borçlanma yoluna giderek faaliyetlerini ve aktiflerini finanse ettiklerini görüyoruz. Oysa futbol otoritesinden kıt kaynakların efektif, dengeli ve rekabetçi düzeyi yükseltecek, teşvik ve şikeyi ortadan kaldıracak şekilde dağıtımını planlaması ve yapması beklenirdi.
Mali anlamda rekabetimizi etkileyen unsurları kısaca ana başlıklar halinde sıraladığımızda, kulüplerimizin genel olarak;
. Gelirlerinin giderlerini karşılamakta yetersiz kaldığını,
. Net varlıklarının borçlarını karşılayacak yeterliğe sahip olmadığını (Borç ve Yükümlülükler< net varlıklar),
. Yüksek maliyetle borçlandıklarını,
. Sahip oldukları kaynakları efektif ve verimli kullanamadıklarını,
. Düzenli ve istikrarlı gelirlerinin, toplam gelirler içinde düşük bir paya sahip olduğunu,
. Markalaşabilme konusunda stratejik bir görüşe sahip olmadıklarını körüyoruz.
Bu olumsuzluklar gelir dağılımındaki dengesizliği her geçen gün daha da artırıyor. Artan dengesizlik çarpık bir yapılanmayı da beraberinde getiriyor. Bu yapılanmanın kaçınılmaz sonucu olarak ta karşımıza dengesiz ve haksız rekabet çıkıyor. Bu yapı bir taraftan Anadolu'dan yeni şampiyonların çıkmasının önünü keserken, diğer taratan da Türk futbolunun rekabetçi yapısını zayıflatıyor, Avrupa ile rekabette geride kalmamıza neden oluyor. Futbol kalitemizin yükselememesi ve düşen reyting bizi kendi içimizde rekabete mahkum kılıyor. Oysa Türk futbolu sahip olduğu nüfus ve yetenek havuzu dikkate alındığında Avrupa ve dünya futbolundan hak ettiği payı alabilecek potansiyellere sahip görünüyor.
Sonuç
Bugün liglerimizde Türk futbolunun kalitesini yükseltecek, rekabetçi yapısını geliştirecek, teşvik ve şikeyi ortadan kaldıracak, kalitatif ve kantitatif sıçramayı sağlayabilecek niteliksel gelişimi ve dönüşümü gerçekleştirebilecek bir gelir dağılımının bulunmadığını görüyoruz.
Süper Lig başta olmak üzere tüm profesyonel liglerimizde haksız rekabet temelinde yükselen dengesiz bir rekabet bulunuyor. Özellikle Süper Lig'in dışındaki diğer liglerimizde kulüplerin gelirleri ile Süper lig gelirlerinin arasında büyük uçurumlar bulunuyor. Futbol pastasının yaratılmasında Süper Lig'in şüphesiz ki büyük bir katkısı bulunuyor. Bu çok doğal olmakla birlikte; Süper Lig'in rekabetçi kalitesini artırabilmesi ve kendisine yeni yeteneklerin diğer alt liglerden gelebilmesi, bu liglerin sportif ve mali/iktisadi rekabet düzeylerinin yükseltilmesine bağlı.
Günümüzde Lig A ve Lig B'de yaratılan gelirler, bu liglerin masraflarını karşılamaktan ne yazık ki çok uzakta. Lig A'da bir kulübün bütçesi minumum 2,5-3 milyon dolar civarındayken, bu tutar Lig B'de yaklaşık 1 milyon dolar civarında. Bir kulübün yıllık minumum giderleri Lig A'da 1,5-2 milyon dolar düzeyindeyken; Lig B'de bu durum minumum 1 milyon dolar mertebesindedir.
Mevcut durum bu yapının daha da devam edeceğini gösteriyor. Türk futbolunun bir yerde fidanlığı olarak değerlendirilebilecek Lig A ve Lig B'nin varlıklarını devam ettirebilmesi, mali ve iktisadi rekabetçi dengenin, dengede rekabeti sağlayacak şekilde yeniden konumlandırılmasını gerektiriyor. Bu liglere aktarılan gelirlerin, en azından liglerin operasyonel giderlerini karşılayacak düzeye çekilmesi büyük ve acil bir görev olarak Türk Futbol otoritesinin önünde duruyor.
Süper ligin dışındaki liglerin yaşayabilmesi parasal dengesizliği en aza indirebilecek yeni düzenlemeleri zorunlu kılıyor. Olaya sadece bir paylaşım/dağıtım sorunu olarak ta bakılmamalı. Bu sorunun giderilebilmesi ancak futbol pastasının daha da büyütülebilmesiyle mümkün olacaktır.
Tüm bu olumsuzluklar, daha baştan Anadolu kulüplerinin ''başaltı'' takımı olmayı kabul etmiş bir yönetim anlayışı ve oyun felsefesiyle varlıklarını idame ettirmeye çalışmalarına; vizyon ve misyon olarak ta ''rekabete odaklı'' ve büyükleri zorlayabilecek bir "şampiyonluk şiarına" ulaşamamalarına neden oluyor.
Bu durum Türk futbolu için kanayan bir yaradır. Futbol gelirlerinin adil paylaşımı belki de hiç bir zaman mümkün olmayacaktır. Ama rekabeti öldürmeyecek ve dengede rekabeti oluşturabilecek bir yapıyı kuramadığımız sürece Türk futbolunda rekabete ve kaliteye hasret kalacağımız görülüyor. Bu yapının oluşturulması, sadece lokal rekabeti getirmiyor. Avrupalı devlerle de başedebilmenin yolu buradan geçiyor.
Gelecek hafta nasıl bir lig yapılanması ile Türk futbolunu büyütebileceğimizi ve rekabet üstünlüğümüzü artırabileceğimizi tartışacağız.