Süper Lig'de üç büyüklerin devri bitiyor mu?
26 yıl aradan sonra bir Anadolu takımı Bursaspor, Trabzonspor'dan sonra Süper Lig'i şampiyon olarak bitirince bunun geçici mi yoksa kalıcı mı bir şey olacağı tartışılmaya başlanmıştı. Öyle ya son Anadolu şampiyonu Trabzonspor 26 senedir Süper Lig'de şampiyon olamıyordu ve hala İstanbul'un egemenliği yıkılmaz bir şekilde devam ediyordu. İşte Bursaspor bu anlayışın belki de gerçekten süreç içinde değişmesine olanak sağlayacak bir hamleyi geçen yıl üç büyüklerin önünde ligi şampiyon bitirerek gerçekleştirebildi. Bu olay belki de Anadolu'nun yeniden uyanış hareketinin başlangıcıydı.
Bu hafta Süper Lig'de bir Anadolu ihtilali oldu mu? Yoksa bu geçici bir başkaldırma mıydı? Onu irdeleyip yorumlamaya çalışacağız.
Önce konuya rekabetçi denge açısından yaklaşmamız bizi sağlıklı bir analize götürebilir. Bu nedenle konuya öncelikle "rekabetçi denge analizi" yaparak başlamak en doğru yaklaşım olacaktır.
Futbolda rekabetçi denge
Günümüz futbolunda rekabetçi denge, kulüpler arasında dengede rekabeti sağlayabilmek bakımından çok önemli bir sorun olarak karşımızda duruyor. 1990'ların ikinci yarısından itibaren giderek ticarileşip endüstriyel bir karaktere bürünen futbol, rekabet bakımından güçlü bütçeler gerektiriyor.
Yüksek bütçeli kulüpler rekabeti kendi lehlerine bozmuş durumdalar. Yani, zengin kulüpler sahip oldukları finansal güç ve olanaklar sayesinde, haksız rekabet üstünlüğünü ele geçirmiş vaziyetteler. Haksız rekabet doğal olarak, dengesiz rekabeti beraberinde getiriyor. Dengesiz rekabet ise futbolun orta ve uzun vadede kalite ve reyting kaybına yol açabilecek en önemli faktör olarak kendini somutluyor.
Futbolun kalitesi, rekabetçi yapının daha güçlü ve dengeli olmasına bağlı. Kulüpler arasında dengede rekabeti kurabilen yapılanmalar, rakiplerine göre daha rekabetçi ligler haline gelebiliyor. Bu kapsamda rekabetçi liglerde futbol kalitesi daha yükselirken, reyting de daha fazla artmakta; buna bağlı olarak kulüplerin gelirleri geometrik olarak artabiliyor. Doç. Dr. Kutlu Merih ile birlikte kaleme aldığımız Futbol Ekonomisi isimli kitabımızda rekabetçi denge üzerine çok derinlemesine yaptığımız analizlerde gördük ki; futbolda rekabetçi dengeyi yanlış noktada tesis eden ligler, süreç içinde rakiplerine göre rekabette geride kalmakta ve önemli gelir kaybına uğramaktalar. Özellikle "finansal denge" rekabeti şekillendiren en önemli faktörlerden birisi. Kulüpler arasındaki finansal dengesizlikler, rekabetin yapısını bozuyor. Bozulan rekabet yapısı ise zengin kulüpler lehine haksız rekabetin doğmasına neden oluyor. Bu nedenle bu haftaki yazımızda kulüplerin birbirleriyle olan rekabetlerini etkileyen en önemli unsur olan finansal denge sorunu üzerinde durmaya çalışacağız.
Finansal denge sorunu
Daha önce "Futbolun Paradoksal Sorunları" başlığıyla kaleme aldığımız yazıda da dile getirdiğimiz üzere, lig bütünlüğü içinde rekabetin kalitesinin yükselmesi, toplam kaliteyi artırıyor! Yani bir bakıma bir spor olayı, rakiplerin birlikte ürettikleri ortaklaşa bir üründür. Bunun kalitesi verdiği seyir keyfine ve sonucun belirsizliğine ve bu rekabetin neyi etkilediğine bağlıdır. Hal böyle olmakla birlikte; bazen bir ligde bir takımın finansal kazançlarını kullanarak, en iyi oyuncuları almasına olanak sağlanması, kulüpler arasında rekabetin zayıflamasına yol açıyor. Buna bağlı olarak, zengin kulüpler doğal olarak ligi domine ederken; diğer kulüpler de başaltı kulüpleri haline geliyor. Bu yapı böylece orta ve uzun vadede liglerde bazı kulüpleri mali açıdan daha da zayıflatır ve sportif anlamda geriye düşmelerine neden olurken; bu etkinlikten alınan keyif; belirsizliğin giderek ortadan kalkması nedeniyle azalmaya başlar. Bu şekilde bazı riskler de yok olur. Bu durum da seyircinin ilgisinin kaybolmasına ve takımların gelirlerinin düşmesine yol açar. Gerçekten de sporda rekabet temel olmakla birlikte, rekabetin anlamlı olabilmesi bakımından kazananlar kadar kaybedenler de iyi olmalı ki, bu yarışma devam etsin. Yani rekabetsiz ve sonu daha baştan belli olan hiç bir spor karşılaşması, ilgi ve destek görmez. Bu durumun genellik arz etmesi halinde, kazananlar daha güçlenirken, kaybedenler de giderek zayıflamaya başlar. Zaman içinde sporun temel ruhu olan rekabetçi yarışma bu şekilde ortadan kalkar. Bu duruma örnek olarak, üç büyüklerin Süper Ligimizdeki oligarşik egemenliği verilebilir.
Kısacası; Finansal denge sorunu aslında bizi yukarıda belirttiğimiz en önemli paradokslarından birisine götürüyor. Yani finansal dengesizlik paradoksuna…
Finansal güç rekabeti geriletiyor!
Şayet ligdeki her kulüp en iyi oyuncuları takımlarına transfer etmekte serbest olursa, kulüpler arasındaki rekabet, ücret ve primlerin yükselmesine yol açar. Parasal olanakları diğer kulüplere göre daha iyi olan kulüplerin, istedikleri futbolcuyu takımlarına transfer edebilmeleri, zaman içinde haksız bir rekabetin de doğumuna yol açıyor. Ortaya çıkan bu haksız rekabet, bu kulüpler arasındaki parasal uçurumların giderek daha da büyümesine neden oluyor. Haksız rekabetin yıkıcı etkisine maruz kalan, olanağı sınırlı diğer kulüpler yarışmalarda sadece "başaltı takımları" ya da "ötekiler" olarak kalıyor. Bu durum ise lig bütünlüğü içinde rekabeti bozarken, güçlüden yana haksız rekabetin de doğmasına neden oluyor. Nitekim Platini'nin bu durumu görerek, 2010 yılından itibaren gerek Şampiyonlar Ligi'nde, gerekse UEFA Kupası'nın formatında değişime gidecek olmasının altında bu neden yatıyor. Platini diğer yandan futbolda finansal dengesizliğin önüne geçebilmek için, kulüplerin harcamalarının, gelirlerinin yüzde 60'ı ile yüzde yetmişi arasında olmasını da tavsiye ediyor.
Bu paradoks, günümüz yaşamının ayrılmaz bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Objektif bir gözle bakıldığında, başta Avrupa olmak üzere, düzenlenen tüm futbol organizasyonlarında zengin ve büyük takımların başat durumda olduklarını görüyoruz. Bu durum: Endüstriyel futbolun kendisini yeniden üretim aracı olan "reyting" için de yaşamsal bir öneme sahip. Çünkü finansal dengesizlik bir yandan "Şampiyon kültürü"nün yaşamasına olanak verirken, diğer taraftan futbol maçlarındaki heyecan fırtınasının dinmesine ve buna bağlı olarak lig reytinginin düşmesine neden oluyor. Daha baştan bir takımın maçı kazanma ihtimalinin yüksekliği mevcutsa o maçın izlenirliği giderek düşüyor ve bu durum uzun vadede gelir kaybına yol açıyor.
Aynen Süper Lig'de olduğu gibi. Aşağı yukarı her yıl Süper Ligimizde kimin şampiyon olacağının daha geçen yıla kadar yüzde 33.3 olasılıkla belirli olduğu bir ligde, Bursaspor'un şampiyon olması bazı şeylerin değiştiğinin ya da değişmekte olduğunun bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Ama henüz önlerinde gidilmesi gereken çok uzun ve engebeli bir yol var.
Gelirlerin dağılımı
Öz olarak futbolda finansal denge sorunu, futbol gelirlerinin dağıtımı sorunudur. Endüstrileşmeye paralel olarak değişen ve hızla artan futbol gelirleri, sonu kupa ile biten turnuvaların da giderek parasallaşmasına ve çok önemli sayılabilecek parasal ödüllerin dağıtılmasını gündeme getirdi. Bugün Şampiyonlar Ligi'ne kalan ve sıradan bir performans sergileyen kulüplerin bile 10 milyon euroya yakın parasal ödül kazanması veya UEFA Kupası'nı kazanan bir kulübün 8 milyon euro parasal gelire ulaşması veya Turkcell Süper Lig'i şampiyon bitiren bir kulübün bile sadece sportif performanstan 10 milyon dolara yakın bir gelir elde etmesi, parasal gelirin paylaşımı sorununu da beraberinde getiriyor.
Gelir dağılımındaki dengesizlik sorunu, sonuçta finansal dengesizliğe yol açıyor. Bu amaçla gelirlerin dağılım mekanizmaları futbol performansının profesyonel yapısını korumayı amaçlamaktadır. Bu anlayış ise futbola egemen olmaya başlayan rekabetçi pazar ekonomisi anlayışı ile ters düşmektedir. Pazar ekonomisi güçlü ve başarılı olanın ayakta kalmasını başarısızların ise tasfiye olarak veya diğerleri tarafından yutularak ortadan kalkmalarını gerektirir. Futbolun rekabetçi yapısı ise buna uygun düşmez. Başarılıların başarılı olması için başarısız olanların da varlığı gerekir. Bu da her kulübün kendi başının çaresine bakması yaklaşımından farklı finansal ve ekonomik düzenlemeleri gerekli kılar. Kulüplerin finansal ve ekonomik olarak kendi başlarının çaresine bakması, büyük taraftar tabanı olan güçlü kulüplerin lig yarışması içinde diğerlerinden giderek kopmasına; bu ise sektördeki finansal ve ekonomik dengelerin bozularak liglerin sağlığı için esas olan rekabetçi dengelerin de bozulmasına yol açıyor.
Rekabet futbolda kaliteyi getiren temel unsurlardan en önemlisi. Rekabetçi dengenin yüksek olmadığı ligler ne yazık ki daha büyük futbol pastası yaratamıyor. Şampiyonun ve başaltı takımların her yıl belirli olasılıklarla belirli olduğu liglerde, reytingin giderek düşeceği beklenir. Ya da teorik olarak bunun böyle olması gerekir.
Futbol pastasının paylaşımında İstanbul egemenliği
Futbol pastamızı oluşturan gelir kalemlerinin kulüplere dağılımına bakıldığında ise bu pastadan en büyük payı dört büyük kulübün aldığını görüyoruz. Nitekim, TV yayın gelirlerinin %42'si, tribün gelirlerinin %49'u, sponsorluk gelirlerinin %23'ü, saha içi reklam gelirlerinin %35'i dört büyük kulübe gidiyor.
Futbol pastasının paylaşımı
Gelirler Dört büyük kulübün payı (%)
TV yayın hakları 42
Tribün gelirleri 49
Sponsor gelirleri 23
Saha içi reklam pastası 35
Diğer gelirler 27
Futbol faaliyetlerinin finansmanında yeterli öz kaynağa sahip olamayan Türk futbol endüstrisinin yoğun bir şekilde yabancı kaynağa, özellikle de banka kredisine yöneldiğini görüyoruz.
Güncel verileri baz aldığımızda kulüplerin mali sektörden kullandıkları kredilerin 250 milyon dolara ulaştığını gözlemliyoruz. Yine kulüplerin toplam borçlanmalarının da yaklaşık 900 milyon dolara ulaştığını dikkate aldığımızda, Türk futbol kulüplerinin toplam borçlanma tutarı 1 milyar 150 milyon dolara ulaşıyor. Bu tutar Toplam futbol pastasının %40'ına karşılık gelen bu oran, bize futbolun kendi faaliyetlerinden fon yaratamadığını gösteriyor. Kullanılan kredilerin 205 milyon dolarlık kısmının da, yani %85'inin de üç büyüklere ait olduğunu belirtelim.
Üç büyüklerin havuz gelirleri, havuz dışı gelirlerinden daha küçük!
Yine üç büyüklerin Süper Lig havuz gelirleri toplamı ise 71 milyon dolar civarında. Bu tutar toplam havuz gelirlerinin %23'üne karşılık geliyor. Kalan %77'lik pay ise diğer 15 kulüp tarafından paylaşılıyor. Buna göre üç büyük kulüp başına düşen ortalama havuz geliri %7.6'ya gelirken; diğer 15 kulüp başına düşen ortalama gelir ise, toplam gelirin %5.1'ine karşılık geliyor. Bu durum bize, üç büyüklerin havuz gelirlerinin aslında toplam futbol pastasından maç günü gelirleri, sponsorluk, reklam ve medya ile logolu ürün satımından elde olunan gelirleri olarak elde ettikleri gelirlerin daha fazla olduğunu gösteriyor.
Havuz gelirlerinde Anadolu kulüpleri sportif performans olarak üç büyüklerden daha iyi performans ortaya koymalarına karşın, ilave futbol gelirleri yaratmada Anadolu kulüplerinin potansiyellerini harekete geçirememeleri, İstanbul'un finansal ve iktisadi üstünlüğünün devam etmesine neden oluyor.
Yukarıdaki tabloda yer alan veriler bize Türk futbol pastası büyüklüğünün 1 milyar 150 milyon dolara (yaklaşık 820 milyon euroya) ulaştığını gösteriyor. Bu gelirin paylaşımına bakıldığında ise bu gelirin yaklaşık %37'lik kısmının üç büyükler tarafından paylaşıldığını görüyoruz.
Üç büyük kulüp yıllık gelirleri toplamı 300 milyon dolara yaklaşırken, giderleri toplamı ise 400 milyon doların üzerine çıkmış vaziyette. Yani üç büyük kulüp 2009/10 itibariyle net 100 milyon dolar gider fazlası vermiş durumda.
Neredeyse Türk futbol kaynaklarının yüzde kırkını harcayan üç kulübün yarattığı gelir ise ne yazık ki, giderlerini karşılamaktan uzak ve bu nedenle bu üç kulüp her yıl bütçe ve nakit açığı veriyor. Bunun anlamı ise Türk futbolunun kıt ve sınırlı olan kaynaklarının, bu kulüpler tarafından etkin ve verimli kullanılamadığıdır.
Durum bu olunca, Anadolu kulüplerinden rekabet etmelerini nasıl bekliyoruz, hangi bütçe ve hangi kaynakla bu kulüpler rekabet edecekler? Bilemiyorum. Türk futbolunun yapılanışındaki bu oligopolistik tekelci ve dengesiz yapı devam ettiği sürece, aslında biz bu kulüplerimizi rekabet etmemeye zorlamış oluyoruz.
Her ne kadar havuz gelirleri dağıtım kriterlerindeki yeni düzenlemeler ve naklen yayın gelirlerindeki artış kulüplerin rekabet güçlerine olumlu etki yapsa da, hala İstanbul kulüplerinin geçmişten gelen finansal, iktisadi ve yönetsel egemenlikleri devam ediyor.
Bu koşullar altında Bursaspor'un ve diğer Anadolu kulüplerinin ortaya koydukları sportif performans gerçekten inanılmaz ve takdire değer…
Sonuç
Türk futbol yapılanması içinde her ne kadar Bursaspor geçen yılı şampiyon olarak tamamlamışsa da, hala futbol gelirlerinin paylaşımı ve kullanımında İstanbul egemenliği devam ediyor. Yani İstanbul'un finansal üstünlüğüne karşı Anadolu kulüpleri mütevazı bütçelerle, kaynaklarını görece daha etkin ve verimli kullanarak, sportif performans ortaya koymaya çalışıyorlar ve bunu başarabiliyorlar da…
Bugün Bursaspor'un ligde yürüyüşü çoğu Anadolu kulübüne de örnek olmuş durumda. Olympique Lyonnais (O.Lyon) da Fransız Lig 1'e 1989'a yükseldiğinde 10 milyon euro gelir, 20 milyon euro bütçesi ile sıradan bir takımdı. Ancak istikrarlı ve disiplinli gidiş, O.Lyon'u on sene içinde Fransız Lig'inin efendisi yaparken, Avrupa'nın da en elit kulüpleri arasına soktu. O.Lyon üst üste yedi kez Lig 1'i kazanırken gelirini 155, bütçesini de 225 milyon euroya çıkarttı… O zamanlar O.Lyon'un ilk şampiyonluğuna dudak bükenler, bugün O.Lyon'un başarısını alkışlıyor, takdir ediyor. Bursaspor da bu yürüyüşüne tıpkı O.Lyon gibi devam etmeli. Ya da Alman Volfsburg gibi…
Bursaspor'un şampiyonluğunu Anadolu ihtilalinin ayak sesleri olarak değerlendirmeliyiz. Ancak henüz daha tamamlanmamış, kesintisiz devam etmesi gereken bir devrim bu… Bu bağlamda Bursaspor'un bugün Süper Lig'de bulunduğu yeri ve geçen yıl ki şampiyonluğunu sportif bir başkaldırı olarak görüyor ve değerlendiriyorum. Bu performans uzun soluklu olursa, bunun arkasından gelecek mali başarı Süper Lig'de rekabetçi dengenin, dengede rekabeti sağlayacak şekilde yeniden konumlandırılmasına da olanak sağlamış olacak. Bu anlamda "kesintisiz devrim" devam etmeli. Bunun için bugünkü performansı asla küçümsemiyorum ama geçmişteki Trabzonspor örneğini de unutmuyorum. Bu nedenle Bursaspor'un bugünkü başarısının gözümüze tül örtmemesi gerekir. Bursaspor yeni Bursasporlar için de yürümeli bu yolda…