Süleyman ve Luther

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ [email protected]

Çok sayıda ekonomist University of Colorado'dan Prof. Murat İyigün'ün "Luther and Suleyman" makalesini okumuştur. Böyle çalışmalar, en azından meşhur dizi yayına girdikten sonra, merak uyandırabilir. Kalkınma iktisatçıları ve büyümeciler mesela McCleary-Barro makalelerine bakmışlardır çünkü herkesin referans verdiği Weber'in "Protestan Etiği" din-iktisadi büyüme-kalkınma ilişkisini kantitatifleştirmeyi iktisadın gündemine çoktan getirdi. Bilindiği gibi iktisat yayılmacı bir disiplindir ve sadece kur, faiz, hisse senedi, istihdam, büyüme, dış açık gibi standart konularla uğraşmayıp kalkınma, modernleşme, din, evlilik, çocuk sayısı tercihi, siyaset, uluslararası ilişkiler, çatışma çözümlemeleri, tarih, antropoloji, felsefe ve diğer pek çok temel alana da el atmıştır. Tabii bu tek yönlü bir yolculuk değildir ve söz konusu alanlardan da iktisadı etkileyen girdiler gelmektedir; o kadar ki ana akımın görünen yüzü bile yavaşça da olsa değişiyor. Sadece Santa Fe enstitüsüne bakmak bile yeterli. İktisat alanını kendi üzerine kapanmış bir iç disiplin matrisiyle yetinerek okuyan iktisadi düşünce tarihleri uzun süreden beri tatmin edici değil.

Televizyon dizisinde 1532 yılına geldik; yani Almanya seferine çıkılacak. Arada sırada elçiler geliyor, ortalıkta prensesler dolaşıyor, Alvise Gritti saraya girip çıkıyor. Lakin Osmanlı cihan imparatorluğuydu derken ne meram ediliyor, bu çok açık değil. Anladığım kadarıyla, Süleyman'ın seferlerinin kayıtları tutulduğu için hangi gün İstanbul'dan yola çıkıp ne zaman geri döndüğü bilinebiliyor. Bu dökümlerin rastladığım versiyonu doğruysa, Süleyman yaklaşık 46 yıllık saltanatının yaklaşık 82 aylık bölümünde sefer-i hümayunda bulunduğu için -en uzun seferleri 1548-49 ve 1553-55 İran seferleri, 21 ay ve 23 ay- geri kalan yaklaşık 39 yılını İstanbul'da -yani haremde- geçirmiş olmalı. Yine de, harem entrikalarına odaklanmak -Hürrem'in özel bir tarihi figür olmasına rağmen- benim tercihim olmazdı. Daha aşikar biçimde dış ve haliyle iç politika, bunlar ayrılamaz, ve askeri teknolojik gelişmeler, arayışlar, yabancı sermaye ve azınlıkların rolü vurgulanabilirdi. Gerçi bu ifadeyi kullanmak o dönem için pek de anlamlı değil; en azından sayı, servet, eğitim, nüfuz açılarından "azınlık" tanımlaması yapmak tuhaf olurdu. İmparatorlukta sonradan Müslüman olanların önemli görevler edindikleri de ortada. Ama, imparatorluk neden ve nasıl bir cihan imparatorluğu oluyor, etkisi nerede görünüyor, bu etki nasıl işliyor, Avrupa tarihinin tam göbeğine yerleşmeden o dönemde nasıl cihan imparatorluğu olunabilirdi gibi konuların biraz daha aşikar işlenmesini tercih ederdim. Osmanlının Avrupa'daki etkisi yeni keşfedilmiş bir konu olmadığı için bu etkiyi dizide bile daha spesifik yansıtmak mümkün olabilir.

Tabii, haremin etnik-dinsel köken kompozisyonu ve siyasi etkisinin Osmanlı fetihlerini doğrudan etkilediğine dair bir görüş de yok değil. Belki dizi ilerledikçe bunu biraz görürüz. O zaman sadece entrikaları izlememiz değil, madem ki dizi ağırlıklı olarak haremde geçiyor, haremdeki güç savaşının dışarıdaki etkilerini hissetmemiz de sağlanabilir. Osmanlı politikasında haremin rolü konusu yeni değil. Fakat özellikle sultan annelerinin ve haremin yapısı değiştikten sonraki dönemde haremi yöneten valide sultanların etnik-dini kökenlerinin savaş kararlarına olan etkisinin analizini yapan detaylı kantitatif bir çalışma okumayı tercih edecekler için İyigün, "Lessons from the Ottoman Harem (On Ethnicity, Religion and War)", IZA DP 3556, 2008 önerilir. 2011 tarihli revize versiyon da kolaylıkla bulunabilir. Okuyucu iki versiyon arasında bazı önemli farklar bulacaktır.      

Aynı şekilde "Luther and Suleyman" (2008) Osmanlı'nın dönemin Avrupa'sının yakıcı konusu Protestanlık-Katoliklik çatışmasına nasıl ve hangi etkiyle müdahil olduğunun kantitatif bir tablosunu veriyor. Protestanlığın Kilise tarafından boğulamamasında Osmanlı etkisinin-tehdidinin etkili olduğu tezi eski bir tez. Önemli olan bu tezin bazı nicel dayanaklara oturtulabilmesi; tabir uygunsa test edilebilmesi. Bu çalışma bunu yapmayı deniyor. Artık iktisatçının işi değilmiş gibi görülebilecek konularda kapsamlı veri kümeleriyle ekonometrik çalışmalar yapmak mümkün. Sonuçlara göre 1517-1700 arasında Osmanlı seferleri Protestan ve Katolikler arasındaki kanlı çatışmaları yüzde 40 oranında azaltmış. Aynı nedenle 1500 civarında dini sebeplerden çıksın çıkmasın Avrupa'daki tüm yeni çıkacak çatışmaların sayısı yüzde 25 azalırken, zaten sürmekte olan çatışmaların sayısı da yüzde 15 azalmış. Ayrıca, Osmanlı tehdidi Hıristiyan alemindeki iç askeri mücadelelerin süresini de yüzde 50 kısaltmış. Avrupa içi çatışmalar ele alınırken Britanya ve İskandinavya dahil edilmemiş ve Osmanlı'nın Avrupa dışı savaşları İstanbul'un doğusunda, Anadolu'daki isyanlar dahil, gerçekleşen her çatışmayı kapsıyor.   

Osmanlı tehdidinin Protestanlığa Hapsburglarla ve Papalıkla geçici olarak anlaşmak, dini özgürlükler yolunda Katolik Kilisesi'nden tavizler koparmak fırsatını verdiği görülüyor. Öte yandan, İnebahtı (Lepanto) deniz savaşındaki mağlubiyet sonrası (1571) Osmanlı etkisinin azaldığını ve 1593 sonrasında Avrupa içi çatışmaları azaltma etkisinin kaybolduğu da görülüyor. Osmanlı tehdidinin zayıfladığı 17. Yüzyılda Westphalia Barışı'yla sonuçlanan Otuz Yıl Savaşları nihayet vuku bulabiliyor. Ya da, Protestanlarla Katolikler arasındaki nihai hesaplaşma Osmanlı etkisi nedeniyle yüzyıl kadar ertelenmiş sayılabilir.

Roma Barışı, Osmanlı Barışı, III. Roma gibi benzetmelerin standart olduğu bir imparatorluk için bunlar normal; sonuçta bu büyük ve uzun sürmüş bir imparatorluk. Belki "Moğol" filminde Cengiz Han nasıl anlatılıyorsa, imparatorluğun tepe noktasındaki görkemini gösteren bir uluslararası dev prodüksiyon çekmenin zamanı gelmiştir.

Gündüz Fındıkçıoğlu

Süleyman ve Luther

Çok sayıda ekonomist University of Colorado'dan Prof. Murat İyigün'ün "Luther and Suleyman" makalesini okumuştur. Böyle çalışmalar, en azından meşhur dizi yayına girdikten sonra, merak uyandırabilir. Kalkınma iktisatçıları ve büyümeciler mesela McCleary-Barro makalelerine bakmışlardır çünkü herkesin referans verdiği Weber'in "Protestan Etiği" din-iktisadi büyüme-kalkınma ilişkisini kantitatifleştirmeyi iktisadın gündemine çoktan getirdi. Bilindiği gibi iktisat yayılmacı bir disiplindir ve sadece kur, faiz, hisse senedi, istihdam, büyüme, dış açık gibi standart konularla uğraşmayıp kalkınma, modernleşme, din, evlilik, çocuk sayısı tercihi, siyaset, uluslararası ilişkiler, çatışma çözümlemeleri, tarih, antropoloji, felsefe ve diğer pek çok temel alana da el atmıştır. Tabii bu tek yönlü bir yolculuk değildir ve söz konusu alanlardan da iktisadı etkileyen girdiler gelmektedir; o kadar ki ana akımın görünen yüzü bile yavaşça da olsa değişiyor. Sadece Santa Fe enstitüsüne bakmak bile yeterli. İktisat alanını kendi üzerine kapanmış bir iç disiplin matrisiyle yetinerek okuyan iktisadi düşünce tarihleri uzun süreden beri tatmin edici değil.

Televizyon dizisinde 1532 yılına geldik; yani Almanya seferine çıkılacak. Arada sırada elçiler geliyor, ortalıkta prensesler dolaşıyor, Alvise Gritti saraya girip çıkıyor. Lakin Osmanlı cihan imparatorluğuydu derken ne meram ediliyor, bu çok açık değil. Anladığım kadarıyla, Süleyman'ın seferlerinin kayıtları tutulduğu için hangi gün İstanbul'dan yola çıkıp ne zaman geri döndüğü bilinebiliyor. Bu dökümlerin rastladığım versiyonu doğruysa, Süleyman yaklaşık 46 yıllık saltanatının yaklaşık 82 aylık bölümünde sefer-i hümayunda bulunduğu için -en uzun seferleri 1548-49 ve 1553-55 İran seferleri, 21 ay ve 23 ay- geri kalan yaklaşık 39 yılını İstanbul'da -yani haremde- geçirmiş olmalı. Yine de, harem entrikalarına odaklanmak -Hürrem'in özel bir tarihi figür olmasına rağmen- benim tercihim olmazdı. Daha aşikar biçimde dış ve haliyle iç politika, bunlar ayrılamaz, ve askeri teknolojik gelişmeler, arayışlar, yabancı sermaye ve azınlıkların rolü vurgulanabilirdi. Gerçi bu ifadeyi kullanmak o dönem için pek de anlamlı değil; en azından sayı, servet, eğitim, nüfuz açılarından "azınlık" tanımlaması yapmak tuhaf olurdu. İmparatorlukta sonradan Müslüman olanların önemli görevler edindikleri de ortada. Ama, imparatorluk neden ve nasıl bir cihan imparatorluğu oluyor, etkisi nerede görünüyor, bu etki nasıl işliyor, Avrupa tarihinin tam göbeğine yerleşmeden o dönemde nasıl cihan imparatorluğu olunabilirdi gibi konuların biraz daha aşikar işlenmesini tercih ederdim. Osmanlının Avrupa'daki etkisi yeni keşfedilmiş bir konu olmadığı için bu etkiyi dizide bile daha spesifik yansıtmak mümkün olabilir.

Tabii, haremin etnik-dinsel köken kompozisyonu ve siyasi etkisinin Osmanlı fetihlerini doğrudan etkilediğine dair bir görüş de yok değil. Belki dizi ilerledikçe bunu biraz görürüz. O zaman sadece entrikaları izlememiz değil, madem ki dizi ağırlıklı olarak haremde geçiyor, haremdeki güç savaşının dışarıdaki etkilerini hissetmemiz de sağlanabilir. Osmanlı politikasında haremin rolü konusu yeni değil. Fakat özellikle sultan annelerinin ve haremin yapısı değiştikten sonraki dönemde haremi yöneten valide sultanların etnik-dini kökenlerinin savaş kararlarına olan etkisinin analizini yapan detaylı kantitatif bir çalışma okumayı tercih edecekler için İyigün, "Lessons from the Ottoman Harem (On Ethnicity, Religion and War)", IZA DP 3556, 2008 önerilir. 2011 tarihli revize versiyon da kolaylıkla bulunabilir. Okuyucu iki versiyon arasında bazı önemli farklar bulacaktır.      

Aynı şekilde "Luther and Suleyman" (2008) Osmanlı'nın dönemin Avrupa'sının yakıcı konusu Protestanlık-Katoliklik çatışmasına nasıl ve hangi etkiyle müdahil olduğunun kantitatif bir tablosunu veriyor. Protestanlığın Kilise tarafından boğulamamasında Osmanlı etkisinin-tehdidinin etkili olduğu tezi eski bir tez. Önemli olan bu tezin bazı nicel dayanaklara oturtulabilmesi; tabir uygunsa test edilebilmesi. Bu çalışma bunu yapmayı deniyor. Artık iktisatçının işi değilmiş gibi görülebilecek konularda kapsamlı veri kümeleriyle ekonometrik çalışmalar yapmak mümkün. Sonuçlara göre 1517-1700 arasında Osmanlı seferleri Protestan ve Katolikler arasındaki kanlı çatışmaları yüzde 40 oranında azaltmış. Aynı nedenle 1500 civarında dini sebeplerden çıksın çıkmasın Avrupa'daki tüm yeni çıkacak çatışmaların sayısı yüzde 25 azalırken, zaten sürmekte olan çatışmaların sayısı da yüzde 15 azalmış. Ayrıca, Osmanlı tehdidi Hıristiyan alemindeki iç askeri mücadelelerin süresini de yüzde 50 kısaltmış. Avrupa içi çatışmalar ele alınırken Britanya ve İskandinavya dahil edilmemiş ve Osmanlı'nın Avrupa dışı savaşları İstanbul'un doğusunda, Anadolu'daki isyanlar dahil, gerçekleşen her çatışmayı kapsıyor.   

Osmanlı tehdidinin Protestanlığa Hapsburglarla ve Papalıkla geçici olarak anlaşmak, dini özgürlükler yolunda Katolik Kilisesi'nden tavizler koparmak fırsatını verdiği görülüyor. Öte yandan, İnebahtı (Lepanto) deniz savaşındaki mağlubiyet sonrası (1571) Osmanlı etkisinin azaldığını ve 1593 sonrasında Avrupa içi çatışmaları azaltma etkisinin kaybolduğu da görülüyor. Osmanlı tehdidinin zayıfladığı 17. Yüzyılda Westphalia Barışı'yla sonuçlanan Otuz Yıl Savaşları nihayet vuku bulabiliyor. Ya da, Protestanlarla Katolikler arasındaki nihai hesaplaşma Osmanlı etkisi nedeniyle yüzyıl kadar ertelenmiş sayılabilir.

Roma Barışı, Osmanlı Barışı, III. Roma gibi benzetmelerin standart olduğu bir imparatorluk için bunlar normal; sonuçta bu büyük ve uzun sürmüş bir imparatorluk. Belki "Moğol" filminde Cengiz Han nasıl anlatılıyorsa, imparatorluğun tepe noktasındaki görkemini gösteren bir uluslararası dev prodüksiyon çekmenin zamanı gelmiştir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019