Suçlu aramayalım sistem kuralım
Serdar Yurdakul - Örgütsel Gelişim Danışmanı IKEDA Danışmanlık
Geçenlerde yine bir tren kazası oldu. Bu olaylara kaza demek doğru mu bilmiyorum. Şimdi yaşanan bu kazaları farklı pencerelerden çağdaş bilim yaklaşımları ile değerlendirmek istiyorum. Hızlı tren ilk seferlerine başladığında içimden eyvah demiştim! Neden? Toplumların gelişme evrelerinde, düşünce sistemleri, bilinç, eğitim, insani gelişmişlik düzeyi, teknoloji, hukuki yapılar ve nihayet toplumun genel gelişmişlik düzeyi birbirinden kopuk ilerlememesi gerekir. Her dönem, her teknoloji, onunla ilişkide olan insanlarda zaman içinde belirli bir bilinç düzeyi ve o döneme özel paradigmalar geliştirir. Dolayısıyla sadece eğitim yetmez, insanların bütün bunların bir arada olduğu sosyalleşme/gelişme süreçlerinden geçmesi gerekir. Bugün gelişmiş diye adlandırdığımız toplumlar, mevcut bilinç düzeylerine kendi icat ettikleri teknolojileri deneyerek, kullanarak birçok aşamadan geçerek ulaşmışlardır. Şimdi bizim için tehlike şurada; bu teknolojileri biz geliştiremiyoruz. Bunları teslim ettiğimiz insanların bilinç düzeyleri ve kurumların çalışma yöntemleri henüz Birinci Sanayi Devrimi düzeyinde. Şimdi Dördüncü Sanayi Devrimi teknolojisini ithal ediyoruz ama yolu yapan taşeronun, trenleri yönlendiren memurların bilinç düzeyi henüz kara tren devrinde. Durum böyle olunca şimdi en büyük korkum ne biliyor musunuz? Nükleer enerji santralleri. Ya adam uyuyakalmışım derse. O zaman da herhalde cezalandırmak için enkaz aralarında suçlu ararız!
***
Yine tren kazasıyla basında yer alan bilgilerden ve soruşturma ifadelerinden ilgili birimler arasında bir kopukluk görülüyor. Makas değişikliği talimatı verilmişte, bir görevli bu çok riskli demişte, yönetim ısrar etmişte, makasçı unutmuş olabilirim demişte… Ben bu trene birkaç kez bindim demek kendimizi teslim ettiğimiz alt yapı buymuş! Bugün yüksek teknolojinin ağırlıklı yer aldığı bu gibi sistemler karmaşık (komplike) sistemler olarak adlandırılıyor. Kullandığınız trenin teknolojisi ne kadar üstün olursa olsun, ne kadar iyi eğitimli kondüktörleriniz de olsa, sistemin bütününü oluşturan parçalar ve alt sistemler arasında uyum ve işleyiş bütünlüğü olmadığı takdirde sistemden istediğiniz performansı alamıyorsunuz. Buna yaklaşıma modern bilim “sistem düşüncesi” diyor. Bugün İngiltere’de, Amerika’da, Avustralya’da ve daha birçok ülkede kamu görevlileri sistem düşüncesi konusunda eğitiliyorlar. Hatta bazı ülkelerde ilkokul düzeyinde bile eğitim veriliyor. Bu eğitimin amacı sorumluların yaptıkları işi bir sistemin parçası olarak görmelerini sağlamak ve eylemlerinin sonuçlarından sistemin tümünün etkileneceğini göstermek.
***
Şimdi bütün bunları sürdürülebilirlik kavramına bağlamak istiyorum. Bu konu yine batıda iklim değişikliğinin yaşanılan çevreye verdiği, vereceği zararlar kaygısı yüzünden gündeme geldi. Refah toplumları geleceklerine yönelik bir tehdit gördüler. Bizim durumumuz farklı, henüz toplumun eğitim ve bilinç düzeyi çok düşük. Milyonlarca insan bu akşam ne yiyeceğim diye düşünerek yaşıyor. Çevrenin tahribatı umurunda değil. Zaten belli değil mi? Bizim için öncelik insani gelişmişlik düzeyimizi yükseltmek olmalı ancak bu şekilde yukarıda dikkat çekmeye çalıştığım hususlarda gelişme sağlarız. Bireylerimizin refahı geliştikçe çevresine ve yaşadığı topluma olan sorumluluk duygusu ve eylemlerinin sonuçları ile ilgili farkındalık/bilinç düzeyleri de gelişecektir. Kurumlarımız sürdürülebilirlik kavramına önem vermeleri güzel bir başlangıç ama bizim modelimizin değişkenleri şimdilik batıdan farklı olmak durumunda.
Son söz: Bir toplumun ileri teknolojiyle tanışması toplumsal ve insani gelişmişlik düzeyiyle eş zamanlı gitmesi lazım. Aksi takdirde bu teknolojiler yaşamsal tehdit oluşturabiliyor.