Suç ve Ceza: Cemal Kaşıkçı vakası
Geçen hafta, Cemal Kaşıkçı'nın katlinin, diplomatik misyonların 'olağandışı', hatta bazen yasadışı faaliyetlere katıldığı bir dönemde diplomasinin işleyişi üzerinde nasıl bir etki yaratacağından bahsettik. Bu hafta ise daha ince nüanslarla yüklü bir konuya eğileceğiz: nasıl oluyor da uluslararası ilişkiler dünyasında böyle korkunç bir suçun ahlaki boyutu önemsizleşebiliyor? Siyaset bilimi uzmanımız, "Uluslararası politikada mutlak erdemin veya yüksek ahlaki zeminin gözetilmesi diye bir olay yoktur" diyor. Aslında, uluslararasındaki ittifaklar çoğunlukla en soğuk ve en somut gerçeklere dayanır: maddiyat ve güç. Bu hesaplamaya göre, bir gazetecinin acımasız bir şekilde cinayete kurban gitmesi, jeopolitik oyunun bir parçası olarak bir suç olmaktan ziyade bir “siyasi olay” olarak nitelendirilebilir.
Suudilerin ABD ile zaten karmaşık bir ilişkisi var. Bu olay ilişkilerini nasıl etkiler?
Kaşıkçı cinayeti, ABD'de şok ve tiksinti hissi yarattı. Suudilerin bolca eleştirildiği Birleşik Devletler Kongresi'nde, kınamalar yüksek sesle dile getirildi. Buna karşılık, Amerikan yönetiminin tutumuna bakarsak, Başkan Trump olanların kimsenin hoşuna gitmediğini, yine de ABD'nin Suudi Arabistan'ın çok üzerine gitmemesi gerektiğini söyledi. Başkan, Suudiler'e savaş uçağı satışının iptalinin yüz binlerce Amerikalının işine mal olabileceğini belirtti. Bu yorum Suudi Arabistan ile ilişkilerin bozulmasının Amerikan ekonomisine büyük zararlar verebileceği endişesini açığa vuruyor. Ayrıca ABD, İran'ın Ortadoğu'daki genişlemeci politikalarının önüne geçmek istiyor. Nitekim Amerika’nın İran stratejisi Ortadoğu'daki başlıca ortağının Suudi Arabistan olduğu üzerine kurulu. Kaşıkçı cinayeti bu işbirliğini zorlaştırıyor. ABD hükümeti, suçu alt kademe Suudi bürokrasisine yükleyerek, büyük müttefiki Veliaht Prens Muhammed bin Salman'ın olaydan sorumlu tutmamak için bir yol bulmaya çalışıyor.
Bu olay Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri'ne ortak bir sorun üzerinde işbirliği yapmaları fırsatını verdi. Türk makamları, olayı çözmeye dönük kanıtları ortaya çıkarmaya çalışırken oldukça titiz davrandılar. Kanıtlar, konsolosluk personelinin suçlu olabileceğine işaret ediyor. Türkiye'nin ne kadar bilgiye sahip olduğu ve elindeki tüm bilgileri Amerikalılara iletmek isteyip istemediğini ise doğrusu bilmiyoruz.
Türkiye bilgi vermeyerek bazı opsiyonları elinde tutmak istiyormuş gibi görünüyor. Bunlar ne olabilir?
Türkiye, zamanında Suudi Arabistan'daki inşaat projelerinden hatırı sayılır ekonomik faydalar elde etti. Suudi Arabistan'dan bir miktar petrol de alıyoruz. Öte yandan Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve Türkiye arasındaki ilişkiler, Katar yüzünden bozuldu. Bu durum, Arap Baharı ve Türkiye'nin Müslüman Kardeşler'e olan desteklemesinden başlayarak Suudiler ile yollarının kısmen ayrıldığı; Suudiler'in ise bölgedeki siyasi değişim kapılarının açılmasından endişe duymasına yol açan gelişmelerin vardığı son noktadır. Körfez’in geleneksel yönetimleri, değişimin sadece Baasçı veya askeri rejimlerle sınırlı kalmayacağından, geleneksel rejimlere de bulaşacağından korkuyorlar. Şu anda Türkiye bu bilgileri, Suudi Arabistan'da yeniden iktisadi atılımlar yapmak ve/veya Katar politikasını etkilemek ve bölgede siyasi değişim talep eden İslami hareketlerle ilişkilerinde biraz daha ılımlı bir tutum sergilemesini sağlamak için pazarlık malzemesi olarak tutuyor olabilir.
Ortaya çıkan sorunlardan biri de ticaret. Suudi Arabistan sadece ticareti değil petrol fiyatları üzerindeki büyük etkisi nedeniyle de küresel ekonominin merkezine oturmuş durumda. Suudi Arabistan gerçek de çok önemli olduğundan dolayı mı sıyrılıyor bu işten?
Kesinlikle. İnsanlar, diğer rejimlerin kabul edilemez eylemlerini hoşgörüyle karşılanmasını meşru göstermek için kolaylıkla mazeretler bulabiliyorlar. Suudi Arabistan rejimi iki açıdan dünya ekonomisi için büyük önem taşıyor. İlkin, petrol zenginliği muazzam bir satın alma gücünü temsil ediyor. Suudi Arabistan neredeyse her şeyini ithal etmek zorunda olan, çünkü petrol dışında neredeyse hiç birşey üretemeyen bir çöl ülkesi. Ancak üst gelir grubundaki Suudiler uluslararası pazarlarda cömertçe para harcamaya çok düşkünler, Suudi hükümeti ise son derece gelişmiş askeri donanım satın almaya pek meraklı.
İkinci konu ise petrol fiyatları. Suudi Arabistan'ın petrol üretimi ve uluslararası piyasalara ne kadar petrol pompaladığı fiyatlarda belirleyici bir role sahip. Suudi Arabistan'ı, petrolünü satın almayarak cezalandırma girişimleri, petrol fiyatlarının zaten yükselme trendinde olduğu bir dönemde fiyatların daha da yükselmesine yol açabilir. Bu da Suudi Arabistan'ı cezalandırmaya çalışan ekonomilere ciddi zarar verecektir.
Hem büyük bir petrol üreticisi hem de dünyadaki mal ve hizmetlerin büyük bir alıcısı rollerini üstlenmeleri Suudileri güçlü kılıyor. Kaşıkçı cinayeti gibi korkunç bir suç işlediklerinde bile bu ülkeyi kolayca yaptırım uygulayamıyorsunuz. Ancak kaçınılmaz olarak, bu suçun bir takım bedelleri olacaktır. Birçok ülke Suudi Arabistan'la diplomatik ilişkilerini geliştirmek konusunda temkinli davranacak ve Suudiler hakkındaki olumsuz bir kamuoyu oluşacaktır. Yine de diğer ülke hükümetlerinin Suudi Arabistan'a karşı alacağı etkin önlemlerin sınırlı kalacağını düşünüyorum. Her ülke neden Suudilerle ilişkilerini sürdürmesi gerektiğini açıklayacak bazı gerekçeler bulacaktır.
Yaptırımların genellikle hedef alınan birimler üzerinde olumsuz etkileri üzerinde durulur ama uygulayanlara getirdiği külfetler üzerinde pek durulmaz. Fakat Suudi Arabistan örneği, ekonomik olarak ülkelerin birbirine bağımlı olduğu global sistem içinde yaptırımların 'iki kenarı da keskin bıçak' olduğunu göstermektedir: yaptırımlar hedef aldığı kişilere olduğu kadar uygulayanlara da ciddi zararlar verebiliyor.
Suudi Arabistan'ın bunun için bir bedel ödeyecekse, dünya da bir bedel ödemeye hazır mı olmalı?
Bence bu konuya hem kısa hem de uzun vadeli bakış açılarıyla yaklaşmalıyız. Elbette kısa vadede, uyguladığınız yaptırımlardan siz de mutazarrır olabilirsiniz, ancak uzun vadede, kabul edilemez nitelikte bir vahşet eylemine yeniden başvurulmasını engelleyebilirsiniz. Soru şu: Bu fedakârlığa değer mi? Sonuçlarına katlanmaya razı mısınız?