Su savaşları başlamadan
Televizyonlara ve yazılı medyaya bakıldığında dünya gündemi sanki terör ve ekonomi imiş gibi görünüyor. Aslında, insanlığın geleceği için en büyük gündem olan; küresel ısınma ve global içilebilir/kullanılabilir su arzı konusu, zamanla gerçek gündemin ortasına oturacağa benziyor.
Bugünlerde Birleşmiş Milletler’de (BM) dünya iklimi konuşuluyor ama duyan var mı?
Şu verilere bir bakalım; Dünyadaki toplam su miktarının %97si tuzlu su, %3’ü tatlı su'dur
Bölgemizdeki ülkeler açısından durum çok daha vahimdir.
Tatlı suyun sadece %1’i Türkiye, Ortadoğu ve Yakındoğu da bulunuyor. Manzaraya bakar mısınız?
Aynı zamanda dünyada su sıkıntısı çeken ülkelerin %70’inin de bölgemizde bulunduğunu söylersek acı gerçeği söylemiş oluruz.
Dünya yaratıldığından bu yana, su kaynaklarında bir artış olmadığı gibi, aksine artan nüfus, global erozyon, şehirlere olan göç, sanayileşme, küresel ısınma ve kaynakların dünyada farklı dağılımı yüzünden, suya olan ihtiyaç giderek hızlı bir şekilde artıyor.
En acısı da, dünyada her yıl 25 milyon insan su sıkıntısından ölüyor. BM raporlarına göre, Türkiye iklimi en geç 2025 yılında kurak iklim şartlarına dönüşecek ve su kaynaklarımızın 1/3’i sınır aşan sular olduğundan, belki de güney komşularımızla “Su savaşları” denen savaşlara maruz kalacağız.
Çok yakın bir gelecekte su petrolden daha önemli bir jeopolitik değeri olan ihtiyaç maddesi olacaktır. Kuşkusuz, su bir temel ihtiyaç maddesidir. Yaşamsal bir değere sahiptir. Bir insan 14 gün yemek yemeden yaşayabilmekte ancak su içmeden sadece 36 saat durulabiliyor. Bu gerçekler suyun değerini hatırlatıyor ama adım atmaya gelince insanlar önünü göremiyor. Bilim insanlarının çabaları umarım yakında değer bulur.
Keza; ülke ekonomilerinin gelişmesi de toplam su arzının artması ile direkt orantılı denebilir. Bunun yanı sıra su, ülkeler için politik ve stratejik bir güç olarak da kendini gösteriyor.
Her yıl barajlardaki suyun yüzde 25’i buharlaşıyor
Bu nedenlerden dolayı, ülkemiz de su kaynaklarını korumak ve su politikalarını ileriye yönelik projeksiyonları kapsayacak şekilde yapmak durumundadır. En azından, kaynaklarımızdaki suyun güneşle birlikte buharlaşma-sının önlenmesi gerekiyor. Bunun için yeni yöntemlerin geliştirilmesi elzem görünüyor.
Türkiye’deki baraj sularının seviyesinin her yıl ortalama 2.5 metre düştüğü ve toplam 671 adet barajımızın yüzey alanının 400 bin hektar (4 milyon metrekare) olduğu göz önüne alınırsa Türkiye’de her yıl bir milyar metreküp suyun buharlaştığını söylemek mümkün bulunuyor. Bu rakam da yıllık su kapasitemizin yaklaşık %25’i civarında olduğunu düşünürsek durumun önemini daha iyi kavramış oluruz. Sadece, bu sorunun çözümü için bile suyun buharlaşmasını önleyecek veya azaltacak teknolojilerin geliştirilmesine biran önce hız verilmesi gerekiyor.
Kendimiz ve ileriki nesillerimizin yaşamı için hadi tedbir almaya koşalım. “Erken kalkan yol alır erken evlenen döl alır” halk deyimini hatırlayalım.