Şu ihracat dediğimiz...
Sahip olduğu değerlerle, coğrafi şartlarla, genç nüfusuyla ülkemiz gerçek anlamda bir cennet niteliğinde kuşkusuz. Diğer taraftan son derece zengin doğal kaynaklara sahip ülkemiz ekonomik açıdan baktığımızda aynı zenginlik ve çeşitliliğe sahip olamamakta. Bunun elbetteki çeşitli nedenleri bulunmaktadır; her şeyden önce gelir dağılımı ve seviyesinin yeterli seviyede olmadığı, enflasyon seviyesinin ise yeterince istikrarlı olmadığı bir ekonomik görüntü ve bunların yanı sıra Uluslararası Finans kuruluşları tarafından da yatırım riskinin yüksek kabul edildiği bir ülke konumunda olmak maalesef ekonomik açıdan yeterli imkanları bize sağlayamıyor. Yukarıda da bahsettiğim gibi yatırımın ve üretimin artan bir grafik çizmesi bizler için zorunlu bir durum teşkil ediyor; artan üretim, yeni iş sahaları, işsizlik oranının düşerek istihdamın artması ve beraberinde de hiç şüphesiz ihracat miktarlarının da artmasını beraberinde getirecektir. Ülkelerin mali dengelerindeki açığın çok büyük bir kısmı ithalat ile ihracat arasındaki dengesizlikten meydana gelmektedir, üretimi tüketimden az olan kendilerine belli oranlarda da olsa yetemeyen ülkeler, doğal sonuç olarak ithalata yönelmekte, bu da döviz açıklarını doğurmakta ve fakirleşme hızını arttırmaktadır.
Tüm buraya kadar bahsettiklerim çoğumuzun bildiği gerçekler, peki iyleşme adına neler yapmalıyız.
1. Sanayiyi mutlak surette geliştirmeli ve önemsemeliyiz. Hatta bir süre sonra seçiciliğimizi arttırmak suretiyle; daha fazla katma değer sağlayan üretim sahalarına yönelmeliyiz. Bunun için, devletimizin de üretimi destekleyici ciddi tedbirler alması ve teşvikleri sunması zorunlu.
2. Ülkemizi yurtdışında daha fazla tanıtarak, yabancı sermayeyi ülkemizde yatırım yapmaya zorlamalıyız.
3. İhracatı mutlak surette arttırmalıyız; ülkeler için ihracat her zaman çıkış yolu olmuştur.
4. Turizm sektörümüzü imkanlarımızı daha iyi kullanarak, daha karlı bir hale getirmeli, Ülke’mizi bir turizm cenneti olarak bütün dünyaya tanıtmalıyız.
5. Tarım sektörünü canlandrmalı, modernize etmeli ve önemli bir gelir kaynağı haline dönüştürebilmeliyiz.
Gerçekten de dünyada bakıldığında üretim kapasitesi çok yüksek olmayan ülkeler bile ihracat hacimlerini hep arttırmaya çalışmışlar ve böylelikle ekonomik dengeleri pozitif değerlerde tutmayı başarabilmişlerdir. Buradan çıkan sonuç bizim de çıkış yolumuzun temelde yukarıda sıralamaya çalıştığım maddelerden ve önemli ölçüde ihracat geliri sağlayabilmekten geçmesi gerekliliğidir. Her ne kadar her yıl ihracatımız arttı diye sevinsekte bugün bizden çok daha az nüfusa sahip pek çok gelişmiş ülkenin çok çok gerisinde olduğumuz bir gerçektir. Devletin bu alanda pek çok firmanın önünü açacak tedbirleri alması ve sivil toplum örgütlerinin de mümkün olabilen ölçülerde desteğini sağlaması gerekli olan ülkemizde bu desteğe çeşitli dikey hizmet sağlayıcı sektör ve kuruluşların da ayak uydurabilmesi gerekiyor. Başta Dış Ticaretin dinamosu sayılan lojistik sektörü olmak üzere, finans ve bankacılık sektörünün de üzerine çok büyük sorumlulukların düştüğünü söylemek mümkün. Bunların yanı sıra kamu kuruluşlarının da özellikle ihracat potansiyeli teşkil eden sektör ve firmalarla kenetlenerek; çocuklarımızın ve torunlarımızın mutlu yaşamasını sağlayacakları bu hedef etrafında elbirliği yapması gerekiyor. Geçtiğimiz hafta katıldığım ve PWC tarafından organize edilen 2041 Türkiye’sine ilişkin çalışma ilgi çekici, heyecanlandırıcı idi. Ama bir o kadar da hedeflere varabilmek için üretimimizi ve enerjimizi daha yüksek seviyelere taşımamız gerekliliğini de vurguluyor idi. Bir başka yazımda 2041 Türkiye’sine ilişkin beklentilerden geniş olarak bahsediyor olacağım. Biz dönelim bu güne, ve hedeflerimizi daha net ve daha şeffaf olarak ortaya koyarak hep birlikte onlara kilitlenelim ve daha iyilerini başarmaya gayret edelim. Hiçbir başarıyı imkansız veya zor olarak görmeye lüzum yok, şöyle bir ülkemiz tarihine bakıp atalarımızın neleri başardıklarını bir hatırlayalım yeter.