Stratejiniz ham olmadan
Bu hafta daha önce incelediğim örgüt kültürü konusuna geri dönmek istiyorum. Nedenine gelince uzun uzun anlatmaya gerek yok. Önümüzdeki yıl ve yıllarda şirketleri ilginç günler bekliyor. Strateji yine gündeme gelecek. Örgüt kültürü ile örgüt stratejisinin ilişkisine bir dikkat çekmek istedim. Nedeni bu.
Konuyu Peter Drucker’ın “Kültür stratejiyi kahvaltı niyetine yer” sözü çerçevesinde inceleyeceğim. Drucker kültür stratejiyi ham yapar derken örgüt kültürünün önce stratejinin tasarımı, sonra da stratejinin uygulanması süreçlerinde yöneticinin eğilim ve isteklerine ve örgütün çıkarlarına ters işlere yol açabileceğini kast ediyor. Kuramsal çerçevede işletmecilik çalışması tezinde olan bir sürü yazar bunu tekrar ettikten ve adet üzeri konuyu evirip çevirdikten sonra “Stratejiniz örgüt kültürünüzle uyuşmalı yoksa başarılı olamazsınız” gibi aşikarı ifşa tavsiyeleri verip kapatırlar, yine adet üzeri işletmecilik uygulamacıları da bu kuramsal yazıları “Doğru söze ne demeli” dedikten sonra bir kenara bırakıp ne yapmaları gerektiğini başkalarının uygulamalarından çıkarmaya uğraşırlar. Ben de sizlere uygulamalardan öğütler aktararak faydalı olmaya çalışayım.
Öğüt 1- İş birliği yapın: Dünya değişiyor. Gelecek daha güçlü ve daha deneyimlilerle işbirliği yapmaya açık ve hazır olanlara yeni fırsatlar sunacak.
Dünyanın değiştiği büyük kehanet, geleceğin yeni fırsatlar yaratacağı şaşılacak öngörü değil. Tavsiyenin özü işbirliğine açık ve hazır bir kültür oluşturabilmek. Malum bir şeye açık olmakla hazır olmak aynı şey değil. İşbirlikleri aramak, bunları kuracak girişimleri yapabilmek, kurup yürütebilecek kurumsal hazırlıkları yapmış olmak başlı başına bir iştir. Türkiye’de bazı başarılı büyük şirketlerin hemen hemen tek becerilerinin bu olduğu defalarca yazılıp çizilmiştir. Her ne kadar bunun ülkeye ‘istihdam yaratmanın’ -ki bu çoğu zaman ‘emeği pazarlamak için örgütlemek’ olarak kınanmıştır- ötesinde faydasının ne kadar olduğu tartışılagelmiş olsa da şirket ‘başarılıdır.’
Önce işbirliği yapılacak konuları belirlemeniz gerekir. Ayakkabı da yapıyor olabilirsiniz, otomobil de, lahmacun da. Tedarik zinciriniz, üretim hatlarınız, tüketiciye ulaşımınız, kaynaklarınızın temin ve idaresi işbirliği yapılacak alanlardır. Bunların bazılarında veya hepsinde bir veya birkaç güçlü ve deneyimli tarafla işbirliği düşünebilirsiniz. Sizin düşünmeniz yetmez, ekibinizin de böyle düşünmesi gerekir. Bu da yetmez. İşbirliği yapılabilecek ‘güçlü’ ve ‘deneyimli’ tarafların saptanması da bir iştir. Bu da ekipsiz başarılamaz. İşbirliği koşulları hem sizin hem de karşı tarafın beceri ve çıkarlarına uyumlu olmalıdır. Bu da hazırlık ister. Sözün kısası “Biz her türlü işbirliğine hazırız” ortaya atılmak iş adamına değil, siyasetçiye yakışır. Bu öğüdü tutmak her babayiğidin harcı değildir.
Bir gün oturun ve ekibinizle, hani diyorlar ya ‘geyik muhabbeti’ diye, öyle yapın. Ben bir iki yerde yaptım. Şirketlerin üst yöneticileriyle toplantı ayarladım. Herkes ağzımdan dökülecek ilim ve irfan incileri beklerken dedim ki “Güçlü başkalarıyla işbirliği yapmak konusunda karalıyız. Hangi konuda, kiminle, neden, nasıl işbirliği yapalım fikirlerinizi almak istiyorum.”
Büyük bir çoğunluk ilim ve irfan incisi bulamamanın düş kırıklığı içinde oldukları için olsa gerek yüzüme bakıp pek bir şey söylemediler. Söyleyenler de “Evet” filan gibi destek sözleri kullandılar. Hangi konuda işbirliği yapmalarının şirketin yararına olabileceği konusunda bir fikirleri yoktu. Kiminle yapılacağı veya yapılabileceği konularında ise tamamen bilgisizlerdi. En azından benim konuştuğum şirketlerin bu konuda bir kültürleri oluşmamıştı.
Öğüt 2- Para kazanma hırsını örgüt kültürünüzün bir parçası haline getirin. İyi para kötü para diye bir şey yoktur. Sadece para vardır. İşiniz de bu parayı kazanmaktır. Bunda utanılacak bir şey de yoktur.
İşletmelerin işi, pay sahiplerine para kazandırmaktır. Yani servet yaratmaktır. Bu serveti önce paydaşlarına dağıtmakla yükümlüdürler. Servetten kurum dışına adil pay dağıtmak kurumun değil devletin işidir. Herkes işini yaparsa toplum da bundan yararlanır. Servet yaratma hırsı kültürel bir olgudur.
Bir şirkette her eylem kaynak tüketir. Tüketilen kaynağı yerine koymak yetmez. Kaynakların fırsat maliyetlerini de karşılamak gerekir. Yapılan her işin bir dönüşümü olması gerekir. Bunu tamimler yayınlayarak, nutuk atarak başaramazsınız. Kaynakları harcayanların bunu bilmediklerini de varsaymak safdillik olur. Olsa olsa umursamıyorlardır. İşte işin kültürel boyutu budur.
Öğüt 3- Elemanlarınızı satın alın. Satın alınamayacak kişi yoktur. Kimin kaça satıldığını öğrenmek gerekir.
Bu öğüde normal şartlar altında herkes itiraz eder. İtiraz ederler çünkü varsayımlar yaparlar. Önce satın almanın parayla yapıldığını varsayarlar. Sonra bu para karşılığı satın alınandan bir adaletsizlik, uygunsuzluk bir kanunsuzluk beklendiğini varsayarlar. Halbuki herkesin fiyatı para değildir. Bunu hepimiz biliriz ama sık sık da unuturuz. Bazıları hoş tutulmak, takdir edilmek, statü olarak ödüllendirilmek, önemli kişi muamelesi görmek karşılığı satın alınabilirler. Satın alma karşılığı ille de kanunsuz, uygunsuz iş değil şirketin yararına gönül koyarak çalışmak olabilir. Bu da kültürel bir boyuttur.
İlerideki haftalarda uygulamalardan öğütlere devam edeceğim. Şimdi bu yazıdaki öğütleri nereden aldığımı merak edenler için biraz bilgi vereyim. Bunları söyleyen kişinin adı 1897 doğumlu Salvatore Luciania. Time dergisi tarafından 20. yüzyılın en etkili yirmi kişisinden biri seçilen, dünyanın en etkili ve kalıcı örgütlerinden birinin babası sayılan, sizin büyük olasılıkla Lucky Lucianio – Şanslı Luçiano olarak bildiğiniz adam. Kurduğu örgüt mü? Mafya. Ne demişler “Söyleyene değil söylenene bakın.” Bazen yamuk adamlardan doğru sözler çıkar.
Sağlıcakla kalın.