Stratejik işbirlikleri ve ilişkiler
Bu hafta önümüzdeki yıllarda işletme yöneticiliğinde ne gibi gelişmeler beklemeliyiz konusunda stratejik işbirlikleri ve ilişkiler ile devam etmek istiyorum. İşletme yönetimi dediğim zaman her konuda yaptığım gibi bunu da daha önce defalarca işlediğim bir tanım çerçevesinde yaptığımı hatırlarsınız. Hatırlamayanlar için: Her zaman kullandığım paradigmam da işletme yöneticiliği deyince insan gücü, mali, fiziki tesis ve alt-yapı, stratejik işbirlikleri ve ilişkiler, enformasyon ve know-how olarak beş sınıfta incelenen işletme kaynaklarının planlanması, tedarik ve dağıtımı ile kullanımlarının denetimine ilişkin kararlardan bahsediyorum. Üretim ve pazarlama işlevlerinden değil. Daha önce açıkladığım gibi üretim ve pazarlamanın amaçları değişmez ve değişmeyecek. Ama kaynak yönetimi (yöneticilik) çok değişti daha da değişecek. Lütfen bu ayırımı aklınızın bir köşesinde tutun.
Stratejik işbirlikleri ve ilişkilerde ne değişecek konusuna girmeden bunların neler olduğuna bir bakalım. Okurlarım tanımsız tavsiye konusunda ne düşündüğümü hatırlayacaklardır. Önce stratejik işbirliği ile ilişkiyi niye birbirlerinden ayırıyorum bir ona bakalım. Adı üstünde stratejik işbirliği şirketin stratejisini uygulayabilmesi için gerekli kaynakları planlayabilmek, tedarik edebilmek ve kullanımlarını denetlemek için gereksinim duyduğu yardımı dışarıdan yani şirket dışından bir kurumdan (hatta kişi) alabilmek için yaptığı genellikle formel anlaşmalara denilir. Kısacası stratejik işbirlikleri şirketin stratejisinin uygulanmasına dayanır. Bu bağlamda strajik işbirlikleri şirket stratejisi gereği ‘hedef pazar’ ve ‘ürün pozisyonlaması’ kararı verildikten sonra şirketin öncelik verdiği üretim ve pazarlama hedeflerine ulaşabilmesi için kaynaklarla ilgilidir. Bu tür anlaşmaların başarısı (a) şirketinizin stratejisinin doğruluğuna; (b) hangi kaynağın hangi kararına ait yardıma ihtiyacınız olduğunun doğru tespitine; (c) bu yardımı size verecek olan kurum veya kişinin doğru saptanmasına ve (d) bu kurum veya kişinin bu yardımı neden yapalım konusunda doğru gerekçelerle hareket etmesine bağlıdır. Hepinizin aşina olduğu, Türkiye’de en fazla kullanılan ve joint-venture adı altında yapılan know-how anlaşmalar buna bir örnektir. Stratejik işbirlikleri genellikle yazılı anlaşmalarla kurulurlar.
Peki ilişkiler nedir? İlişkiler şirketin muhatapları (audiences) ile belli stratejik bir amaca yönelmeyen ama yine de işletme yönetimine dolaylı veya dolaysız faydası olacak olan enformel, yani genellikle yazılı anlaşmalara bağlı olmayan bağlantılardır. Bu muhataplar şirketin ulusal ve uluslararası makro ve meso çevresi ile şirket içi veya şirketle bağlantılı kurum ve kişilerden oluşur.
Hazır konuya girmişken bir başka konuya da değinmek gerekir. Bu da işbirlikleri ve ilişkilerin etik ve yasal boyutu. Neden bahsettiğimi anladınız. Ben de dün doğmadım. Daha 16. yy’da “Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar. Hüküm gösterdim faydasızdır diye mültefit olmadılar” diyerek Şikâyetnamesi’nde Kanuni’ye hitabeden Fuzuli (1483-1556) anlaşılan ilişkileri yetmediği için 9 Akçelik maaşını alamadığından yakınmış. Türkiye’nin en saygın işletme ve ekonomi gazetesinde “bu ilişkilerin bir kısmı rüşvetle de kurulur canınız sağ olsun” demek için gereken etik, moral ve beyinsel kalibrasyondan nasibini almamış biri olarak o kapıyı açmıyorum. Etik ve yasal kelimelerini bir gün bir başka yazıda kendi başımdan geçenlerle anlatırım.
Önümüzdeki yıllarda stratejik işbirlikleri ve ilişkiler konularında neler değişecek? Aslında olacak olanlar geçtiğimiz haftalarda tartıştığım insan gücü ile fiziki tesis ve alt-yapı kaynaklarında gözleyeceğimiz değişikliklere oranla daha ılımlı olacak. Daha ılımlı olacak ama tesis ve kullanımları daha zorlaşacak, değişik türlerde işbirliklerine gereksinim doğacak. Stratejik işbirlikleri hemen her zaman şirketin gereksinim duyduğu diğer kaynakları elde etmek için kurulduklarından bu kaynaklarda beklenen, bazısı devrimsel, değişiklikler nedeniyle işbirlikleri ve ilişkiler gerek tarz ve gerekse tür olarak değişmek zorunda.
Benim üniversite yıllarımda ülkeler kalkınmamış, yarı kalkınmış ve sanayileşmiş ülkeler falan olarak sıralanırdı. Sonra iktisatçılar ‘ayıp oluyor’ deyip ‘kalkınmakta olan ülkeler’ diye bir başlık kullanmaya başladılar. Şimdilerde ‘emerging markets’ diye aralarında ülkemizin de olduğu yeni tabirler çıktı. Dikkatinizi çekerim, bunlara ülke denmiyor ‘pazar’ deniyor! Neden acaba? Eğer daha bir elli altmış yıl daha ‘kalkınmakta olan’ ülke veya yükselen pazar kalmak istemiyorsak, özel sektörümüzü bekleyen ciddi sorunlara ülkece eğilsek iyi olur. Devam edeceğiz.
Sağlıcakla kalın.