Strasbourg Üniversitesi Profesörü Samim Akgönül: ”Fransa'nın kararı

DİDEM ERYAR ÜNLÜ
DİDEM ERYAR ÜNLÜ YAKIN PLAN didem.eryar@dunya.com

Strasbourg Üniversitesi Profesörü Samim Akgönül Türkiye'deki azınlıklar konusunda uzman bir isim. Akgönül ile azınlıklar konusunun yanı sıra, Fransa Meclisi'nin Ermeni soykırımını inkarını ceza yasası kapsamına alan kararını konuştuk.

"Türk bağlamında, azınlık kirlenmiş bir kavram. Zira bu kelime hukuki ya da sosyolojik bir statüyü değil toplumsal bir hiyerarşiyi işaret ediyor" diyen Akgönül, Fransa Meclisi'nin Ermeni soykırımını inkarını ceza yasası kapsamına alan kararını hümanist demokratlar için bir tuzak olarak değerlendiriyor ve kararın iki ülkenin toplumsal barışına orta vadede zarar verebileceğini söylüyor.

Akgönül'ün görüşleri şöyle:

Azınlık, kirlenmiş bir kavram

"Türk bağlamında, azınlık kirlenmiş bir kavram. Zira bu kelime hukuki ya da sosyolojik bir statüyü değil toplumsal bir hiyerarşiyi işaret ediyor. Türkiye'de azınlık olmak o kadar zor oldu ki artık hiçbir grup bu statüyü kendine yakıştıramıyor, zira Türkiye'de azınlık olmak ezilmek demek.  Ülkemizde demokrasi çoğunluğun azınlık üztüne tahakküm hakkı olarak algılanmakta. Halbuki demokrasi her türlü azınlığın (etnik,  dinsel, sınıfsal, cinsel...) kendini ne kadar iyi hissettiği, kimliklerini ne kadar rahat ifade ettiği ile ölçülebilen bir değerler sistemi." 

Tartışılan Türk kimliği

"Ulusal inşa süreci bitmemiş ve kendi kimliğinden emin olmayan toplumlarda 'ötekiler'  üzerine yapılan tartışmalar her zaman uzun ve sert geçer. Bu Türkiye için de geçerli. Aslında tartışılan Ermeni, Kürt ya da Alevi kimliği değil başlıbaşına Türk kimliği. Zira bireyler gibi uluslar da kendilerini başka bir şeye göre tanımlarlar. Türk ulusu tekil ve tekilci bir kimlik üzerine kurulmaya çalışıldı. Çoğul aidiyet reddedildiği gibi tehlikeli hatta küfür sayıldı. O yüzden de 'diğer' gruplar korkuluk görevi gördüler. Bu tartışmalar ancak bu toprakların üzerinde herkesin, her grubun eşit ve meşru haklarının olduğu içselleştirilirse dinebilir."

Türkiye azınlıkları yeniden keşfetti

"Bugün Türkiye'de azınlıklar konusunda objektif tarihi araştırmalar yapılıyor. 1990'lardan önce azınlıklar konusunda yüzlerce hain ya da potansiyel hain temalı kitaplar yazıldı. 1990'larda bir kırılma oldu. Entelektüel şehirliler kırsallıkla özdeşleştirdikleri Kürt ve Müslüman kimliği ile tanıştılar. Ve dün acımasızca dışladıkları gayrimüslimleri daha 'modern' daha 'Avrupalı' bulduklarından nostaljik bir edebiyat geliştirdiler. Bu nostaljik edebiyatın bir iyi yanı oldu: Aynı duyarlılığı üniversite çevreleri de gösterdi. Ve böylece Türkiye uzun süredir toplumsal hafızanın dipsiz kuyusuna attığı azınlıkları tekrar keşfetti. Ben de dahil birçok meslektaşımız kendimizi bu yeniden hatırlama sürecinin içinde bulduk. Bugün bir ay geçmiyor ki azınlık gruplarının tarihi ya da bugünü hakkında kaliteli bir çalışma yayınlanmasın."

Fransa'nın kararı hümanist demokratlar için bir tuzak

"Fransa Meclisi'nin Ermeni soykırımını inkarını ceza yasası kapsamına alan kararı kabul etmesini bizler,  yani bu konular üzerinde düşünen hümanist demokratlar için bir tuzak olarak değerlendiriyorum. Zira bir taraftan bir ulusun ortak acısı ve yaralı toplumsal hafızası var, diğer taraftan ise bu acının araçsallaştırılması, günün siyasi gelişmelerine kurban edilmesi var. Ayrıca tarih dediğimiz şey dünün bugünüdür. Yani dinamiktir. Resmi söylemler ve kararlarla ne Türkiye'de ne de Fransa'da kemikleştirilemez. O yüzden böyle bir yasaya karşı olmakla beraber Türkiye'deki resmi söyleme de karşı durabilmek istiyorum. Son tahlilde ilke ve değerlere sadık kalmak en dürüst duruş gibi geliyor bana. Bu karar elbette Fransa Türkiye ilişkilerinde bir yara açabilir. Daha doğrusu zaten açık olan yaraları derinleştirebilir. Gene de iki ülke arasındaki ilişkiler o kadar çetrefilli ve köklü, iki ulusun tarihi o kadar girift ki, bu ilişkiler bence böyle bir karara kurban edilemez."

En fazla Türkiye Ermenileri ve Fransa'da yaşayan Türkler zarar görür 

"Karar sonrası endişeyle izlediğim ve üzerinde düşündüğüm iki grup var. Birincisi gene kendilerini hedefte hissedecek ve sessizliğe gömülme eyleminde olacak Türkiye Ermenileri. Toplumsal hafızalarını aktarmada ve varoluş meşruiyetlerini kazanmada en büyük zorlukları çeken grup bu. Zira bu söylemler esansiyalist. Bireyleri etnik ya da dinsel kimlikleri içine hapsediyor.

Zordaki ikinci grup da Fransa'da yaşayan Türkiye kökenliler. Onlar da henüz Fransız toplumunda varoluş meşruiyetlerini kazanamadılar.  Bu dışlayıcı, onları zorbalıkla özdeşleştiren söylem ve yasa, bu gruptan çoğu kişiyi ve kurumu, içinde yaşadıkları Fransa'ya ve Fransa toplumuna aynı dışlayıcı yaklaşımı dayatabilir. Ve bu ayrışma Fransa'da ayrımcılık görmelerine yol açabilir. Her iki durum da hem Fransa'nın hem de Türkiye'nin toplumsal barışına orta vadede zarar verebilir."

Arap Baharı, sosyal temelli eşitlik arayışının bir ürünü

"Bütün Avrupa genelinde milliyetçi ve ırkçı yaklaşımların 1990'lardan itibaren ivme kazandıkları doğru. Yüzyıllar boyunca  en önemli aidiyet din olmuştu. Toplumlar birbirlerini dinsel aidiyet üzerinden dışladılar. Fransız ihtilalinden sonra içine dini de dahil eden yeni bir aidiyet doğdu, o da ulusal aidiyet kavramı. 19. yy boyunca katıksız, saf ulus devletleri kurabilmek en önemli ülkü haline geldi ve bu uğurda büyük katliamlar, sürgünler yaşandı. Ancak 20. Yüzyılda yeni ve çok güçlü bir başkalık eklendi. İki kutuplu dünyada siyasal ve ideolojik başkalık diğer başkalıkların üstünü örttü, onları halının altına süpürdü. Doğu blokunun çökmesiyle bir yandan medeniyetler çatışması kisvesinde yeni düşmanlar yaratılırken diğer yandan milliyetçilik, hatta mikromilliyetçilik toplumsal grupları rahatlatan sığınak olarak tekrar peydah oldu. Bugün galiba (umarım) bu kırılmanın sonuna geliyoruz. 'Arap Baharı' denilen ama aslında küresel olan hareketler sosyal temelli eşitlik arayışlarının ürünü gibi görünüyor. Arap Baharı sadece bir kimlik çatışması ya da bir rejim çatışması değil. Toplumsal eşitlik isteyen orta ve orta altı kentlilerin refahı, özgürlükleri kısacası daha eşitlikçi bir toplumsal hayatı paylaşabilme çatışması. Bu hareketleri geleneksel marksist yaklaşımla bir 'sınıf kavgası' olarak nitelendirmek bence bir illüzyon."

Türkiye'nin model olma konusu çetrefilli

"Türkiye'nin model olma konusu oldukça çetrefilli.  Türkiye'nin nesinin model olacağı tartışılır. Anayasal sistemi mi ? Parlementer sistemiyle mi ? Devletçi ve devleti öne çıkaran politik yapı mı yoksa ultraliberal ekonomik mütasyonu mu ? Her ülke kendi bağlamına göre kendi sistemini yaratacaktır. Bazı konularda Türkiye deneyiminden esinlenilecek bazı başka konularda Türkiye'nin zıttı politikalar yürütülecektir. Arap Baharı sonrası beni en çok şaşkınlığa düşüren olgu, bu ülkelerdeki 19. yy yapay sınırların revizyonunun söz konusu olmadığıdır. Diğer bir deyişle sömürge sonrası kurulan ulus devletler varlıklarını aynı sınırlar içinde şimdilik devam ettiriyorlar. Bölünme konusunda elbette birkaç istisna var, Sudan ya da büyük bir ihtimalle yarının Irak'ı gibi, ancak bu ülkelerde Mısır, Suriye ya da Tunus gibi yerlerde ortaya çıkan sosyal dalga görülmedi.  İslamcılar da yekpare değil. İslamcı kategorisi oryantalist bir kategorizasyon. Gene de muhafazakar akımların genelde elitizm karşıtı ve eşitlikçi refah söylemleri her ülkede taraftar bulabiliyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar