Statükoyu sürdürmek değil, potansiyeli yönetmek

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Türkiye, yoğun sosyal ve politik gündemin gerilere ittiği ekonomik gündemine, beklenenden daha yavaş bir tempo ile de olsa, yeniden yoğunlaşmaya başladı. Yaz aylarının nispi rahatlık sağlayan mevsimsel etkilerinin ortadan kalkmasıyla yüzyüze kaldığımız kritik göstergeler pek gönül rahatlatıcı değil. Gerek sanayi üretimi ve kapasite kullanımı, gerekse işsizlik ile ilgili veriler, henüz kriz öncesindeki düzeyden epeyce uzakta olduğumuzu gösteriyor. Bu arada tek umut verici gelişme, ihracatın ekim ayından itibaren bir önceki yıla göre artmış olması. Küresel koşullarda ise henüz hızlı bir toparlanmanın sinyalleri ortaya çıkmış değil. Aksine bayrama girerken patlayan Dubai balonu, çıkışı geciktirecek ve uluslararası finans piyasalarındaki sıkışıklığı pekiştirecek bir etki yapacağa benziyor.

Düşük büyüme çare değil

Aslında göstergeler ve gelişmeler ile ilgili beklentilerin ve gerçekleşmelerin izlenmesinden büyük ve sevindirici sürprizler ummak doğru da değil. Uluslararası sistemin mevcut dengeleri içinde iyimser varsayımlar gerçekleşse dahi Türkiye ekonomisinin göstereceği başarı, onun bulunduğu göreli konumdan fazla ileriye sıçramasına yetmeyecek. Nitekim IMF'nin kasım başında İskoçya'da yapılan "bakanlar ve merkez bankaları başkanları" toplantısından sonra yayınladığı raporda bu yılın son çeyreği ve 2010 ile ilgili büyüme tahminlerinde G-20'nin büyüyecek yedi ülkesinden biri olacağını öngördüğü Türkiye, gelişmekte olan diğer ülkelerin çok gerisinde kalan ve işsizlik oranını aşağıya çekmesine elvermeyen düşük bir büyüme düzeyini ancak yakalayacak. Üstelik bu tahminler, yine IMF'nin bizim gibi ülkeler için küresel sermaye akışlarındaki tıkanmaların giderilmesini öncelikli hedef saydığı politikalar yürütüleceği varsayımına bağlı olarak yapılıyor.

Dolayısıyla amacımız sadece kriz öncesi durumumuza dönmek ve sorunlarımıza kalıcı çözümler getiremeyecek düşük büyüme oranlarına razı olmak ise temkinli ve az hatalı bir performans göstermek yeterli olabilir. Esasen Orta Vadeli Program da ılımlı hedefleriyle böyle muhafazakâr bir yörüngeyi ve yapısal hamleler için zaman kazanmayı öngörüyor gibi. Yok, eğer ekonomik yapının temel zafiyet alanlarında ciddi iyileştirmeler yapmak ve uzunca sürecek krizden çıkış sürecini cesur bir dönüşüm programını sonuçlandırmak için fırsat olarak kullanmak istiyorsak, artık bu konularla ilgilenen her dikkatli gözlemcinin büyük ölçüde öngörebileceği içi doldurulmuş uyguluma planlarının ve fayda/maliyet analizine dayalı şu veya bu ölçüde risk içeren seçimlerin yapılmasından kaçınmamalıyız.

Potansiyeli yönetebilmek

Bu bakımda elimizin bütünüyle zayıf olmadığını da görmeliyiz. Bütün kurumsal zaaflarına ve ölçek dezavantajına rağmen özel kesim dış borçlarının ödenmesinde bir zorlukla karşılaşmayışımız, bu kriz vesilesiyle çok önemli avantajlarımızdan biri olduğunu gözlediğimiz düşük hanehalkı borçluluğunun, sözgelişi doğu Avrupa ülkelerine göre bize bir koruma kalkanı sağladığını gösteriyor. Hassas kamu finansman yapısından dolayı cömert destek programları uygulanamamasına rağmen temkinli bir tempoyla yeniden dönmeye başlayan çarklar, sözgelişi yeniden stoka üretim sürecinin başlaması, reel kesimin hesaplı da olsa özkaynaklarıyla sağlayabileceği bir hareket yeteneği olduğuna işaret ediyor.

Öte yandan, ilk bakışta çelişkili de olsa, Türkiye'nin finans sisteminin ve sermaye piyasalarının yeterince derin ve gelişmiş olmaması da, özel tasarruf potansiyelinin sanıldığından yüksek olduğunun bir başka nedeni olabilir. Ekonominin toplam büyüklüğüne oranla mali sistemin ve sermaye piyasasının fazla küçük olması da böylece daha kolay anlaşılabilir.

Bu durumda eksik olan, bu potansiyelin iyi hazırlanmış ve ayrıntılı bir dönüşüm ve reform tasarımıyla ve doğru stratejik yönlendirme ile daha yukarıda konumlanmış bir yeni dengeye doğru hareketlendirilmesi. İşte bunu, ancak toplumun tümünü temsil eden kolektif bir akıl yani kamu otoritesi yapabilir.

Balonlar yerine rekabet gücü

Sonuç olarak çıkış yolunun tükettiğinden fazla üretmeyi hedefleyen, bu nedenle verimlilik ve yenilikçilik düzeyi yükseltilmiş insan kaynağına, altyapının geliştirilmesine ve katma değeri artırmaya yönelik sermaye organizasyonuna yatırım yapan bir ekonomik yapı oluşturmak olduğu, dünya üzerindeki farklı uygulama örneklerinden anlaşılıyor. Kalıcı ve sürdürülebilir sıçrama böyle sağlanıyor.

Ne Dubai gibi benim şahsen öteden beri arkasında güçlü bir hikaye bulamadığım, mevcut küresel mekanizmalara bağımlı oportünist bir stratejinin ötesinde kendine özgü bir dinamik barındırmayan modeller, ne de Rusya ve hatta Brezilya gibi zengin doğal kaynaklarına rağmen üretim kalitesi ve işgücü niteliği ile yaratıcılık konusundaki zaafları nedeniyle başkalarına örnek olabilecek yol haritaları oluşturamayan ülkeler, bu açıdan izlenebilecek esin kaynakları olamıyor.

Bizim de artık finans kesiminin koşullu ve geçici sağlamlığına güvenmeyi ve bunu reel kesimin performansından bağımsız kalıcı bir güç olarak görmeyi bırakarak, son haftalarda büyük bir isabetle yoğunlaşan rekabet gücü tartışmaları gibi gerçek sorunlar üzerine düşünmemiz gerekiyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019