Standartlar ve uzay çağı
21. yüzyıla hızlı girdik hızlı da gidiyoruz. Etrafımızca dönen onca kavrama, yeniliğe, hızlı gelişime baktığımızda o kadar bariz ki aslında yaşamımızdaki değişimler. Aslında bana böyle düşündüren de, bu yazımı kaleme almama neden olan da, şirket satışlarının, birleşmelerinin hız kesmeden devam etmesi. Gazetemizde çıkan habere göre, şirket birleşme ve satın alımlarında ilk 3 ayda 1,2 trilyon dolar değere ulaşılmış durumda. Rekora ulaşmış olan satış ve birleşmelerin yılbaşından bu yana ulaştığı rakam ise, yine aynı habere göre yaklaşık 2 trilyon dolar seviyelerinde ve habere göre satın alma ve birleşme sayısında geçmiş yıla oranla düşüş yaşansa da küresel bazda pazarlıkların büyüklüğü ilk çeyrekte yıllık yüzde 67 oranında artmış durumda.
Nasıl oldu da son yıllarda şirket birleşmeleri ve satın almaları bu denli hızlandı, nasıl oldu da firmalar bu denli kolay bir başka ülkede yer alan firma için böylesine kolay bir şekilde sermaye aktarabilir hale geldi. Tüm bu süreç ne zaman hızlandı, şaşırmamak elde değil. 1980’li yılların ortalarından itibaren, dünyada bir globalleşme kavramı yerleşmeye ve dilden dile dolaşmaya başladı. Aslında bu kavramın, standartlar yaratılarak ticaretin ve yaşamın hızlandırılmasından başka bir şey olmadığını da yıllar geçtikçe gördük ve şahit olduk. Günümüz dünyasında, neredeyse tüm yaşantılar birbirine benzer hal alır hale geldi. Düşündüğümüzde tüm dünya aynı birkaç telefon markasını kullanırken, iki büyük işletim sistemini kullanır, bilgisayarlarımızdaki programlarımızın aynı olduğu, sosyal medyada aynı platformlarda gezen, adeta kuralları belirlenmiş büyük bir oyunun parçası oluverdik. Aynı spor ayakkabı markalarını giyer, aynı içecekleri içer, ne kadar sonu burger olan yiyecek var ise aynılarını tüketir, aynı marka kıyafetleri giyer olduk. Dinlenilen müzikler birbirine yakınlaşırken, sinema kültüründen, kullanılan beyaz eşyaya, arabaya ve hatta neredeyse konuşulan lisana kadar dünyada tek bir standarta doğru yol aldığımızı görmemek mümkün değil.
Neden böylesine her şeyin standart hale dönüştüğünü düşündüğümüzde, küreselleşen dünyadan en çok kimlerin istifade ettiği sorusunun cevabı ile kesiştiğimize tanık oluyoruz. Zira, insanların yaşamının standartlaşması, en çok global markaların işine yaramakta. Aynı reklam kuşağı içerisinde, Türkiye’de yaşayan biri ile dünyanın herhangi bir yerindeki kişi aynı anda karşılaşabiliyor, aynı şekilde düşünebiliyor ve hareket edebiliyor. Markaların, günümüzde yaşamımıza hükmeder hale geldiklerini söylemek sanıyorum abartı olmaz.
Dünya üzerinde finansal raporların da standartlara dönüşmüş olması, aslında sermayenin ve hisselerin hızlıca el değiştirmesine neden olan en önemli faktör bana göre. 2002 yılında Avrupa Birliği tarafından, halka açık tüm şirketlerin 2005 yılı mali tablolarında Uluslararası Finansal Raporlama Standartları’na tabi olmalarını gerektiren bir muhasebe düzenlemesini onaylaması sonucunda, tüm dünyada özellikle de Avrupa’da yeni bir dönem başlamış oldu. Türkiye’de kısa bir süre sonra bu değişikliklere ayak uydurmaya başladı. UFRS’ye göre finansal tablo hazırlayan işletmelerin sayısı hızla artmış, diğer bir deyişle dünyadaki büyük şirketlerin tamamının raporlama ve finansal göstergeleri de aynı standartlarda okunabilmeye başlanmış oldu. Ve bu da az önce belirttiğim hisse satışlarını son derece hızlı hale getirdi.
Hani bir süreci hızlandırmak, artırmak ve güçlü tarafın ilkelerini empoze etmek isteniliyor ise, yapılacak en güzel şey, konuya dair standartlar oluşturup, kitleleri bu standartlara uygun bir hale getirmeye çalışmak en doğru yol olsa gerek. 1970’li yıllarda çocukluğu geçmiş birisi olarak, her Pazar günü izlediğimiz Amerikan filmlerinin, yaşamımıza Amerika Birleşik Devletleri’nin gücünü ve yaşam ilkelerini ne denli sokmayı başardığını, içtiğimiz kolaya, giydiğimiz ayakkabıya, dinlediğimiz müziğe kadar etkilediğini görebiliyoruz. O gün televizyon, bugün sosyal medya. Standart yaşam, hızlı tüketim, hızlı gelişim. Uzay çağı denilen şey de bu olsa gerek.