Stagflasyona doğru
Kriz sürecinde dünya enflasyonu unuttu. Çünkü enflasyon oranı %3’lerin altında. Hatta OECD üyesi ülkelerin bir çoğunda fiyatlar yükselmiyor, tam aksine düşüyor. Bu ülkeler arasında krizden en çok etkilenen Yunanistan (%-0,8), İtalya (%-0,2) ve İspanya (%-0,2) ile Kuzey Avrupa’nın sağlam ekonomiye sahip ülkesi İsveç’te (%-0,4) var. Dünya ekonomisinin lokomotif ülkelerinden ABD’de enflasyon oranı Eylül ayı itibari ile %1,7, İngiltere’de %1,2, Almanya’da %0,8, Fransa’da %0,3, Japonya’da %3,2 düzeylerinde. OECD üyesi olmayan Çin’de ise, enflasyon oranı %1,6.
OECD üyesi ülkeler arasında en yüksek enflasyon oranına sahip olan %8,98 ile Türkiye. Türkiye’ye en yakın ülke %5,1 ile Şili ve %4,2 ile Meksika. Bu ülkelerde enflasyon yüksek olmasına rağmen büyüme oranları düşük. Yılın ikinci çeyreği itibari ile Türkiye %2,1, Şili %1,9 ve Meksika %1,6 büyüdü. Bu üç ülke iktisat kuramında artık unutulmaya başlayan bir kriz türü olan stagflasyonun kıyısında bulunuyor.
Stagflasyon en basit tanımlama ile durgunluk içinde enflasyondur. Yani ekonomide hem durgunluk olacak (çok düşük büyüme oranı, hatta küçülme) hem de enflasyon olacak. Dünya bu kavramla 1973 petrol krizi sonrası yüz yüze geldi. Krizin suçlusu da Keynesyen iktisat politikaları oldu. Çünkü hemen egemenliğini ilan eden Monetarist (Parasalcı) okul yanlıları, Keynesyen politikaları ekonomiye devleti bulaştırdıkları için talep enflasyonuna neden olduğunu söylerken, bu politikaların belli bir dönem sonra büyümeyi de sağlamadığını savunuyorlardı.
Onların bu düşünceleri yeni değildi. Klasik iktisadın para kuramı zaten bunun üzerine oturuyordu. Ancak Monetaristlerin Babası M. Friedman bunu daha çekici ve şiirsel bir ifade ile anlattı. Friedman 1950-1970’li yıllarda yazdığı akademik makalelerde şu iki veciz cümleyi de kullandı:
“Enflasyon her durumda ve her zaman parasal bir olgudur.”
“Benim kuramım ne büyüme ne de istihdam kuramıdır, bir para talebi kuramıdır.”
Bu yaklaşım özünde enflasyonu aşırı talebe dayandırır. 70’li yıllarda kuramdan türetilen politikalar işe yaradı. 1980’li yıllarda Klasik iktisat teorisi bu defa başına “yeni” sözcüğünü aldı, makyaj yaptı (biz de bu aralar yeni kelimesi çok moda). Yeni Klasik Makro İktisat Okulu adı ile 2008 krizine kadar ana akım iktisat olmayı başardı. Bu arada kendi içinde özde aynı kalmakla birlikte, farklı yaklaşımlar da ortaya çıktı. Enflasyon hedeflemesi bunlardan biri. Yoğun matematik kullanılarak, ilginç kavramlarla (kayıp fonksiyon gibi) akademik ortama hakim oldukları gibi, hükümetleri de “bizim politikaların alternatifi yok” denilerek hizaya soktular.
Fakat kriz teoriyi çöpe gönderdi. Sıkı para politikasına dayalı modelin kuramcılarının memleketi ABD’de, kurama katkı veren B. Bernanke’in başındaki FED, gevşek para politikasına geçti. Para arzı arttı fakat enflasyon yükselmedi.
Türkiye enflasyon hedeflemesine 2001 krizi sonrası bulaştı. Önce örtük hedeflemeye geçti, 2006’da açık enflasyon hedeflemesine geçti. Uygulama oldukça iyi başarılar elde etti, enflasyon oranı tek haneye geriledi, artık ucube haline gelen TL’deki sıfırlar atıldı. Ancak kriz bizde de dengeleri bozdu. 2001 sonrası büyüme oranı düşerken, enflasyon yükselmeye başladı.
Neden sorusunun yanıtı Keynes’de gizli. Çünkü enflasyon maliyet enflasyonuna dönüşmeye başladı. Enflasyon hedeflemesi sürecinde rekabetçi bir piyasa yaratılamadı, dış ticaret yapısı değişmedi, imalat sanayinin yapısındaki sorunlar çakılı yerinde kaldı. Daha da önemlisi toplam faktör verimliliği artırmak için pek bir şey yapılmadı. Eğitim sorunu daha da ağırlaştı.
Bu politikalar neticesinde Türkiye adeta düşük büyüme yüksek enflasyonu satın aldı. Hükümette bunun farkına vardı, bu yazı yazılırken, yeni yapısal önlemler ilan edileceği açıklanmıştı. Siz bu yazıyı okurken, önlemlerde ilan edilmiş olacak. Bakalım “yeni” ne çıkacak?