Stagflasyon gibi görünen bir resesyon

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

GÜNDEM / Tuğrul BELLİ tbelli@turkishbank.com Bundan 2.5 ay kadar önce, eşik-altı (sub-prime) mortgage piyasalarında başlayan ve pek çok finansal kuruluşun ciddi miktarlarda zarar yazmasına sebep olan krizde en dip noktanın geçildiğini, tabir yerindeyse kuyunun dibinin görüldüğünü ve bundan sonra piyasaların bir toparlanma süreci içerisine gireceğini belirtmiştim. Gerçekten de, arasıra Lehman gibi kuruluşlar mercek altına girse de, o günden beri finansal piyasalarda göreceli bir toparlanma gözlemleniyor. Piyasalardaki oynaklığın bir göstergesi olarak görülen VIX endeksi mart ayında 30 seviyelerinin üzerine çıktıktan sonra gerilemeye başlamış, ve mayıs ayında 20'li seviyelerin altına inmişti. Ancak, son günlerde ABD ekonomisi ve FED'den gelen karışık sinyaller nedeniyle VIX'in tekrar 20'lerin üstüne kadar yükseldiği de görülüyor. ABD'nin reel piyasalarındaki sorunlar ise her ne kadar finansal piyasalardaki problemlerle tetiklenmiş gibi gözükse bile, bugün için başka boyutlara sıçramış vaziyettedir. Özellikle petrol, enerji, emtia ve gıda fiyatlarında görülen hızlı ve yüksek oranlı artışların sadece ABD değil, bütün dünya ekonomileri için önemli bir sorun olduğu yadsınamaz. Ne olursa olsun hâlâ tüketim gücü açısından dünya ekonomisinin lokomotifi olarak görülmesi gereken ABD ekonomisindeki gelişmelerin diğer ekonomiler tarafından yakınen takip edilmesi kaçınılmazdır. Bu bağlamda, artık biraz da kabak tadı vermeye başlayan, ABD ekonomisinin resesyona girip girmeyeceği konusu gündemi meşgul etmeye devam etmektedir. Resesyon resmi olarak bir ekonominin 2 çeyrek arka arkaya negatif büyüme hızı göstermesi olarak tanımlanıyor. Böyle bakıldığında ABD'nin resesyona girmeme ihtimali hâlâ var. Her ne kadar ABD 2. çeyrekte yüzde 1 kadar bir gerileme gösterecek ise de, 3. çeyrekte düşük bir büyüme hızı sağlayabilir. Ancak, tüm sene büyüme hızının yüzde 1'in altında kalması bile aslında tanımsal olmasa da, fiili olarak ABD ekonomisinin resesyon içinde olduğunu ortaya koyan bir sonuç olmaktadır ki; yılın 2. yarısında beklenen toparlanmanın gerçekleşmeyeceği yönündeki işaretler de artmaktadır. Bu işaretlerden ilki tüketicilerin güveni ve harcama davranışlarıyla ilgili. Her ne kadar vergi iadeleri sonucunda tüketicilerin eline hemen harcayabilecekleri 50 milyar dolar kadar taze kaynak geçmiş olsa da, tüketicilerin genel eğilimi bu kaynağı harcamaktan çok, olan borçlarını azaltma şeklinde olmaktadır. Öte yandan, düşen ev fiyatları ve faizler, ev alımlarını cazip hale getirmeye başladıysa da, fiyatlarda daha da düşüş olacağı beklentisi, tüketicilerin bu piyasaya olan ilgisini sınırlı tutmaktadır. Arz-talep koşullarının eşitlenmesi için yeni konut inşaatlarında yüzde 30 kadar daha gerileme olması gerektiği hesaplanmaktadır. Artmaya devam eden petrol ve gıda fiyatlarının ABD'deki tüketicilere maliyetinin 180 milyar dolar olması beklenmektedir. Halbuki, vergi iadeleri yoluyla tüm sene içerisinde tüketicilere aktarılacak kaynaklar sadece 118 milyar dolar kadardır. Bu da aile bütçelerini ve tüketim gücünü azaltan bir faktördür. Ayrıca, pek çok gelişmekte olan ülkenin bugüne kadar iç piyasada sübvanse etmeye çalıştığı petrol fiyatlarında artırıma gidiyor olması, bu ülkelerin büyüme hızında kaçınılmaz olarak bir yavaşlamayı da beraberinde getirecektir. Bu da ABD'nin ihracatının istenilen boyutta artmamasına sebep olacaktır. İktisadi belirsizlik ortamı sıkılaşmış olan kredi piyasalarındaki gevşemeyi geciktirecektir. Sermaye harcamaları ve personel alımları yavaşlamaktadır. Son 5 aydır, tarım-dışı istihdamda her ay ortalama olarak 65,000 civarında iş kaybı söz konusudur. Her ne kadar pek çok yorumcu bu oranda iş kaybının normal olduğunu iddia etse de, 2001'deki resesyonun başında da kayıplar aynı düzeylerde idi. İşsizlikteki artışın reel ücretler ve tüketim harcamalarına doğrudan etki yapması kaçınılmazdır. Son olarak da, yükselen enflasyon beklentileri nedeniyle Avrupa Merkez Bankası'nın faiz artırma olasılığı güçlenmektedir. Ayrıca, enflasyonu kontrol altına almak amacıyla Türkiye'nin de dahil olduğu gelişmekte olan ülkelerin pek çoğunda büyümeden feragat etmek pahasına, faizlerde artışa gidilmesi söz konusu olmaktadır. Bu durum, kaçınılmaz olarak, küresel büyüme tahminlerinin de aşağıya çekilmesi anlamına gelmektedir. Önemli bir soru dolardaki zayıflama ile petrol fiyatlarındaki artışın ABD'de olumsuz bir enflasyon döngüsüne dönüşüp dönüşmeyeceğidir. Böyle bir olgunun en önemli göstergesi ücretlerin de artma eğilimine girmesi olmaktadır. Ancak, ABD ekonomisinde şu ana kadar böyle bir eğilim söz konusu değildir. Aksine, işsizlikte artış ve reel ücretlerde azalış söz konusudur. Zaman içinde, ürün, konut ve işgücü piyasalarında oluşan gevşeme ve verimlilikte görülecek olan artış da ücret-fiyat sarmalını önleyecektir. Öte yandan, bu şartlar altında, FED'in parasal gevşemeye devam etme imkanı da ortadan kalkmıştır. Soru faizleri tekrar artırmadan önce daha ne kadar bu seviyede tutacağı sorusudur. Piyasalar ise şimdiden Eylül'de 50 baz puan kadar faiz artırımına gidileceğini fiyatlara yansıtmaya başlamışlardır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019