SpaceX sadece bir uzay teknolojisi midir?
Geçtiğimiz hafta heyecanla SpaceX'in yeni roketi Falcon Heavy'nin test uçuşunu izledik. Elon Musk'ın Tesla otomobilinin de içinde olduğu roketin sunduğu güç ve maliyet avantajı ile birlikte, uzay sektöründe yeni bir aşamaya daha geçiyoruz. Aslında son yıllarda uzay teknolojilerine özel sektör yatırımlarının artması, bu teknolojilerin geldiği hazırlık seviyesi ile ilgili bir dizi işaret sunuyordu. 1980'lerin başlarında NASA (ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi) uzay teknolojilerinin olgunluk düzeyini değerlendirmek için bir Teknoloji Hazırlık Seviyesi (TRL) ölçüm yöntemi tanımlamıştı. Bu yöntem artık tüm sektörlerde kullanılır oldu fakat ilk çıkışı uzay teknolojilerinin olgunluk seviyesinin değerlendirilmesine yönelikti.
1'den 9'a kadar bir puanlama yapılmıştı. TRL 1-4 arası temel ve uygulamalı araştırma aşamasını, TRL 5 ve 6 test ve çalışır bir prototip ile gösteriyi içeriyor. TRL 7 uzayda başarılı bir testi, TRL 8 ve 9 ise gerçek bir tanımlı görevde kullanımını ve başarılı bir biçimde yaygınlaşma potansiyelini gösteriyor. Bu puanlama aynı zamanda ilgili teknolojiler etrafındaki ekosistemin gelişimine de işaret ediyor aslına bakarsanız. TRL 3-4 seviyelerinden itibaren Ar-Ge çalışmaları süresince ortaya çıkan inovasyonların yayılması hızlanıyor. Henüz ilgili teknoloji ana amacına yönelik kullanılmaya başlanmadan, bu aşamadan itibaren teknolojide ortaya çıkan yenilikler farklı sektörlerde farklı amaçlara yönelik yaygınlaşıyor. Aynı zamanda TRL 3-4 seviyesinden itibaren ilgili teknolojilere özel sektör yatırımları da artıyor.
Bu bildiğimiz klasik bir inovasyon ekosistemi akışı. Önce kamu girişimi ile ülke önceliklerine orta-uzun vadeli bir amaç ve odak tanımlanıyor. O amaca ulaşmak için ilk büyük kaynağı kamu ayırıyor ve önceliklendiriyor. Fakat süreç başladıktan sonra o kamunun sahip olduğu bir şey olarak kalmıyor. Amaç zaten bir kamu ürünü çıkarmak değil, ilk büyük finansmanı sağlamak ve amaca ulaşmak için inovasyonu tetiklemek. Tabii ki bir de başlangıç aşamasından sonra çıkan inovasyonların yayılması ve kullanılabilir hale gelmesi bekleniyor. Uzun vadeli amaca doğru giderken, yan faydalarından ve ekonomik geri dönüşlerinden de yararlanmak, kamu kaynağının etkin kullanımını beraberinde getirmiş oluyor.
Kamunun inovasyon ekosistemindeki rolü nedir?
Sistem böyle düzgün çalıştığında NASA örneğinde de gördüğümüz gibi, asıl amaca doğru uzun bir yolda yürürken, yanında birçok spin-off şirket çıkmış oluyor. NASA'dan her yıl 50'nin üzerinde farklı sektörlerde çalışan spin-off çıkıyor. Bunlar sağlıktan eneryiye, çevre ve doğal kaynak yönetiminden ulaştırmaya birçok sektöre yeni teknolojileri yaygınlaştıran şirketler oluyor. Sadece NASA da değil, AB'de, Japonya'da uzay araştırmalarının etrafında birçok teknoloji transfer merkezi ve inkübatör kuruluyor. Spin-off şirketlerin sayısı artsın, farklı sektörlere yayılma hızlansın diye tetikleyici mekanizmalar ve teşvik araçları oluşturuyorlar. Ortaya çıkan sonuçlar da bunun etkin yürüdüğüne işaret ediyor. Peki bizde nasıl? Benzer bir işleyişi mesela Aselsan'da görebilmek mümkün oldu mu? Maalesef olamadı.
Kamunun asıl amacının inovasyon ekosistemini tetiklemek ve işler hale getirmek olduğu ülkelerde, sistem böyle çalışıyor. Kamu, inovasyonun sahibi değil, tetikleyicisi olmak istiyor. Tetikleyici rolünü de fi nansman, koordinasyon, yerinde yenilikçi düzenlemeler gibi birçok araçla yerine getiriyor. Hatırlarsanız Güney Kore modeli de tam böyle kurulmuştu. Kamu araştırma merkezlerine verilen misyon ve sonra onların özel sektöre aktarılması yine benzer bir modelle yapılmıştı.
Uzay sektöründeki dönüşüm önemli bir hızlanma sürecinden geçiyor. Fakat kısa vadede daha da önemlisi, bu dönüşümü gerçekleştiren uzay teknolojilerinin inovasyon süreçlerinde farklı sektörlerdeki dönüşümü de hızlandırıyor olması. Yani uzay teknolojilerine yatırım yapan ülkelerin ek birçok faydadan ve daha kısa vadede ekonomik dönüşlerden yararlanabiliyor olması. OECD, uzay teknolojilerindeki inovasyonu tetikleyen ve ülkeleri buna yönlendiren faktörleri üç başlık altında topluyor. Birincisi, ülkelerin ulusal güvenlik programları ve bilimsel hedefl eri doğrultusunda yatırım yapma istekleri. İkincisi, uzay teknolojilerinin uzun gelişim süreçleri boyunca ortaya çıkan inovasyonların farklı birçok sektöre olumlu etkisi ve ülkelerin bu yayılmadan faydalanma isteği. Üçüncüsü ise, insanların uzayı keşif merakı ve bundan dolayı da artan özel sektör yatırımları. Türkiye'de bunlardan birisi var mı ben emin değilim. Varsa da uzay teknolojilerindeki yerimize bakınca pek işe yaramamış duruyor. Uzay teknolojilerinde bilimsel yayın üretimine ve patent sayılarına bakarsak ilk 20 ülke arasında Türkiye yok (OECD Space and Innovation, 2016). İki göstergede de ABD, Çin, Fransa, Rusya, Almanya, Hindistan ilk 10'a giren ülkeler arasında. Hiç mi umut yok?
Bunlardan bahsederken, bugünlerde tekrar gündeme gelen, 1950'lerde Bandırma'da başlatılmış bir girişimi ben de hatırlatmak isterim. Bir grup lise öğrencisinin kurduğu Bandırma Füze Kulübü, aralarına üniversiteliler ve akademisyenlerin katılması ile o dönemin heyecan verici başarılarına imza atmıştı. Başta kamu tarafından da desteklenirken sonra ne oldu? "Bir zamanlar biz de uzaya roketler fırlatmayı denerdik" diye bir anı olarak kaldı maalesef. O günden bugüne inovasyon ekosisteminde kamunun kendine tanımladığı yer değişti mi? Hayır. Mesele kamu girişimiyle yerli ve milli bir SpaceX yapmak değil yani.
Mesele yeni teknolojilerin ülke içinde yayılmasını ve dönüşümü tetiklemesini hızlandırmak, aynı zamanda da daha uzun vade için bir odak etrafında yeni teknolojilerin keşfi ve geliştirilmesini sağlamak. Peki hiç mi umut yok? Var, bir kez daha yeni dünyada teknoloji startuplarının Türkiye için sunduğu fırsata bakalım diyorum. Uzay teknolojilerinde ve birçok listede giremediğimiz ilk 10'a bir girişimcimiz sayesinde daha girdik. Bu harika haberi de vermeden geçemeyeceğim. Crunchbase, 2012'de kurulan Insider'ın kurucusu Hande Çilingir'i, dünyanın ABD dışındaki en iyi 7 kadın CEO'sundan biri olarak seçti. Yine bir startup bizi bu listelere sokmuş oldu.