Söz konusu kur sıçramasıysa gerisi teferruattır
Söz konusu döviz kurundaki sıçrama olunca herkes ayağa kalkıyor; gerisi teferruat düzeyine iniyor. Bırakın bu düzeyde bir tepkiyi, bunun ben diyeyim beşte biri, siz deyin onda biri kadar tepki, ne işsizlik sıçradığında ne de enflasyon alıp başını gittiğinde veriliyor; onlar birer teferruat olarak görülüyor. Elbette bu davranış biçiminin geçmişte yaşadığımız krizlerin hala hafızamızda canlı olması ile çok yakından bir ilgisi var. Neredeyse kur sıçraması krizle eş anlamlı hale geldi ülkemizde. Doğru değil elbette; her kur artışına kriz demek mümkün değil: Kriz statüsünü “kazanabilmesi” için arkasından banka ya da şirket iflasları (ya da kapatmaları, el koymaları), işsizlikte sıçrama, ekonomide daralma gibi gelişmelerin en azından bir kısmının yaşanması gerekir.
Şüphesiz kur sıçramalarına karşı hassas bir ekonomiye sahipseniz, uzun süren kur sıçramalarının az önce saydığım gelişmelere yol açma ihtimali artar. Bu nedenledir ki, döviz kuru sıçramaları Türkiye’de (çok muhtemelen birçok ülkede de) merkez bankalarının üzerindeki siyasi baskıyı son derece azaltıyor. “Merkez Bankamız bağımsızdır” benzeri açıklamalar duymaya başlıyoruz. Merkez Bankası (MB) da bu süreçte rahat karar alıp belirgin bir tepki verebiliyor. Elbette bu tepkiyi aynı süreçte piyasa faizlerinin (gösterge tahvil faizleri özellikle) keskin biçimde yükselmesi de kolaylaştırıyor. Yakın geçmişten iki örnek vereyim.
Nisan 2013’ün tümü ile Mayıs 2013’ün ilk haftasında bir dolar 1.80 lira, MB’nin ortalama fonlama faizi ise yüzde 5.04 düzeyinde. Bir süre sonra ortalama fonlama faizini yüzde 4.5’e çekiyor MB. Ne yazık ki o sırada (tam olarak 22 Mayıs’ta) ABD Merkez Bankası Başkanı’nın meşhur açıklaması duyuluyor: “Banka’nın bir süre sonra para politikasındaki gevşemeyi azaltmaya başlayacağını, arkasından da sıkılaştırma sürecinin geleceğini” söylüyor. Tüm dünyada dolar değer kazanıyor. Özellikle Türkiye gibi ekonomisi kur artışlarına karşı kırılgan ülkelerde yerli paradan kaçışı tetikledi bu açıklama ve dolar kuru bu ülkelerin para birimleri karşısında hızla değer kazandı. Mesela 27 Ocak 2014’e gelindiğinde dolar lira karşısında yüzde 30 değer kazanmış ve dolar 2.34’e yükselmişti. MB kademeli olarak faizini artırdı ve aynı gün faiz 8.36’ya çıktı. Yetmedi; kurdaki artışı dizginleyebilmek için faiz üç gün sonra yüzde 11’e yükseltildi. Liradaki kanama durdu ve birkaç gün içinde dolar 2.20 liraya düştü.
Eylül 2016 başlarında dolar 2.94 lira, MB’nin bankaları ortalama faizi ise yüzde 7.90 düzeyindeydi. Sonra lirada değer kaybı başladı: Bir ay sonra kur 3.03’e, 2 Aralık’ta 3.51’e ve 11 Ocak 2017’de ise 3.85’e sıçradı. Farklı bir ifadeyle, dört ay içinde dolar-lira kuru yüzde 31 arttı. Kur 3.03’e sıçradığında MB yine (mayıs 2013’teki gibi) faizini küçük bir miktar düşürmüştü. 2 Aralık’ta faizini 8.31, 16 Ocak’ta 8.74, 31 Ocak’ta 10.34, 10 Mart’ta ise 10.82 yaptı. Kur bu hamlelerden sonra baş aşağıya bir eğilim izledi ve Nisan 2017 başında 3.55’e kadar düştü. Dikkat ederseniz kısa sürede (4 Ekim 2016 – 17 Mart 2017) MB, faizini tam 3.6 puan artırdı.
Yazıyı daha fazla rakama boğmamak için sözünü ettiğim dönemlerde kur artarken, MB tepkisinden önce piyasada faizinin yükseldiğini gösteren rakamları vermedim. Bugünlerde de benzer bir süreçten geçiyoruz: Kur sıçradı. Beraberinde piyasa faizi belirgin biçimde yükseldi. Oysa MB sadece 0.25 puan faiz artırımına gitti. Tıpkı örneğini verdiğim iki dönemin ilk aşamalarına olduğu gibi. Muhtemelen dolar-lira kurundaki mevcut durum sürerse daha sert bir tepki verecek. Mevcut durum sürmez, ABD’deki dava ya da başka bir dış politika gelişmesi nedeniyle kur yeniden artmaya başlarsa, faiz tepkisi daha da sertleşecek.
MB’nin yukarıda yaşananları özetlediğim iki dönemden farklı olarak bu sefer işi daha zor. Bunun ilk nedeni, kurdaki artışın önemli bir kısmının arkasındaki nedenleri MB’nin faiz yükselterek değiştirmesinin mümkün olmaması. İkinci neden ise, enflasyon hedefin çok üzerinde seyrediyorken ve her geçen ay hedef ile enflasyon tahminleri arasındaki fark açılıyorken MB’nin faiz artırma tepkisi vermemiş olması. Daha önce faiz artıraydı, hem bağımsızlığı hakkındaki kuşkuları ortadan büyük ölçüde kaldıracaktı hem de faiz tepkisini kura karı değil enflasyondaki gelişmelere karşı verdiğini göstermiş olacaktı. Bu son nokta çok önemli: Çünkü her ne kadar kendisinin değiştiremeyeceği nedenlerle kur artıyor olsa da, daha önce görevini yapmış olsaydı “kurdaki mevcut gidişat enflasyonu ileride yükseltme potansiyeli taşıdığı için faiz artırıyorum” diyebilecekti. Böylelikle “faiz tepkisi ABD-Avrupa-Türkiye ilişkileri böyle sürerken (bu ortamda) kura karşı ne işe yarayacak ki” eleştirisini boşa çıkarabilecekti.