Sosyalizasyon programları
Birkaç haftadır örgüt kültürlerinin bilinçli tasarlanmaları gerektiğini ve bunun nasıl yapılacağının sohbetini yapıyorum. Hatırlayacaksınız örgüt kültürlerinin yedi boyutunu: (1) Yenilik ve risk alımına karşı tutumlar ve bu konulardaki hazırlıklar; (2) İşlerinin yapımında detaylara dikkat, hassasiyet ve yapılan işi kişisel bir mesele olarak ele alma konusundaki tutum ve davranışlar; (3) İşlerde süreç ve tekniklerin kalıpları ve şirket yararına sonuçlar arasındaki tercihler; (4) Yapılan işlerin şirket mensupları üzerindeki etkilerini irdeleme ve ona göre hareket etme veya etmeme; (5) İşlerin ekip veya bireyler tarafından yapılması konusundaki tercihler; (6) İşlerin yapımında elemanların sarf ettiği gayretin ‘yeterli’ veya ‘yeterinden fazla’ olması arasındaki tercihler; (7) Örgütün gerek iç gerek dış tehditlere karşı hassasiyeti ve birlikteliği, olarak vermiştim. Örgütler bu boyutların birinde veya daha çoğunda kazanılması istenen değerleri üç araç kullanarak inşa edebiliyorlardı. (1) Kahramanlar; (2) Hak kazanımları ritüelleri ve (3) Seremoniler.
Konudaki bu yazımda anılan araçlara biraz daha eğilmek istiyorum. Ancak daha önce sosyalizasyon programlarının başarısı için gereken iki önemli konuya değineceğim. Bunlardan birincisi ‘tutarlılık’ ikincisi ise ‘doğallık’.
Tutarlılık bir iki anlama gelir. Önce belli bir kültüre ilişkin sosyalizasyon programları hem kendi içinde hem birbirleriyle tutarlı olmak zorundadır. Bunun aksine olgular istenen kültürü kazandırmak bir tarafa, hemen her zaman, ters-etkili sonuçlara yol açar. Söz gelimi Oruç Reis’i bir gün kahraman ertesi gün şu veya bu nedenle yağmacı bir korsan olarak tanıtırsanız, elemanlar yalnız şaşırmakla kalmaz, neyin hangi koşullarda neden öyle tanımlandığını araştırmaya ona göre davranmaya başlarlar. Bireyler bu durumda arzulanan ‘yoldaşlarını ölüm bahasına arkada bırakmama’ değerine sahip olarak ‘kahraman’ olmak yerine “Ne yaparsam kahraman olurum acaba?” arayışlarına yönelirler. Bu ise istenenin tersine, bencil ve fırsatçı bir kültürel öğedir. Az kahraman çok kahraman da olmaz. Kahraman kahramandır. Ona göre tanım yapılır ve tutarlı bir şekilde uygulanır. İkinci olarak, tutarlılık bir aracın hem kendi içinde hem de bir diğer araçla uyumudur. Kahraman tanımı kültürel boyutların yedisinde de aynı kalmalıdır. “Oruç Reis kahramandı ama kurtulacak olan leventlerini de ölüme sürükledi” diyerek kültürel öğelerin dördüncü boyutunda (Yapılan işlerin şirket mensupları üzerindeki etkilerini irdeleme) eleştiri getirirseniz bu tutarlı bir program olmaz. Yani, bu işin ‘aması’ olmaz. Bugün kahraman ama yarın belli olmaz, kahraman ama maliyeti yüksek gibi algılara yol açan sosyalizasyon programları ters teper. En önemlisi, sosyalizasyon programları astlar için tasarlanan programlar değillerdir. Bu programlar en tepedeki sahip-patrondan en düşük rütbedeki elemana kadar herkesi kapsamazlarsa bir işe yaramazlar. Patrona başka, elemana başka tanım uygulanmaz. Tam tersine bu tür program öğeleri, hani derler ya ‘İbret- i Alem için’ örnek olarak üstlere ve astlara aynen uygulanmalıdır. Bunun dışı davranışlar tutarsızdır ve ters teper. Sosyalizasyon programları uygulamada da tutarlı olmak zorundadırlar. Kültürel öğeler örnek yoluyla öğrenilirler. Tanımın tersine birtane örnek bile bu programları ciddi şekilde zaafa uğratır. Bu olguya özellikle üstler için farklı tanımların kullanıldığı durumlarda rastlanır ve etkisi istenenin tam tersine olur. Tanımın istisnası olmaz, olduğu hallerde istisna kural haline gelir. Amiyane tabiriyle ‘İmam osu..sa cemaat sı..armış’ deyişinde anlatılmaya çalışıldığı gibi.
Sosyalizasyon programlarının doğallığı ise bambaşka bir özelliktir. Doğallık bir iki anlama gelir. Birincisi kültürlerin her üç öğesi de yapmacık ve sonradan planlanmış görünemezler. Örgütler yöneticileri aracılığı ile “Efendim biz kahraman arıyoruz. Tanımını yaptık. Bu tanıma göre Hasan ayın kahramanı seçildi. Diğer elemanlarımıza gelecek ay kahramanlık başvurusu yapmalarını önerir iyi şanslar dileriz” ilanı yaparak bu kültürel öğeyi yerleştiremezler. Süreç amaç olur (*) Bu bağlamda doğallıkta bir yerde “Bu böyle olduğu için böyledir. Tartışılacak bir konu değildir” anlayışı vardır. (Kültürel öğelerin hepsi yapıcı değillerdir. Geçmişten gelen ters öğelerde vardır. Bu nedenle söylediklerimi kültürel öğelerin tartışılmaması gerekir anlamında yazmıyorum. Bu konuya ileride değineceğim). Yapıcı öğeler hemen belli olmayan amaçlara hizmet ederler. Bir dostum Amerika’da büyümüş Türk asıllı damadından şikayet ederken onun “Ben yaşlıların elini öpmem, bunun anlamı nedir kavramış değilim” dediğini adeta tiksintiyle anlatır durur hep. Kültürel bir öğe kişilerin davranışlarını doğal olarak biçimlendirdiği oranda kültüreldir. Oruç Reis’in nehri geçip kendisini kurtarmış olmasına rağmen yoldaşlarını arkada bırakmamak için geri dönerek mutlak bir ölüme gitme kararını kahramanlık tanımlarına bakarak verdiğini hiç sanmıyorum. Ona bu doğal gelmişti. Sağlıcakla kalın.
(*) Süreçlerin amaçların önüne geçmesi çok olağan ve ters-etkili bir olgudur. Bu önemli konuya, kısmet olursa, bir başka yazıda değineceğim.