Sosyal medya ve geleneksel medya
Geçtiğimiz hafta, Mısır'da yaşanan olayları dünya kamuoyuna aktaran önemli isimlerden El Cezire muhabiri Ayman Mohyeldin'in Bilgi Üniversitesi'nde verdiği konferanstaki sözleri "sosyal medya" olgusunun günümüzdeki siyasi ve sosyolojik konumunu aslında çok iyi özetliyordu. Mohyeldin, ekonomik ve sosyal konumu ne olursa olsun her bir bireyin sesini duyurma hakkı olduğunu belirterek, sosyal medyanın, adeta sosyal adaleti sağlayan bir araç haline geldiğini söylüyordu. Yani, ister çok zengin bir işadamı olun, ister politikacı, isterseniz küçük bir bakkal veya o bakkalda çalışan çırak; dünyanın geri kalanına seslenmek istediğinizde, eğer bir Twitter hesabınız varsa, eşit ve herkesin sesini aynı oranda duyuran bir araca sahipsiniz demektir...
Farklı bir noktadan yola çıkarak benzer bir yorumu Forbes Türkiye'nin Şubat 2011 sayısında Vural Çakır yapmıştı. IPSOS-KMG araştırma şirketinin CEO'su Çakır, Mohyeldin'in işaret ettiği "sosyal adalet" mekanizmasının iş dünyasında doğurması muhtemel sonucu şu sözlerle özetliyordu:
"İş hayatında şirket yönetiminden, çalışanlara bakışa ve pazarlama yönetimine kadar yeni bir tür sosyalizm etkili olacak. Marka yönetimi kendini - mecburen - toplumun yararları ile daha fazla özdeşleştirecek; kolektivizmin değeri artacak."
Vikinomi'nin yazarı Don Tapscott'ın işaret ettiği gibi, internetle birlikte daha rahat ve hızlı büyüyebileceği bir ortama kavuşan "ortak akıl" şimdi de daha sosyal adaletçi, - hadi sosyal adaletçi fazla abartılı olur "daha eşitlikçi" diyelim - bir çizgiye doğru gidiyor. Bu ortak akla katkıda bulunmayı herkes için mümkün hale getiren sosyal medya araçları ise bu sürece üç yönden katkı sunuyor. İlki, az önce dediğimiz, bir bilgisayar, küçük bir netbook, hatta bir cep telefonu sahibi olan ve yalnız tuşlara basmayı bilen herkesi söz söyleyebilir hale getirmek, ikincisi geleneksel tek yönlü akışa sahip medya dünyasının dışında bir "ünlü olma" ve "kanaat önderliği" modeli sunmak, üçüncüsü ise ortak düşünce geliştirebilmeyi olanaklı hale getiren bir platform oluşturmak.
Ancak geleneksel kitle iletişim araçlarının varlığını hala sürdürdüğü, eski gücünden çok şey kaybetse de politik ve ekonomik sistem üzerinde hâlâ önemli etkisinin bulunduğunu da unutmamak gerekiyor. Bu etki göz önüne alındığında, "sosyal adalet" ve "kolektivizm" kavramlarına, hayatımızda parlayan bir kaç kıvılcım dışında, özellikle de politik açıdan pek de yakın olmadığımızı hemen söyleyebiliriz. Evet Mısır veya Tunus'ta ayaklanan kitlelerin sesi sosyal medyadan duyuldu, ama bu ses -yüzbinlerce kişilik paylaşım sözkonusu olsa bile- ancak El Cezire veya CNN gibi uluslararası televizyon kanalları sayesinde yüzmilyonlarca kişinin evine ulaşabildi. Tabii sosyal medya olmasaydı, kitle iletişim araçlarının sıkı kontrol altında tutulduğu kapalı rejimlerde insanların sesini duyurması olanağı da belki olmazdı. Ama aynı sosyal medya araçlarında, Çin'de, Asya'nın, Afrika'nın, Avrupa'nın, Amerika kıtasının herhangi bir ülkesinde siyasi ya da ekonomik baskı görenlerın sesi de aynı şekilde çıktığı halde, bu kadar milyar kişiye ulaşamıyor...
Bunda geleneksel medyanın hala gücünü korumasının ve medya endüstrisinin kontrollü seçiciliğinin büyük rolü var elbette. Sosyal medyanın o dillerden düşmeyen büyük etkisine rağmen, Çin'in daha demokratik bir yapıya "henüz hazır olmadığına" ikna olabiliyoruz. Veya yine Çin'de her yıl binlerle ifade edilecek sayıda kişinin idam edilmesini gözardı edebiliyoruz. Aynı şekilde Suudi Arabistan gibi monarşik yönetimlerin meşruiyet temelleri daha albenili görünse de, aslında herbirinin birer dikta rejimi olduğu gerçeğini görmezden gelebiliyoruz. Bu nedenle Hüsnü Mübarek'in veya Muammer Kaddafi'nin servetlerinin 70 milyar dolara ulaştığını konuşuyoruz da nedense Suud ailesinin veya Arap Yarımadası'ndaki başka emirlerin servetlerini hiç tartışmıyoruz bile…
Evet, sosyal medya inkar edilemez ve geri dönülemeyecek biçimde hayatımıza nüfuz etmiş bir gerçeklik. Ve bu gerçeklik Nestle gibi bir şirketi palmiye yağı kullanmaktan ve dolayısıyla şempanzelerin yaşam alanlarını yok etmekten bir kaç gün içinde vazgeçirebilecek kadar önemli bir güce sahip. Evet, bu gerçeklik aynı zamanda hiç ummadığımız sıradan bir insanı hatırı sayılır bir kitle için bir kanaat önderi haline getirebilecek, ona itibar kazandırabilecek, belki de onu zengin edebilecek bir araç sunuyor. Ama sosyal medya hala hayatımızı belirleyen siyasi paradigmaları kökünden değiştirecek bir güce sahip değil. İş ve tüketim dünyasındaki değişimin tam aksine, bu gücü hala geleneksel medya elinde tutuyor ve insanların yaşamını etkileyecek politik kararları oluşturan kamuoyu eğilimlerini halihazırda, çok büyük ölçüde geleneksel medya belirliyor.
İnternet ve sosyal paylaşım gibi teknolojiler, iş dünyasının rekabet biçimini değiştirirken üretimin sahiplik yapısını ve üretim ilişkilerini çok yavaş da olsa değişime uğratıyor. Ancak bu değişimin refahın ve servetin daha eşitlikçi biçimde dağılmasını sağladığını görmek için epey zaman var. Şu andaki eğilim tam tersi yönde gibi görünse de, ortaya çıkan araçlar ve bilginin yatay dağılımı, er ya da geç bireylerin kolektifleşerek güçlenmesine neden olacak ve bu gelişme politik alanı yeniden şekillendirecek. Kısaca söyleyeyim, bunlar olduğunda şu anda konuştuğumuz, üzerinde tartıştığımız "demokrasi" ve "demokratik sistem" tanımı yeniden şekillenecek ve dünya başka türlü bir yer olacak. Ama daha çok var...