Sosyal konuta yatırımın ekonomik, ahlaki ve Avrupa ölçeğinde gerekçesi
Avrupa’nın dört bir yanında yükselen kira fiyatları, ev sahibi olmanın zorlaşması, sosyal konut stokunun erimesi ve evsizlikteki artış artık açıkça bir gerçeği ortaya koyuyor: Konut meselesi, günümüzün en temel sosyal-adalet ve ekonomik-güvenlik sorunlarından biri haline geldi.
Bu noktada iki önemli belgeyi yan yana okumak önemli fikirler doğuruyor. İlki, İngiltere merkezli Shelter’ın 2025 tarihli kapsamlı çalışması Safe as Houses raporu. İkincisi ise Avrupa Ekonomik ve Sosyal Komitesi’nin (EESC), Şubat 2024’te yayımladığı “Avrupa’da Konut Krizi – İleriye Dönük Yol” başlıklı konferans sonuç bildirisi.
Bu iki kaynak bize şu mesajı net biçimde veriyor: Konut krizinin çözümü mümkündür ama bu bir finansman meselesinden çok, bir öncelik ve tercih meselesidir.
Konut: Temel hak mı yatırım aracı mı?
Safe as Houses raporunda yer alan Prof. Mariana Mazzucato’nun analizine göre, konut üretimi uzun süredir kamu yararından kopmuş durumda. Konut artık bir hak değil, yatırım aracı olarak görülüyor. Bu dönüşümün sonucunda ise gelir eşitsizliği artıyor, toplumun düşük ve orta gelirli kesimleri barınma güvencesini kaybediyor.
Aynı kaygı, EESC’nin raporunda da vurgulanıyor. Avrupa genelinde “konut hakkı”nın bir temel insan hakkı olarak kabul edilmesi ve AB düzeyinde bir “Konut Eylem Planı” oluşturulması gerektiği ifade ediliyor.
Konut, piyasaya bırakılmayacak kadar yaşamsaldır.
Sosyal Konut: Harcama değil, yatırım
Safe as Houses raporunun bir diğer önemli yazarı olan Prof. Kenneth Gibb, sosyal konut yatırımlarının sadece barınma sorununa çözüm üretmediğini; aynı zamanda ekonomi için de ciddi getiriler sağladığını gösteriyor.
İngiltere’de yılda 90 bin sosyal konut inşasının, 30 yıl içinde kamuya 51 milyar sterlin kazanç sağlayacağı öngörülüyor. Artan istihdam, inşaat sektörünün canlanması, sağlık ve sosyal yardım giderlerindeki düşüş gibi etkiler bu tablonun parçaları.
Avrupa Komisyonu’nun EESC aracılığıyla yaptığı uyarı da aynı yönde: Konuta yapılan kamu yatırımları, enerji verimliliği ve sosyal kapsayıcılığı da desteklediği için hem Yeşil Mutabakat hem de sosyal politika hedefleriyle doğrudan örtüşüyor.
Kısacası: Sosyal konut üretimi bir maliyet değil, stratejik bir yatırım.
Türkiye ne yapmalı?
Türkiye’de de büyük şehirlerde barınma krizi her geçen yıl daha derinleşiyor. Kiralar son üç yılda yüzde 300’ün üzerinde arttı. TOKİ projeleri artık ağırlıklı olarak orta gelir grubuna hitap ediyor. Belediyelerin ise kaynakları sınırlı. Oysa Türkiye'nin de bu Avrupa eğiliminden alacağı önemli dersler var. Örneğin:
* Ulusal bir konut eylem planı hazırlanmalı.
* Belediyelerin üretim ve planlama yetkileri güçlendirilmeli.
* Konut üretiminde enerji verimliliği ve sürdürülebilirlik öncelik haline getirilmeli.
* Sosyal konuta yönelik kamu-özel işbirlikleri teşvik edilmeli.
* Boş konutlar, kısa süreli kiralamalar ve aşırı mülk sahipliği için vergi düzenlemeleri gündeme alınmalı.
Sonuç: Karar devletin
Avrupa’da sosyal konut yeniden ciddi biçimde konuşuluyor. Çünkü konu yalnızca duvarlar ve çatıdan ibaret değil. Konu, gençlerin hayata tutunabilme imkânı, emeklilerin huzuru, çalışanların geçim umudu, çocukların geleceği…
Mariana Mazzucato’nun ifadesiyle: “İnsan onurunun evi, yalnızca betonla değil; ortak faydaya duyulan inançla örülür.”
Barınma bir krizse, çözümü de bir tercih meselesidir. Bu tercihin yönü toplumsal faydayı gösterirse, o zaman sadece konut değil, güven, refah ve gelecek de inşa edilir.