Sorunların kaynağı küreselleşme mi?
Son yıllarda Batı ekonomilerindeki kötü gidişatın bir kısım faturası “küreselleşme”ye çıkarılmaya çalışılıyor. Nitekim, gerek Brexit’in referandumundan “evet” çıkmasında, gerekse de Trump’ın seçilmesinde bu ülkelerdeki alt ve orta sınıfların küreselleşme algısının payı olduğu yadsınamaz. Trump seçim kampanyasını Çin’in haksız rekabete dayalı ihracatına ve kaçak işçilerin Amerikalıların işlerini ele geçirdiği iddiasına dayandırmıştı. İngiltere’de de benzer bir şekilde AB içinde çalışanların serbest dolaşım hakkının İngilizlerin istihdam ve refah düzeyini negatif yönde etkilediği öne sürülmüştü. (Hatta, Türkiye’nin AB’ye girmesiyle İngiltere’nin Türkler tarafından istila edileceği iddiası Brexit taraftarlarının etkili bir söylemi olmuştu.)
Öncelikle şunu ifade edeyim: Bugün ABD ve Avrupa’da yaşanan sosyal ve ekonomik sorunların temel sebebi küreselleşme değil. Temel sebep son 30 senedir bu ülkelerdeki iktidarların neoliberal masallara kendilerini fazlasıyla kaptırıp kendi vatandaşlarına yönelik gerekli reformları ve düzenlemeleri yapmamış olmaları. Bu dönemde kifayetsiz, tembel ve büyük çıkar grupları tarafından satın alınmış (captured) siyasetçiler her fırsatta “serbest piyasalar herşeyi halleder” inancına, daha doğrusu “dogma”sına sarıldılar. Üstelik bu sadece sağ değil, sol iktidarlar için de geçerli bir bahane oldu.
Dani Rodrik bundan 20 sene önce, 1997’de yazdığı “Küreselleşme Sınırı Aştı Mı?” (Has Globalisation Gone Too Far?”) isimli kitabıyla bu konuya ilk parmak basan ekonomist olmuştu. Rodrik tek bir kapitalist model olmadığını ve her ülkenin kapitalizminin farklı olduğunu vurgulayarak sosyal ve siyasal kurumlar uluslararası çerçevede gelişmedikçe küreselleşmeye bağlı sorunların ortaya çıkacağını ve bunları çözmek için “kurumsal reformlar” gerektiğini iddia etmekteydi. Zaman Rodrik’i fazlasıyla haklı çıkardı diyebiliriz.
Korumacı politikalar küreselleşmenin olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak için en doğru çözüm değil. Asıl doğru olan WTO çatısı altında geniş katılımlı uluslararası anlaşmalarla küresel düzeyde eşitlikçi bir serbest ticaret ortamı oluşturmak. Ancak maalesef son yıllardaki trend bunun aksi yönünde. Devletler ikili ve/veya bloklar arası anlaşmalarla Dünya ticaretini şekillendirmeye çalışıyor. Bu ise farklı ve birbirinden kopuk coğrafi ticaret bölgeleri yaratmakta. Diğer bir endişe verici durum ise büyük çok uluslu şirketlerin bu tip ticaret anlaşmalarını kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmek için verdikleri uğraşlar.
Küreselleşme sonucunda Batı ülkelerindeki bazı kesimlerin olumsuz etkilendiği ve etkileneceği bir sır değil. Özellikle imalat sanayinin yurtdışına kaymasıyla bu kesimlerde çalışanların işsiz kaldığı ve/veya reel gelirlerinin azaldığı bir gerçek. Ancak bu kesimlere şimdiye kadar politikacılar fazla bir ilgi göstermedi. Halbuki, bu kesimlere maddi yardım yapılarak refah düzeylerinin düşmesinin önüne geçilmesi gerekiyordu. Belki daha genç olanlarına ücretsiz eğitimlerle yeni beceriler kazandırılması gerekiyordu. Bunların hiçbiri hakkıyla yapılmadı. Halbuki bunların yapılması için gereken kaynaklar da küreselleşmenin fazlasıyla olumlu tesir ettiği kesimlerden alınacak vergilerle temin edilebilirdi.
Yukarıdaki noktayla yakından ilintili bir başka nokta da son yıllarda Batı ekonomilerinde anormal bir şekilde artmış bulunan gelir eşitsizliği olgusu. Batı toplumlarında nüfusun en zengin yüzde 1’inin toplam gelirden almış olduğu pay anormal şekilde artmış vaziyette. (Bu da bu toplumların diğer kesimlerinde tepki oylarının artmasına, ancak artarken de yanlış mecralara kaymasına sebep olmakta.) Bu durum “neoliberal” akımlarla gelir ve kurumlar vergilerinin düşürülmesi, vergi cennetlerinin mantar gibi çoğalması ve “Refah Toplumu” kavramının rafa kaldırılmasıyla açıklanabilir.
Son olarak şu noktayı da vurgulamak lazım: “Büyük Resim”e bakınca, uygulamadaki bütün sorunlarına rağmen küreseleşmenin Dünya genelinde refahı artırdığı çok açık. Bugün Çin başta olmak üzere pek çok gelişmekte olan ülkenin refah seviyesi 20 yıl öncesine göre çok daha yukarıda. Dünya genelinde “fakir” kesimlerin payı azalırken, “orta gelir” gruplarının payı artmakta. Açıkçası mesele şimdilik biraz da “zenginin derdi, züğürtün çenesini yorar” meselesi. Ancak Batıda küreselleşme karşıtı kampanyalar iyice irrasyonel noktalara sürüklenir ve korumacı politikalar hayata geçirilirse, bizim gibi züğürtlerin sadece çenesi değil, cebi de ciddi şekilde etkilenir!