Sorun kredi kartı mı, kullanım şekli mi?
Sn. Başbakan Salı akşamı bir iftar yemeğinde yaptığı konuşmada “Tamamen yok demiyorum [yolsuzluk zinciri] yine var. Geçenlerde faiz lobisi derken boşuna demedim. Bir şeyi bildiğim için söylüyorum. Zira faiz dışı gelirlerle abad olan bir lobi var. Hani şu kredi kartları falan filan diyorsunuz ya. Onları almayın. Onlara ödediğiniz para, sadece bir bankayı örnek vereceğim, isim vermiyorum, 600 trilyon bir yılda.” şeklinde bir beyanatta bulunmuş. Pek tabii ki, Erdoğan’ın bu sözleri siyasetçi kimliğiyle sarfettiği malum. Ancak maksadı sadece “faiz-dışı gelirlerle abad olan bir faiz lobisi’ne yüklenmek değil. (Bu tezatlık ifade eden cümleden de Başbakan’ın aslında “faiz lobisi” deyimini doğrudan büyük özel ve yabancı bankalar için kullanmakta olduğu net bir şekilde anlaşılıyor.) Belli ki, kredi kartı kullanımıyla ilgili gün geçtikçe daha çok sorun yaşayan bir kesim var, ve Başbakan bu kesimin dertlerine çözüm bulmaya çalışıyor. Ancak çözüm kartları kullanmamak değil.
Kredi kartı alışverişlerde büyük kolaylık sağlayan ve gittikçe daha yaygın bir şekilde kullanılan bir ödeme aracı. (Geçen sene 324 milyar TL tutarında alışveriş yerli kredi kartlarıyla gerçekleştirilmiş. Bu miktar 2008’de 163 milyarmış.) Ancak sonuçta bu bir hizmet ve her hizmetin olduğu gibi bu hizmetin de bir bedeli var. (Bankaların kart aidatlarından, işyeri komisyonlarından ve özellikle de kredilendirdikleri kredi kartlarından ciddi bir gelir elde ettikleri bir sır değil.) Öte yandan, Hükümetin başının vatandaşa kredi kartı kullanmama çağrısı yapması, her şeyden önce Hükümet açısından bile doğru bir yaklaşım değil. Kredi kartlarının yaygın kullanımı sayesinde “kayıt-dışılık” giderek azalmaya, ve KDV gibi işlemler üzerinden alınan vergi gelirleri artış göstermeye başladı. (Bugün pek çok devlet kuruluşu ve belediye bile vergi dahil pek çok ödemede kredi kartı kabul ediyor.) Ayrıca, internet üzerinden yapılan ve her sene katlanarak artan alışverişlerin tamamına yakını kredi kartlarıyla yapılmakta. (İnternet mecrasının satıcıların perakende maliyetlerini son derece düşürdüğünü ve böylece tüketiciye büyük bir fiyat avantajı sağladığını da unutmayalım. Tüketicilerin zaman ve ulaşımdan sağladıkları tasarruf da işin cabası.)
Kredi kartlarının bizatihi tüketimi teşvik eden bir tarafı olduğu da muhakkak. Sonuçta, yanınızda nakit taşımadan, üstelik 8, 10, 12 taksitle yoldan geçerken beğendiğiniz bir eşyayı satın almanız mümkün. Ancak bu da Hükümet tarafından son derece arzu edilir bir durum. Hükümetin ekonomik büyüme ve hatta refahla tüketimi bir tutan bir yaklaşımı benimsediğini ve esnafa gösterdiği duyarlılıktan da tüketimin kesintisiz devamlılığı olgusuna ne kadar önem verdiğini biliyoruz.
Esasen, kredi kartının yaygın kullanımı ve buna paralel olarak kart kredilerinde görülen artış tamamen Hükümetin iktidarı döneminde gerçekleşen bir olgu. BDDK verilerine göre 2002 yılında sadece 4.3 milyar TL olan kredi kartları kredileri bakiyesi Temmuz ayı itibarıyle 78.2 milyara yükselmiş durumda. Her ne kadar, son dönemde takipteki alacaklar oranında bir artış söz konusu değilse de (%5-6 civarında), bazı bakiyelerin ihtiyaç kredisine çevrilmesi ve bazılarının da karşılık ayrılarak silinmesi nedeniyle buradaki net trendi görmek kolay değil. Ancak, BKM’nin 2012 yılına ilişkin anketinde kredi kartı kullanıcılarının en az %26’sının borçlarının bir kısmını ödemediği görülmekte. (Bu oran 2008’de %20 düzeyinde imiş.)
Eğer kredili kredi kart kullanımının sakıncalı olduğunu (ki kesinlikle öyle) ve bankaların bu işlemlerden fahiş paralar kazandığını düşünüyorsanız, bununla ilgili (rekabet koşullarını bozmadan) yasal düzenlemeler yürürlüğe koyarsınız, olur biter. Nitekim, bilindiği gibi BDDK en son 2011 Eylül’ünde “asgari ödeme oranları”nı artıran bir düzenleme yürürlüğe koymuştu. Belli ki, bu düzenleme sorunu yeteri kadar çözememiş. Kart limitine göre değişmekle birlikte bugün için minimum %25 olan bu oranların zaman içinde kademeli olarak çok daha yükseğe çekilmesinde şahsen bir sorun görmüyorum. Ayrıca, taksitlendirmenin aslında bir çeşit gizli kredilendirme olduğu ve mutlaka tüketici kredisi hükümlerine tabi olması gerektiği de ortada. (Satıcı taksitlendirme yaparken bununla ilgili bir maliyet yükleniyor ve bunu da ister istemez gizlice malın satış fiyatına yansıtıyor.)
Son bir not olarak da şu “trilyon” meselesine değinmek isterim. Hükümet ne zaman parasal bir değeri yüksek göstermek isterse eski TL değerini (mesela bir bankanın 600 trilyon kazancı), ne zaman düşük göstermek isterse de (mesela bütçe açığı) yeni TL değerini kullanıyor. Halbuki 8 seneden beri yeni TL yürürlükte ve genç nesiller eski parayı hatırlamıyor bile! Artık bu çifte standarta son verelim lütfen.