Sorun Kıbrıs değil, Avrupa Birliği ile ilişkiler
Seçimlerden sonra kamuoyunun genel bekleyişi, hükümetin AB ile kilitlenen ilişkilerde hamle yaparak, üyelik müzakerelerinde yeni fasıllar açılmasını sağlamaya yöneleceğiydi. Bir iki limanın Güney Kıbrıs gemi ve uçaklarına açılması, karşılığında Kuzey'de bir liman ve havaalanına gelişlerin serbest bırakılması öngörülüyordu. Beklenenin tersi oldu.
Önce Dış İşleri Bakanımız, Kıbrıs'ta 2012 yılına kadar müzakereler yoluyla sonuç alınması gerektiğini, sonuç alınamazsa ortak geleceğe dönük çözüm arayışlarının geçerliğini yitireceğini, çözüm olmadan Güney Kıbrıs'ın AB dönem başkanı olması durumunda ise Türkiye-AB ilişkilerinin donacağını belirtti. Ardından sayın Başbakanımız, bu düşünceleri "zenginleştirerek" tekrarladı. Örneğin, AB'nin hata yaptığını, bedel ödeyeceğini söyledi. Annan Planı'nda verilen toprak ödünlerinin artık geçerli olmadığını belirtti.
Hükümetimizin Kıbrıs politikasını aniden sertleştirmesini nasıl yorumlayalım? Birkaç sebep akla geliyor. İlkin, Birleşmiş Milletler birkaç kere sorunun müzakerelerle çözülmesi için girişimde bulundu, sonuç alamadı. Kesin çözüm taslağı olan Annan Planı'nı, çözümün hep Türkler tarafından engellendiğini savunan Rumlar reddetti. BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon, müzakereleri yeniden başlatırken, işin 2012'de bitirilmesini hedefledi. Kısacası, çözüm çabalarının arkasında Birleşmiş Milletler'in desteği var.
İkinci olarak, gerek Kıbrıs Rum Yönetimi gerek onun vazgeçilmez destekçisi Yunanistan, şu anda AB içindeki en güçsüz dönemlerini yaşıyorlar. Yunanistan daha üç dört gün önce AB'nin himmetiyle iflastan geri döndü. Kıbrıs Rum Yönetimi'nin de iktisadi durumunun pek parlak olmadığı biliniyor. Üstelik, kısa süre önce karşılaştığı cephane patlaması felaketi ülkeye büyük iktisadi darbe vurdu. Türk Kıbrıs'tan elektrik almayı dahi kabullendiler. AB, eğer üyesi bir ülkeyi sorunlarını çözmeye zorlayacak ise, herhalde bundan daha müsait bir zaman bulunamaz.
Kanaatimce, üçüncü bir neden daha var. Türkiye, AB ile ilişkisinin belirsizliğinden bezdi. AB kendi koyduğu kuralları hiçe sayarak Kıbrıs Rum Devleti'ni üyeliğe kabul etti. Sonra da Türkiye olan ilişkisinin yürümesini onun rızasına terk etti. Kıbrıs Rum Yönetimi de "ya hep ya hiç" mantığı ile, Kuzey Kıbrıs'ın Güney Kıbrıs'a teslim olması dışında bir çözüme yanaşmadı. Hesabını "Türkiye nasıl olsa AB'ye muhtaç, sonunda üyelik için teslim olacaktır" varsayımı üzerine inşa etti. AB giderek etkisiz, kendi içinde bölünmüş, dünyada etkisi zayıflayan bir yapıya dönüşürken Türkiye'nin güçlenmesi nedeniyle bu hesap tutmadı.
Türk hükümeti sanıyorum şöyle düşündü: Mevcut kurallar altında, Türkiye'nin tam üyelik müzakereleri Güney Kıbrıs'ın onayı olmadan yürüyemez, sonuçlanamaz. Güney Kıbrıs çözüme yanaşmamakta, Türkiye ise Kıbrıs'ta Rum görüşlerine teslim olmayı düşünmemektedir. AB uzun vadede Türkiye ile ilişkilerini korumak istiyorsa, üyelik yolunu açık tutmak zorundadır. Bunun için de Güney Kıbrıs'ın çözüme zorlanması gerekmektedir. Zaman uygundur. Bunu yapmayan bir AB zaten Türkiye ile ilişkilerin zayıflamasını kabullenmiş demektir.
Sorun, Kıbrıs'tan öteye, AB ile ilişkilerdir.