Sorun ‘beklenti enflasyonu’
Gıda enflasyonu kontrol altına alınamıyor. İhtiyaçlar hiyerarşisinin temelinde yer alan beslenme giderek daha da hassaslaşıyor. Bu konu kamuoyunda her boyutuyla tartışıldı.
Bugünkü enflasyonun dizginlenebilmesi için “beklenti enflasyonu”nun kırılması gerekiyor. Enflasyonun yükseleceği beklentisi, enflasyonu körüklüyor. Elbette maliyet ve talep yönlü baskılar mevcut.
Fakat bunların ötesinde beklenti enflasyonu, bir yandan talebi ihtiyacın çok üzerine tırmandırırken, diğer yandan fiyat artışlarının otomatiğe bağlanması gibi bir durumu da ortaya çıkarıyor. Merkez Bankası’nın temmuz ayı beklenti anketinde, yıl sonu TÜFE beklentisi yüzde 43,92’den yüzde 59,46’ya yükseldi.
TÜİK, tarım ürünleri üretici fiyat endeksini (Tarım-ÜFE) yıllık %62,48 gibi yüksek bir oranda açıkladı. Yıllık %44,50 olan Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE)’nin oldukça üzerinde. Üretici fiyat endeksleri, gelecekte TÜFE’nin seyrini de belirlediği için son derece önemli.
Tarım-ÜFE’de, %108,92 ile sebzeler ile kavun-karpuz, yıllık artışın en yüksek olduğu alt grup… Bunu %90,79 ile canlı kümes hayvanları ve yumurta izliyor... Son akaryakıt zamları, üretimden çok nakliye maliyetlerini artırdı. Üretim maliyetlerine yansıması ise bundan sonraki sezonlarda gerçekleşecek. Yaz döneminde en düşük seviyede olması gereken meyve ve sebze fiyatları hala çok yüksek.
Peki neler yapılabilir?
Hasatta ve nakliyede büyük ürün kayıpları olmakta, sonrasında ise ürünlerin raf ömrü de kısalmakta. Özellikle dayanıklılığı az ürünlerde soğuk zincir mutlaka sağlanmalı.
Ticaret Bakanlığı’nın “Perakende Ticarette Uygulanacak İlke ve Kurallar Hakkında Yönetmelik’te Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” neredeyse bir yılını dolduruyor ancak herhangi bir sistem kurulamadı. Yönetmelikle, kamuoyunun aydınlatılacağı ve tüketicinin fiyat karşılaştırması yapabileceği bir veri paylaşım sistemi oluşturulacaktı. Bunun bir an önce hayata geçirilmesi gerekiyor.
Arz zincirinin mutlaka kısaltılmalı. Hal Kanunu, kent tarımı ve örgütlenme konularında acilen adımlar atılmalı. Ürün ve girdi piyasalarında monopol veya oligopol yapılara izin verilmemeli. E-ticaretin tarım sektöründe yaygınlaşması ile arz zinciri kısalacağı gibi şeffaflık ve rekabet ortamı da oluşacaktır. Üretim maliyetleri bir başka önemli neden.
Özellikle tarımda kullanılan mazotta ÖTV’nin kaldırılması, gıda fiyatlarına olumlu yansıyacaktır. Üretici örgütlenmesi, aracı ve toptancılara karşı bir güç oluşturacağından pazarlama marjlarının üretici ve tüketici lehine belirlenmesini sağlayacaktır. Unutulmamalı ki gıda güvencesi sadece gıdanın raflarda bulunabilirliği değil, tüketicinin onu edinebilmesidir de…
Yeterlilik konusu yanlış zeminde tartışılıyor
Geçtiğimiz Nisan ayı başında “Gıdada kendimize yeterli miyiz?” başlıklı yazımızda, gıdada kendine yeterliliğin, bir ülkenin gıda ihtiyacının tamamını yurt içi üretiminden karşılayabilme kapasitesi olduğunu belirtmiş ve gıdada kendine yeterliliğin derecesini belirlemenin güçlüğünü vurgulamıştık.
Dengeli beslenme açısından konuyu ele aldığımızda, dünyada hiçbir ülkenin mutlak olarak kendine yeterli olamayacağını söyleyebiliriz. Ancak nitelik değil nicelik açısından, bir başka deyişle meseleye karın doyurma olarak baktığımızda, yeterliliği sağlayan az sayıda da olsa ülkelerin var olduğunu belirtebiliriz. Sosyal medyanın içine hapsettiği insanımız, yeterlilik tartışmasında da iki ayrı uçta alıyor…
Bunun yanı sıra çok dar ve kısır tartışmalara giren uzmanlarımız da var. Bunun temelinde, verilerin ait olduğu dönemlere yeterince dikkat edilmemesi ve istatistikleri kendi niyetine göre kullanma gayreti yatıyor.
TÜİK’in ürün denge tablosu bültenine göre, son 15 yılda buğdayda ortalama yeterlilik derecesi %95,8 olup %86 ile %110 arasında değişmektedir. Bu yılki 21,5 milyon ton buğday üretimi ile çok daha yeterli hale geldiğimizi söyleyebiliriz. Ezcümle; bazı yıllarda yeterlilik derecenizin %100’ün hemen altına inmesi sizi yetersiz yapmaz. Ülkenin acil durum stokları vardır ve bugün ülkemizde TMO’nun stokları da ağzına kadar doludur.