Soran cevaplayandan arif gerek
Geçtiğimiz hafta Almanya’nın Fraunhofer Enstitüsünü sizlere tanıtmıştım. Bu Enstitü’nün uzmanlarıyla bir projede ortak çalışma yapma imkânı bulmuştum. Bizim TÜBİTAK benzeri bir kurum. Şirketlerin ve resmi kurumların ısmarladığı, daha çok teknolojik alanda yenilik araştırmaları yapıyor. Gerek şirketler gerek resmi kurumlar bu araştırmaların parasını ödüyor. Yıllık neredeyse iki milyar euroluk bir bütçesi var. Bu yazıya geçen haftanın yazısını bitirdiğim deyişle ‘soran cevaplayandan arif gerek’ diye başlıyorum.
Klasik bir deyiş vardır. Derler ki “İyi sorulmuş bir soru yarı cevaplanmış bir sorudur.” Fraunhofer başarılı, çünkü önüne gelen sorular teknokratları bir çözüme yöneltebilecek olgunlukta ve açıklıkta. Soranlar da Fraunhofer kadar arif. Kimse Fraunhofer’e gidip “Vallahi biz küçük motorlar yapıyoruz ne yapalım da çok paralar kazanalım?” gibi soru yöneltmiyor. Bizde soru sorma sıkıntısı vardır. Çünkü soru sormak cevap aramak kadar, bazen cevap aramaktan zordur.
Sevgili Rüştü Bozkurt Hoca bana yazısını yollamış. Endüstri 4.0 diye aylardır yazıyor. “Aman” diyor, “birinci, ikinci, üçüncü sanayi devrimlerini kaçırdık bari dördüncüsünü kaçırmayalım.” Bu dördüncü sanayi devrimi her şeyin interneti, siber fiziki sistemler gibi konuları kapsıyor. Hocayı kaç kişi dinliyor bilmiyorum. Kendisi herhalde ilgililerden nasıl bir soru yağmuruna tutulduğunu! bize anlatır. Ben sadece merak ediyorum. Bizde özel sektör, devlet kurumları soruyorlar mı acaba Bozkurt’a veya her kime isterlerse, ne yapabiliriz? Bunların örnekleri nelerdir? Mesela bizdeki su dağıtım şirketleri hiç Kudüs’teki Hagihon Company şirketi ne iş yapar soruyor mu? Herhangi bir belediyemiz Nice Belediyesi bu şehir içi trafiği konusunda ne yapıyor, diye soruyor mu? Bu soruları cevaplaması zor, ama sorması daha zor. Bu soruları sormak, cevabı aramak veya aratmak ve kullanmak belli ve güçlü bir formasyon ister. Yani soran, söyleyenden arif gerek.
Bakın size Türkiye’den bir anekdotla ‘soran söyleyenden daha arif gerek’ ne demek onu anlatmaya çalışayım. Anlatacaklarım doğrudur. Gerekli izinleri almaya vaktim olmadığı için isim veremiyorum. Onlar kendilerini bilirler.
Şimdi diyelim ki büyük bir spor giyim üretici ve perakendecisiniz. Malum, Türkiye’nin genç ve tüketime meraklı nüfusu hem Türk hem yabancı kökenli bir çok firmanın iştahını kabarttığı için bu piyasa rekabet yoğunluğu oldukça yüksek bir piyasadır. Sizin de rakipleriniz var. Bunlardan bir tanesi size göre bir numaralı rakip. Sizinle aynı pazara, benzer konumlandırılmış mallar sunuyor. Kendinize hedef koymuşunuz. Bu firmayı geçerseniz piyasanın en büyüğü siz olacaksınız. Yani rakibinizi bellemişsiniz, hedef olarak da altı yıl içinde bu firmayı ekarte etmeyi planlarınıza almışsınız. Buraya kadar güzel. Şimdi firma yetkilileri düşünmüşler. Bu hedefe ulaşmak için ne yapmak gerekir diye. Doğal olarak akla ilk gelen bu savaşı kazanmak için gerekecek komutan kadrosu. Yani, yöneticiler. İyi eğitilmiş, hedefi benimsemiş, hedefe nasıl ulaşılacağı konusunda fikir üretebilecek yöneticiler. Şirket de bu amaçla konuda uzmanlaşmış bir merkeze sormuş: “Hedef budur. Bize bu hedefe bizi ulaştırabilecek yöneticiler gerek. Ne yapalım?” Merkez de demiş ki “Şu andaki ve bundan altı sene sonra makama gelecek yöneticileri strateji, rekabet, ve rekabet için pazar bölme ve ürün konumlandırma konularını kapsayan özel bir eğitim programımız var ondan geçirelim.” İşletme buraya kadar doğru soruyu sormuş, doğruya benzer bir de cevap almış. Eğitim kişinin işinde davranışlarını değiştirmeye yönelik bir etkinliktir. İşletmenin pazarlama yöneticilerinin işlerini konulan hedef çerçevesinde değiştirmeleri gerekir. O zaman bu değişikliği sağlayacak bir eğitim programı yapılacak doğru hazırlıklardan biri.
Uzman kurum oturmuş programı tasarlamış. Doğal olarak ilk yaptıkları şey rakip olarak seçilen firmanın ne yaptığına bakmışlar. Ne üretiyorlar? Nasıl konumlandırıyorlar? Hangi pazar bölümlerini hedefliyorlar? Pazar bölümleri arasında konumlandırma farklılığı yaratıyorlar mı? Falan filan. Uzman firma üç şeyi bir araya koyacak. Önce rekabetçi işletmecilik nedir çerçeveyi verecek. Sonra rakip ne yapıyor onu gösterecek. Sonra da anlatılan rekabetçi işletmecilik çerçevesini bu rakibi alt etmek için ne yapılmalı sorusuna cevap bulmak için kullandıracak.
Eğitim başlıyor. Uzman kuruluşun çerçeve programını biliyorum. Çok değişik bir program. Eğitimin bir yerinde rakip tanıtılırken onların konumlandırma çalışmalarına ilişkin bir takdim yapılıyor. Bunu takiben. Yöneticilerinin eğitilmesini isteyen kurumun temsilcileri uzman kuruluşa bir mektup yolluyor. Bakın ne diyor:
“... Eğitimde farklı firmalardan örnekler vermemizde bir sakınca yok elbette ancak her ne kadar anlatılmak istenen konu farklı olsa da diğer İK uzmanı arkadaşımla birlikte katılımcılarda ...(rakip firmanın adı veriliyor) hayranlığı uyandırdığını fark ettik. Youtube üzerinden videoyu tekrar izleyerek (kendi yöneticilerinin adı veriliyor) ... ile de konuyu görüştük. Sizden ricam diğer iki grubun eğitiminde videoyu atlamanız olacak. (İşletmenin ürünleri sayılıyor)... konusunda vizyonumuzu 'Müşterilerimize en zengin ve en sevilen ... sunarak ... dünyanın en büyük...markaları arasına girmiş olmak' olarak belirlediğimiz için terfi eden çalışanlarımızın aklında bu algıyı değiştirecek bir yanlış anlama olsun istemeyiz.”
Bu mektubun altında insan kaynakları uzmanı diye bir de imza var. Eğer bu mektup Türkçe bilmemekten kaynaklanmadıysa, diyecek tek şey: “Yok artık!” Hadi bu ‘uzman’ kişi ne dediğinin farkında değil. Anlaşılan diğer İK uzmanı lakaplı arkadaşı da öyle. Eğitime katılmışlar, katılımcıların rakiplerin yaptığı işe hayranlık duyduğunu fark etmişler. Uzman! olarak bu beğeniyi eğitici ile tartışarak şirket yararına kullanmak yollarını bulmak yerine kendi yöneticilerine dedikoduya koşmuşlar. Büyük ihtimal kendilerini çok da önemli hissetmişlerdir. Ya yöneticiye ne demeli. İkisini de azarlayacağına onlara hak vermiş. Ben bunların yöneticisi olsam ikisini de kapının önüne koyardım.
Müstakbel yöneticiler, yani katılımcılar, sadece rakibin ne yaptığını anlamakla kalmamış bir de beğenmişler. Veya anlamadan beğenmişler. Fark etmez. Bunu kendi yararına kullansan ya! Daha ne istiyorsun? Şimdi bu işletmenin herhangi bir kimseye herhangi bir ilerleme fikri için gideceğine, gitse de bundan faydalanabileceğine, Türkiye’nin böyle işletmelerle Sanayi 4.0’ı yakalayabileceğine siz ihtimal verir misiniz? Bu bir imkân değil, bir kafa yapısı meselesi.
Sağlıcakla kalın.