Sonbaharda Kastamonu…
Kastamonu’yu düşünürken gözlerimi kapattığımda, kış aylarında yeşil olan her şeye kırağı düşen; sabahları bembeyaz doğaya uyanılan bir kent hatırlıyorum… Kırağının beyazlığı, sabahın ayazını çoktan örtüyor; kendimi sokaklara atıyor yürüyor, yürüyorum… İşte hep o kışları anımsarken doğanın hüzünlü bir kahverengiliğe dönüştüğü sonbaharını ilk kez geçtiğimiz günlerde yaşadım… Ayaz yine vardı, ama şehir henüz beyazlara bürünmemişti.
İlk gidişimi ise hiç unutamıyorum; bir hafta içinde 4 şehirde (Ankara, İstanbul, İzmir, Kastamonu) edebiyatımızın koca çınarı için gerçekleştirdiğimiz “Rıfat Ilgaz 80 Yaşında” etkinlikleri nedeniyle 1991 yılındaydı…
Rıfat Ilgaz’ın aynı adlı romanından bildiğim sarı yazmayı da ilk kez orada görmüştüm. Başa takılan bir örtünün ötesinde dillerdeki türkü, halk oyunlarındaki figürdü… Bugün de Kastamonu çarşısı, elle basılan sarı yazmalar ile hâlâ çok güzel…
Kurulan pazarlarda ise yörede “beyaz altın” diye isimlendirilen Taşköprü sarımsakları, biraz soyulduğunda görülen pembe rengi; ısırıldığındaki ortasından gelen o keskin tadı ile alıcılarını bekliyor.
Hele o pastırmalar! Ne de olsa tam pastırma zamanı. Hani etraf buram buram çemen kokuyor, desem yeri… Ilgaz’ın rüzgârlarında kuruyan pastırmaları elle neredeyse şeffaf incelikte doğrarken bile özendiriyor ustalar…
Kastamonu’yu sonbaharın güzellikleri eşliğinde çarşı pazar dolaşıyorum, çünkü şehre bu kez, Cuma günü ehlikeyf’te anlatmaya çalıştığım ( https://www.dunya.com/ehlikeyf/muze-kent-kastamonu-gastronomide-de-iddiali-ozel-haberi-454815 ) ilk gastronomi festivali Kastrofest için geldim…
Tabii ki çarşı pazardan önce kent sokaklarını arşınladım: Cumhuriyet Meydanı, Hükümet Konağı ve Kent Tarihi Müzesi ile başladım… Cumhuriyet Meydanı’nın bir yanı, Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı’ndaki olayların geçtiği okul… Ardından saat kulesinin bulunduğu tepeye çıktım ve şehri, tepeden seyrettim. Kastamonu Hükümet Konağı’nın arkasında, Sarayüstü Tepesi’nde yer alan yapı, şehrin simgelerinden birisi. 1885 yılında, Vali Abdurrahman Paşa tarafından yaptırılmış olan saatin, “sürgün bir saat” olduğuna dair bir rivayet dolaşıyor. Buna göre, İstanbul Sarayburnu’nda bulunan saatin zamansız çalan çanı, padişahın hamile cariyelerinden birinin çocuğunu düşürmesine sebep oluyor. Bu nedenle saat kulesi, Kastamonu’ya sürgün ediliyor!
Münire Medresesi el sanatları çarşısı, Yılanlı Darüşşifa, hanlar ve Liva Paşa Konağı Etnoğrafya Müzesi’nin ardından Kastrofest’in gerçekleştirildiği mimar Vedat Tek Kültür ve Sanat Merkezi’nde soluklandım… Kastamonu valilik binasının da mimari olan Vedat Tek adına kurulan kompleks içerisinde Cumhuriyet Evi, Türkiye’de bir ilk olan Şapka ve Dantel Müzesi, Atatürk Sergi Salonu, Bebek Evi, Resim Galerisi yer alıyor...
Cumhuriyet evinde bir piyano bulunuyor; ilginç bir hikâyesi var:
Piyano, 1904 yılında Taşköprülü Mehmet Usta tarafından yapılıyor. Kastamonu Mekteb-i Sanayi'de öğretmen olarak görev yapan Mehmet Usta, bir marangoz. Şehirde görevli bir İtalyan mühendis olan Carlo, ondan evine bir konsol yapmasını istiyor. Mehmet Efendi, piyanoyu ilk kez orada görüyor, inceliyor; Carlo’da bulunan piyano şemalarını alıyor. Bir süre sonra da aynısını inşa ediyor. Piyanoyu Vali Enis Paşa satın alarak padişaha takdim etmek üzere İstanbul’a gönderiyor. İkinci Abdülhamit marangozluğa da merakı olduğundan piyanoyu görür görmez Mehmet Efendi’nin ailesi ile birlikte İstanbul’a gelmesini istiyor. Mehmet Efendi, Yıldız Sarayı’ndaki marangozhanede çalışmaya başlıyor. Toplamda beş piyano yapıyor. Bunlardan birisi, Abdülhamit tarafından Alman İmparatoru II. Wilhelm’e hediye ediliyor.
Arkeoloji Müzesi, Şeyh Şâbân-ı Velî Külliyesi ve Vakıf Müzesi, İsmail Bey Külliyesi ile El Sanatları Çarşısı Kastamonu’da bulunduğum günlerde dolaştığım yerler arasında…
Şehri gezerken lezzetleri için de sık sık kısa molalar verdim: Kara çorba, etli ekmek, banduma, oğmaç çorbası, haşlanmış patatese nişasta, yoğurt ve sarımsak katılarak yapılan paça, Ecevit çorbası, ekşili pilav, tirit, cırık tatlısı, çekme helvasının tadı damağımda kaldı…
Kastamonu’nun neredeyse bütün sokaklarında kahverengi tabelalar var; orada kültürel varlıkların bulunduğuna işaret ediyorlar… Sadece Kastamonu kent merkezi içinde yer alan 564 adet taşınmaz kültür varlığından 400 tanesini yaşları bir asrı aşan sivil mimarlık örnekleri oluşturuyor. Kastamonu’nun iki katlı konaklarında zemin kat, diğer kentlerde olduğu gibi sağır değil, birebir hayata açılan ve günlük yaşamın başladığı kat. Birinci katlar aile yaşamının ortak alanı iken, ikinci katlar ise evin konukları için ayrılmış özel mekânlar olarak tasarlanmışlar.
Kastamonu hakkında anlatılacak, yazacak çok şey var… Karadeniz kıyılarına, vadilerine, akarsularına, şelalelerine, kanyonlarına, Küre ve Ilgaz dağları milli parklarına, antik kentlerine, Taşköprü, Tosya, Cide, Daday, Araç gibi ilçelerine bu yolculuğumda gidemedim; Zengin flora ve faunasını oralarda yaşayamadım. Bu nedenle, mutlaka daha çok Kastamonu gezilerinde ve yazılarında buluşmak üzere…