Sonbaharda enflasyon başkadır
Tatil mevsimi kapanırken, vatandaş çoktan sonbahar harcamalarına odaklandı. Okul dönemi ile beraber bireysel harcamalar artarak şekil değiştirdi. Seçim öncesinde uygulanan ekonomi politikalarının artık geride kaldığı sinyalleri de ekonomi yönetimi tarafından açıkça dile getiriliyor.
Uzunca bir süredir piyasaların ihtiyaç duyduğu faiz silahının kullanımı nihayet yüzünü gösterdi. Nihayet diyorum, faiz taraftarı olduğum için değil; piyasaların buna ihtiyacı olduğu için. Yoksa hangi aklıselim paranın maliyetinin artmasını ister ki? Peki faiz tek başına yeterli kalacak mı? Önce biraz faiz cephesinde dolanalım.
2021 yılından Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek dönemine kadar büyümeye dayalı düşük faiz politikası uygulandı. Düşük değerlenmiş olan TL de rekabetçi kur avantajı yaratarak ihracatçıyı desteklemeye çalıştı. Yeni ekonomi yönetiminin ilk Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı, faizlerde yukarı yöne net bir işaret koymuş olsa da, piyasaların beklentisini karşılamaya yetmedi. İlk PPK’de politika faizi 650 baz puan ile yüzde 15’e çekildi.
Doğrusu ilk PPK’nin daha gümbür gümbür gelmesi bekleniyordu. Ama olsun, ne de olsa son 27 aydır ilk kez TCMB faiz silahını piyasa oyununa dahil etmeye başlamıştı. PPK’nin temmuz ayı toplantısı ise 250 baz puanlık artışla oldukça sınırlı kaldı. Açıkçası ilk Kurul kararını bile yetersiz bulan piyasalar, ikinci karar ile TCMB’nin nasıl bir deneme-yanılma yaptığını anlamaya çalıştı.
Nitekim ağustos kararı için piyasa beklentileri düşük tutmaya kendini adamışken, PPK 750 baz puan ile yeniden şaşırtmayı başardı. Bu hafta yeni faiz kararı yolda. MB’nin bu konuda stratejisini geçmiş trende bakarak çözümlemek güç. Ancak piyasa beklentisi 500 baz puanın altında kalacak her politika, MB’nin ciddiyetini sarsacak nitelikte.
Seçimlerin hemen öncesinde 20’ler seviyesinde seyreden TL/dolar; yeni ekonomi yönetiminin daha şeffaf ve rasyonel algısına rağmen seçim sonrası 27 seviyelerine kadar tırmandı. Elbette seçim öncesi MB’nin rezervlerini kuru 20’ler seviyesinde tutundurma çabaları unutulmamalı. Zira seçimlerden sonraki hafta eksi 5.7 milyar dolar ile net rezervlerin en vasat olduğu bir takvim yaşanmıştı.
Daha önceki yazılarımda da çokça değindiğim gibi gündelik hayatımız bir süredir kurlara endekslendi. Sofraya konulan bir tabak yemek, işimize gitmek için katlanılan ulaşım giderleri, çocukların okul harcamaları gibi uzun bir asgari hayat standartları listesi, kurlardaki artış ile yaşamı olumsuz etkilemekte.
Hayat pahalılığı ya da bu iki kavram biraz farklı olsa da enflasyon (bu başka bir yazının konusu olsun) sadece ekonomik bir veri değil, sosyolojik ve ahlaki bir gündem. Yeni ekonomi yönetimi göreve gelir gelmez enflasyon ile mücadelenin altını çizdi. Peki ama bu pahalılıkla mücadelede faizleri arttıralım, tüketim harcamalarını kısarak fiyat artışlarını normalleştirelim politikası yeterli olacak mı? Ya tarım ve hayvancılık politikaları? Ekonomi işi bir paket değil mi? Tek bir yerden meseleye asılırsanız çözüme ulaşmada sınırlı kalmaz mısınız?
Bu konuda da yol haritasını duymaya ihtiyaç var. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek Türkiye’ye döviz getirecek ziyaretlere devam ediyor. Bunu çok önemli buluyorum. Zaten bana göre kendisinin de oldukça kuvvetli olduğu bir alan bu. Türkiye’nin tek haneli enflasyonu görmesi olumlu bir tahmin ile 3 yılını alacak. Ekonomi politikalarında adımlar ne kadar rasyonel olursa olsun, hem içeride hem de dışarıda piyasalara olan güven tesisi ilk sırada gelir. Ekonominin yönü biraz da psikolojik etmenlere bağlı olarak gelişir.
Bu kapsamda doğrudan yatırımın yeniden ülke sınırlarından içeri girmesi, kalıcı istihdam sağlanması için de son derece önemlidir. Şöyle karşıdan bir baktığımda, Mehmet Şimşek ve ekonomi yönetiminin her olasılığı değerlendirecek proaktif politikalar yürütmeye çalıştığını gözlemliyorum. Uzunca bir süredir ihtiyaç duyulan ancak gecikilen aksiyonlar. İşte tam da bu nedenle etkilerini yavaş hissediyoruz.