Son telgraf!
Nâzım Hikmet’in “Sen gözyaşı göstermeden ağlıyacaksın / gece gelen telgraflara” dizeleri hep aklımdadır. Doğum, düğün müjdesi de getirirlerdi, ama nedense çoğunlukla acı bir haber, bir vefat duyurusu taşıyorlarmış gibi hisseder, korkardım postacının ansızın kapıyı çalıp verdiği telgraflardan. O özel bir katlama biçimi olan beyaz kâğıdı açarkenki yürek çarpıntıları yeterdi saniyeleri zehir etmeye.
Son yıllarda dijital iletişimin hayatımızı kapsamasıyla telgraflar önemini yitirip ortadan kaybolmaya başlayınca, korkularım da etkisini yitirdi. Beşiktaş Belediyesi için düzenlediğim “Ustalara Saygı” toplantılarına katılamayan kimi devlet ricalinden gelen telgraflar da olmasaydı, aklımdan tamamen çıkacaktı.
Gazetelerde birkaç gün önce yer alan bir haber, yeniden düşünmeme neden oldu. Şöyleydi:
“Hintliler pazar günü son kez telgraf çektiler. Bir süre öncesine kadar ülkedeki en önemli iletişim aracı olan telgraf, internet ve akıllı telefonların yükselişine direnemedi. Pazar günü telgraf merkezlerine akın eden Hintliler, yaklaşık 162 yıldır devam eden hizmet sona ermeden yakınlarına son bir telgraf gönderme fırsatını değerlendirdiler.”
Büyük ülkelerin çoğunda, örneğin Almanya’da 2000 yılından bu yana telgraf hizmeti verilmediğini biliyordum, ama 1 milyar 200 milyonluk bir ülkede sona ermesi, doğrusu yüreğimi burktu. Hindistan’da geçtiğimiz yıl çekilen telgraf sayısının yalnızca 5 bin olduğunu da okuyunca, eh bir bakayım bizde neler oluyor, deyip küçük bir araştırma yaptım. Yılda kaç telgraf çekildiğini öğrenemedim, ama özetle şu bilgileri edinebildim:
Türkiye’de ilk telgraf, 1847’de, yani Morse’un ilk mesajını Baltimore'dan Washington'a göndermesinden üç-dört yıl sonra, Sultan Abdülmecid’in önünde çekiliyor ve padişah, Morse’a gönderilmek üzere kendi imzasını taşıyan bir berat ile nişan veriyor. Morse’un daha sonraları "Abdülmecid bu nişanı ve tebrikiyle keşfimin değerini anlayan Avrupalı ilk büyük insan olmuştur" dediği söyleniyor.
Kurtuluş Savaşı’nda çok önemli bir yeri olan telgraf; Reşat Nuri’den Orhan Pamuk’a edebiyat ürünlerine de giriyor. “Telefonlar muhabir, telgraflar muharrir, şimendiferler müvezzidir” diyor Sami Paşazade Sezai...
Demin de belirttiğim gibi ülkemizde bugün hâlâ telgraf çekiliyor. Hattâ işlemleri internet üzerinden bile yapılabiliyor. Tabii PTT işyerleri de telgraf kabul ediyor, yazılan metinler Telgraf Otomasyon Sistemi ortamında iletilip alıcısına PTT görevlisi tarafından teslim ediliyor. Ayrıca 141 Fonotel Servisi telefonla aranarak veya faks cihazı varsa metin Fakstel Servisi’ne iletilerek telgraf çekilebiliyor.
Acele telgraflar, kabulünden itibaren altı saat içerisinde alıcısına teslim ediliyor, ama normalin iki katı ücretlendiriliyorlar. Telgrafların alıcılarına PTT işyerlerinde teslimi sağlanan postrestant ve cevaplı telgraf uygulamaları da hâlâ sürdürülüyor. Yani Red Kit’i her yerde takip eden, nehirde yıkanırken bile bulup “size bir telgraf var!” diyen postacılar hâlen görevde...
Son telgrafla ilgili çok düşündüm bugünlerde. Teknolojinin hızlı gelişimi, hayatımızın, edebiyatımızın birer parçası haline gelen kimi şeyleri ortadan kaldırmamalı, dedim kendi kendime. Hele de plaklar yeniden raflarda ve hayatlarımızda yer bulurken... Stop!