Son haftanın gelişmeleri
Son yazımda yılın ilk çeyreğindeki ekonomik faaliyet hacmine ilişkin bir değerlendirme yapmıştım. Ilımlı bir toparlanmanın başlamadığını gösteren veriler olduğu gibi başlamış olduğunu gösteren veriler de vardı. Dün yeni bir veri daha açıklandı. Şubat ayında sanayi üretimi (takvim etkisinden arındırılmış) bir yıl öncesine kıyasla yüzde 4.4 oranında arttı. Böylelikle ilk iki aydaki ortalama yıllık üretim artışı yüzde 3.2 oldu. Bu oran geçen yılın ikinci çeyreğindeki yıllık üretim artışı haricindeki çeyrektekilerden daha yüksek. Ayrıca geçen yılın ortalama sanayi üretim artışı olan yüzde 2.5'in de üzerinde. Dolayısıyla ılımlı bir toparlanmanın başlamış olabileceğine dair bir veri daha yayınlanmış oldu.
Birkaç noktaya dikkat çekmek isterim: Birincisi, 'toparlanma' değil 'ılımlı toparlanma' vurgusu yapıyorum. İkincisi, son yazımda da tartıştığım gibi, olumlu sanayi üretimi verisi açıklanmadan önce de 2013 hedefi olan yüzde 4 büyüme oranı ulaşılabilir görünüyordu ama ulaşılabilirlik zorlaşıyordu. Üçüncüsü, Avrupa Birliği'nde Güney Kıbrıs etrafında gelişen son olaylara benzer olayların patlak vermesi halinde, yüzde 4 tahminin tehlikeye gireceğini unutmamak gerekiyor.
Dördüncü nokta yayınlanan farklı sanayi üretimi verilerine ilişkin. Bir dönem öncesine kıyasla karşılaştırma yapmak için mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış verileri kullanmak gerekiyor. Ancak elde edilen değişim oranlarından derin sonuçlar çıkarmamakta yarar var. Çünkü birkaç ay üst üste artabiliyor, sonra üç-dört ay azalıp, tekrar yükselebiliyor dönemsel değişim oranları. Oysa bu kadar sık döngü yaşanmıyor sanayi üretiminde. Döngüleri doğru saptayabilmek için ham verilerden ya da takvim etkisinden arındırılmış verilerden elde edilen bir yıl öncesinin aynı dönemine kıyasla değişim oranlarını kullanmakta yarar var. Benim tercihim takvim etkisinden arındırılmış veriler ile yıllık değişim oranlarını hesaplamak. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış verilerden elde edilen dönemsellik değişim oranları ise yıllık değişim oranlarından elde edilen sonucu desteklemek amacıyla kullanılabilir.
Son yazımdan bu yana bir de enflasyon verisi açıklandı. Vurgulamak istediğim noktalar şöyle: Birincisi, son veriler enflasyonda önemli bir katılığa işaret ediyorlar: Şubat ayında yüzde 7 olan yıllık tüketici enflasyonu mart ayında yüzde 7.3'e çıktı. I endeksine göre 2012'de yüzde 5.8 düzeyinde olan temel enflasyon ise ocak ayında yüzde 5.7, şubat ve mart aylarında ise yüzde 5.8 olarak gerçekleşti. Benzer bir durum H endeksi için de geçerli.
İkincisi, tüketici enflasyonu uzun bir süredir temel enflasyonun üzerinde seyrediyor. Aslında beklenen, aralarındaki farkın sıfır etrafında dalgalanması; gerçekleşme öyle değil. 2009'un başından bu yana yıllık tüketici enflasyonu ortalaması yüzde 7.5. I endeksi ile ölçülen temel enflasyonun ortalaması ise yüzde 5.4. Geçmiş deneyim ışığında şu rahatlıkla belirtilebilir: Tüketici enflasyonunun yüzde 5 dolaylarına düşmesi için temel enflasyonun yüzde 3 civarında kalması gerekiyor. Son aylarda gerçekleşen temel enflasyon bu düzeyin çok üzerinde; neredeyse iki katı.
Üçüncüsü, enflasyonumuz gelişmekte olan ülkelerin enflasyonunun üzerinde: 2010 ortası - Şubat 2013 dönemi enflasyonu açısından Türkiye'nin, Merkez Bankası'nın döviz kuru karşılaştırmalarında kullandığı cari açık veren gelişmekte olan ülkeler arasında en yüksek enflasyona sahip olduğu görülüyor. Söz konusu dönemde yüzde 21.9 olan enflasyon oranımız, yüzde 12.4 olan grup ortalamasının oldukça üzerinde. Gruptan Türkiye çıkarılıp geriye kalan ülkelerin enflasyonlarının ortalaması alındığında ise yüzde 11.3 değeri bulunuyor. Farklı bir ifadeyle, bizim enflasyonumuz rakiplerimizin ortalamasının iki katı. Dış piyasalarda rekabet gücümüzü aşındıran bir olgu bu. Söz konusu ülkeler şunlar: Brezilya, Güney Afrika, Endonezya, Romanya, Meksika, Polonya, Kolombiya, Şili ve Çek Cumhuriyeti.
Yazara Ait Diğer Yazılar
Tüm Yazılar