Son açıklanan 'Orta Vadeli Mali Çerçeve' ne söylüyor bize?

Fatih ÖZATAY
Fatih ÖZATAY EKONOMİDE UFUK TURU [email protected]

EKONOMİDE UFUK TURU / Fatih ÖZATAY IMF Başkanı Strauss-Kahn, Kudüs'te çarşamba günü yaptığı konuşmada şöyle demiş: "Finans krizinin gerçekten geride kalıp kalmadığını anlamak için çok erken... Finans krizinin büyük bir kısmı muhtemelen geride kaldı, ancak her şeyin geride kalıp kalmadığını anlamak için çok erken". Küresel ekonomilerin şu anda karşı karşıya kaldığı en büyük sorunu, yani büyük belirsizliği ve bu belirsizlikten doğan riskleri gayet güzel ortaya koyuyor bu sözcükler. Kriz sonrasında, 2002-2006 döneminde ortalama yüzde 7.2 hızında büyüdük. 2007'de yüzde 4.5'e düştü bu hız. Bu yıl büyüme hızımızın daha da düşmesi bekleniyor. Temel nedeni de yurtdışındaki mali depremin yarattığı büyük belirsizlik. "Krizde en kötü geride kaldı", yok "ileride derinleşebilir" falan derken mayıs ayının ortasına geldik. Geride bıraktığımız hafta mart ayı sanayi üretimi açıklandı. Buna göre, 2008'in ilk üç ayında sanayi sektöründe üretim bir yıl öncesinin aynı dönemine göre yüzde 6.8 oranında arttı. Oysa 2007'nin aynı döneminde sanayi üretimi büyümesi yüzde 8.5 düzeyindeydi. Farklı bir ifadeyle, bu yılın ilk üç ayında sanayinin performansı 2007'ye kıyasla daha kötü. Gerçi tek başına sanayi üretiminin performansı milli gelir artış hızımız açısından kesin bir yargıya varmak için yeterli değil. Ama 2007'de hem milli gelirdeki, hem de sanayi üretimindeki artış hızlarının 2006'ya kıyasla daha düşük olduğunu da unutmamak gerekiyor. Mevcut belirsizlikler, düşük güven ve yüksek faiz dikkate alındığında sanayi sektöründeki olumsuz performansın yılın ikinci çeyreğinde de devam etmesi beklenir. İnşaat sektöründe sıkça dile getirildiği gibi gidişat kötüyse, bu durumda yılın ilk yarısındaki milli gelir artışının 2007'deki düzeyinin altında kalması ihtimali artıyor. Mali gevşeme ve büyüme Benim için yanıtlaması zor, ama muhtemelen büyüme hızımızı tekrar nasıl yükselteceğimiz sorusunun yanıtı bazıları için oldukça basit: Biraz enflasyonun artmasına razı olarak ekonomiyi canlandırıcı ekonomik politikalar izleyeceğiz. İki tane aday var. Artık hangisi istenilirse o kullanılabilir. Belki şu sıralarda ABD'de yapıldığı gibi ikisinin birlikte kullanılması da tercih edilebilir. Elimizi (ellerini) tutan yok ya... Ama bir dakika... Bu kadar da basit değil. Muhtemelen parasal genişlemeye gitmeyeceklerdir. Zira Merkez Bankası'nın (MB) faizleri düşürmesi ile piyasada faizlerin düşmeyeceğinin son aylarda iyice anlaşılmış olması gerek. Öyle ya, 2007'nin Ekim ayında yüzde 17.5 düzeyinde olan politika faizini MB ardı sıra indirdi; toplamda 2.25 puanlık bir düşüş gerçekleştirdi. Siz bu yazıyı okuduğunuzda büyük ihtimalle MB gecelik faizi tekrar yükseltmiş olacak. Bu 2.25 puanlık indirimin olduğu dönemde piyasada faiz tam tersi yönde hareket etti; yüzde 16 düzeyinden yüzde 20'ye kadar yükseldi. Dolayısıyla geriye Maliye politikasını gevşetmek kalıyor. Mesela faiz dışı fazladan işe başlanabilir. İndirime gidilebilir bu kalemde. İki temel yolu var bunun. Faiz dışındaki harcamalar biraz artacak veya gelirler biraz inecek. Eh böyle yaparken borçlanma faizlerinin de artmayacağını varsaymak gerekir. O kadar varsayım da yapılır artık. Zaten kamu borcunun milli gelire oranı çok düşük bir düzeye inmedi mi? Mesela AB ortalamasının oldukça altında değil mi? Güven yoksa... Yine de büyüme hızını bu yolla artırmak isteyenlere haddim olmayarak birkaç tavsiyede bulunmak isterim. Birincisi, hem yatırım harcamaları, hem de genellikle büyük meblağ tutan tüketim harcamaları (dayanıklı tüketim harcamaları) ile yani büyüme hızımızla ekonomiye duyulan güven arasında önemli ve aynı yönlü bir ilişki var. Sadece bizim ekonomimiz için geçerli değil bu, genel bir doğru. El alem bu nedenle güven endeksleri hesaplayıp yayınlıyor. Biz de yayınlıyoruz. Bu endekslerin aldıkları son değerler bize ekonomiye duyulan güvenin azalmakta olduğunu söylüyor. İkincisi, reel faiz oranı ekonomimizin içinde bulunduğu duruma ve bu durumda uygulanan ekonomi politikalarına duyulan güvenin bir göstergesi. Diğer gösterge de kredi riskimiz (Embi getiri farkı). Nominal faiz oranı bir ara yüzde 16'nın altına inmişti. O dönemde bir yıl sonrası için beklenen enflasyon oranı da yüzde 8'i aşmıyordu. Şimdi, aynı değerler yüzde 19.5-20 ile yüzde 9.5 dolaylarında. Diğer bir ifadeyle, reel faiz oranımız yüzde 7.4 düzeyinden yüzde 9-9.5 dolaylarına çıkmış durumda. İki puanlık bir artış var. Keza, kredi riskimiz, faiz oranı yüzde 16 dolaylarındayken 220 baz puan kadardı. Şimdilerde 300 baz puanın yukarısında. Üstelik bu yükselme yabancıların risk alma iştahlarında son günlerde bir artış olmasına karşın gerçekleşmiş durumda. Hem reel faiz, hem de getiri farkı değişik açılardan Türkiye ekonomisindeki risklerin arttığını ifade ediyorlar. Üçüncüsü, enerji fiyatları ve emtia fiyatları tüm dünyada yükseliyor. Hem cari işlemler açığımız, hem de enflasyon oranımız açısından iyi haber değil bunlar. Bu nedenle de Türkiye'nin riski artıyor. Dördüncüsü, yakınlarda kredi notumuzda olumsuz yönde 'küçük' bir değişiklik yapıldı; görünümü değiştirildi. Bu da riskimizi yükseltiyor. Siz ekonomi politikası tasarlıyor olsanız böyle bir ortamda öncelikle hangi soruya yanıt ararsınız? Herhalde ilk düşünmeniz gereken bu olumsuz gidişatın nasıl tersine çevrileceği olur. Yani, bu risklerin nasıl azaltılacağı, ekonomiye duyulan güvenin nasıl artırılacağı ile meşgul olursunuz. Tüketim harcamalarını ve yatırımları, kısacası büyümeyi artırmanın yolu buradan geçer çünkü. Peki, geliştirdiğiniz yeni politika 'mali gevşeme' olarak algılanıyorsa bu riskleri ortadan kaldırabilir misiniz? Yanıtı apaçık bu sorunun; ilginç değil. Başka bir soru soralım: Ortada mali gevşeme var mı sahiden? Faiz-kamu borcu ilişkisi Bazı makroekonomik göstergeleri milli gelire oranlayıp öyle inceliyoruz. Uluslararası karşılaştırmalarda da benzer bir yol izliyoruz. Bu alışkanlık bazen bu karşılaştırmaları neden yaptığımızı, yani işin özünü unutturabiliyor bize. 3 Nisan'da açıklanan 'Orta Vadeli Mali Çerçeve' raporunda uluslararası borç karşılaştırmaları var. Avrupa Birliği'ne üye ülkelerinkine kıyasla kamu borcunun düşük bir düzeyde olduğunu göstermeyi amaçlıyor. Böylelikle faiz dışı fazladaki indirimin aslında bir gevşemeye işaret etmediğini, düşen borçla birlikte böyle bir indirimin ekonomik açıdan sorun çıkarmayacağını ima ediyor. Kamu borcu çok önemli bir gösterge. Borcun yüksekliği ile o borcun maliyeti arasında çok yakın bir ilişki var. Borç ne kadar yüksekse, faizi etkileyen diğer unsurlar aynı kalmak üzere, borçlanma faizi de o kadar yüksek oluyor. En azından iki nedenle: Birincisi, yurtiçinde tasarrufların toplandığı bir havuzu düşünelim. Havuzdaki suyun sahipleri, sularını başka talep edenlere de satabilirler. Öyle yapmayıp sahip oldukları suyu kamu kesimine vermeleri için, kamunun onlara sattıkları su karşılığında sunduğu imkanların (faizin) diğer alternatiflere kıyasla daha yüksek olması gerekiyor. İkincisi, yüksek borcu olan birisini düşünün. Kendine çeki düzen vermedikçe borcunun daha da artması beklenir. Bu durumdaki kişilere verilen borcun geri dönmeme riski de yüksektir. Dolayısıyla, kamunun borcu sürekli artıyorsa, riski de arttığı için onun borçlanma talebine ancak daha yüksek risk primi (daha yüksek faiz) öderse olumlu cevap verirsiniz. Benzer gerekçeler borçlanma vadesi için de geçerli. Borç ne kadar yüksekse ve ne kadar hızlı artıyorsa, ödünç verdiğiniz parayı bir an önce geri almak istersiniz. Sonuçta borçlu olanın borçlanma vadesi sürekli kısalır. Bir yandan kısalan vade, diğer yandan da artan faiz (reel faiz) borcu daha da artırır. Yükselen kamu borcu sonucunda kısalan vadeler ve artan risk primi (reel faiz) ekonomiye duyulan güvenin azalması, yatırımların ertelenmesi, daha oynak ve düşük büyüme hızı, daha yüksek işsizlik, daha zayıf bankacılık sektörü demek. Daha fazla söze gerek yok; kriz öncesinde ne yaşadıysak o demek yüksek kamu borcu. Mali sistemin büyüklüğü Dolayısıyla, faiz ve vade açısından mevcut kamu borcunun ne anlama geldiğine bakmak için doğru olan, kamu borcunu mali sistemin büyüklüğüne oranlayıp bakmaktır, milli gelire olan oranına değil. Yukarıdaki örnekte geçen tasarruf havuzundaki su miktarı da zaten mali sistemin büyüklüğünün ta kendisidir. Tablo 1'de kamu borcumuza böyle bakılıyor ve borcun bankaların topladıkları mevduat ve verdikleri kredilere oranları gösteriliyor. Aynı oranlar AB ortalaması için de var. Son satırda ise Orta Vadeli Mali Çerçeve raporunda yer aldığı şekliyle kamu borcunun milli gelire oranları yer alıyor. Ne görüyoruz? Evet, gayrisafi yurtiçi hasılaya (GSYİH) oranla Türkiye'de kamunun borcu AB ortalamasına kıyasla oldukça düşük bir düzeyde. Oysa mali sistemin derinliği dikkate alındığında, borcumuzun AB ortalamasının çok üzerinde kaldığı hemen ortaya çıkıyor. Kamu borcunu önemli ölçüde düşürdük, ama hâlâ yurtiçi mali sistemimize önemli bir baskı yapma potansiyeli var mevcut borcumuzun. Mali sistemin derinliği ile kamu kesiminin borçlanma maliyeti arasında yakın bir ilişki olduğunu belirttim. Sıra bu ilişkiyi göstermekte. Tablo 2 bu amaçla oluşturuldu. Geleneksel olarak Avrupa'nın en borçlu ülkeleri ve Türkiye yer alıyor tabloda. Belçika, Yunanistan ve İtalya'da kamu borcunun GSYİH'ye oranı Türkiye'nin kat ve kat üzerinde. Ama bu borca ilişkin çeşitli maliyet göstergelerine bakılınca resim hemen değişiyor. Bizim durumumuz bu ülkelere kıyasla oldukça sevimsiz... Şüphesiz borçlanma ihtiyacı olanın ek su kaynakları da var: Yurtdışı tasarruflar. Ama eğer riskiniz başka ülkelere kıyasla ne kadar fazlaysa ek su kaynaklarınız o kadar az oluyor. Bir de kürede risklerin arttığı dönemler var. Böyle zamanlarda ek kaynak miktarı giderek azalıyor. Tablo 2'deki maliyet hesapları bu yalın gerçekleri gözler önüne seriyor. Hep 'sıkacak' mıyız? Evet, kamu borcunu krizden bu yana çarpıcı biçimde düşürdük. Evet, risklerimizi oldukça azalttık. Ama sadece 'an'ın fotoğrafına bakıldığında, hâlâ kırılganlıklarımız var. AB üyesi ülkelere göre borcumuzun düşük olması bu kırılganlıkları ortadan kaldırmıyor. Peki, faiz dışı fazlada hiç mi indirime gitmeyeceğiz? Gelin bu soruya yanıt arayalım geriye kalan bölümde. Kamu borcunun çok yüksek düzeylerde olduğu ülkeler yukarıda saydığım önemli problemlerle karşı karşıya kalıyorlar. Bu problemleri çözmenin yolu Maliye politikasına disiplin getirmekten geçiyor. Öncelikle faiz harcamaları dışarıda tutulduğunda mutlaka ve mutlaka bütçe harcamalarının gelirlerin altında kalması şart. Böylelikle faiz harcamalarının bir kısmını bu yolla karşılayabiliyor ve borcun daha da artmasını önlüyorsunuz. Bir koşulla. Sağladığınız mali disiplinin 'yeterli' olduğuna dair ekonomik birimlere güven vermeniz gerekiyor. Eğer güveni sağlayabiliyorsanız, iflas riskini azaltıp reel faizleri düşürebiliyorsunuz. Böylelikle borcunuz hem faiz ödemelerinin bir kısmının faiz dışı fazladan karşılanması, hem de bizatihi reel faizlerin düşmesi nedeniyle (reel olarak) azalmaya başlıyor. Peki, ne kadar faiz dışı fazla vermek gerekiyor? Birincisi, reel faizleri sabit alarak reel borcu artırmayacak bir faiz dışı fazla düzeyini hesaplamak mümkün. Buna 'eşik değer' diyelim. Borç ne kadar yüksekse bu eşik değer de o kadar yüksek olacak. İkincisi, ekonomik birimleri 'ciddi' olduğumuza inandırıp, iflas riskini azaltarak reel faizleri düşürebilirsek, hem borcumuzu daha hızlı azaltabiliriz, hem de yeniden ekonomimizi büyüme yoluna sokabiliriz. Aksine, insanları ikna edemezsek, reel faizler düşmek bir tarafa, artabilir de. Bu durumda, eşik değerin üzerinde bir faiz dışı fazla vermek gerekir. Şimdi, bu çerçevede bakınca, kamu borcu önemli ölçüde düştüyse, eşik faiz dışı fazla değerinin de aşağıya ineceği sonucu ortaya çıkar. Ama faiz dışı fazlanın düşürülme nedeni eğer ekonomik birimleri tatmin etmiyorsa, reel faizler artabilir ve borcunuz tekrar yükselmeye başlayabilir. Dolayısıyla, yazının başında büyüme açısından önemini vurguladığımız güven ile faiz dışı fazlanın düzeyi arasında önemli bir ilişki var. Türkiye'nin potansiyel büyüme hızını artırmak için (seçimler yaklaşıyorken büyüme hızını geçici olarak artırmak için değil, kalıcı bir artış sağlamak için) reformlara ihtiyaç var. Ama bu reformların bir kısmı için kaynak gerekiyor. Mesela, istihdamın üzerindeki vergi yüklerini azaltmak işgücü piyasasında yapılacak reformlar arasında geliyor. Vergi gelirlerinde azalma, dolayısıyla faiz dışı fazlada da azalma demek bu. Zamanlama ve anlatma İnandırıcı bir reform hamlesi yapabiliyorsanız, bu amaç için faiz dışı fazlada indirime gidebilirsiniz. İlke olarak doğru bu. Ama bir de zamanlama sorunu var. Gelin son açıklamaya zamanlama çerçevesinde bakalım. Tekrar olacak, ama önemli: Birincisi, ortalık toz duman. Dışarıda deprem var. Faizler yükseliyor; yenilerde yüzde 20'ye yaklaştı. Önemli riskler var kapıda, içeride sağlam durduğumuzu (gevşemediğimizi) cümle aleme göstermek gerekiyor. İkincisi, enflasyon iki haneye doğru başını kaldırdı. Bu açıdan da gevşemememiz gerekiyor. Üçüncüsü, artan enerji fiyatları nedeniyle zaten yüksek olan cari açığımızın daha da artması riski var. Bu nedenle de içeride sıkı durmalıyız. Dördüncüsü, seçimden bu yana neredeyse bir yıl geçti. Neden hemen seçimden sonra, uluslararası piyasalarda daha deprem yaşanmıyorken bu reformları yapmak için faiz dışı fazla azaltılmadı? Bu sorunun yanıtı ile yaklaşan yerel seçimler arasında bir ilişki varsa, bu ilişki piyasa faizlerini yükseltici yönde çalışır; bütçe açığımızı ve borcumuzu artırır. Zamanlamanın ötesinde bir de 'derdinizi anlatma' sorunu var. Orta Vadeli Mali Çerçeve'nin 'Hazırlanma Amacı' bölümünde bu çerçeve ile "istihdam paketi, mahalli idareler reformu ve GAP yatırımlarına hız kazandırılması gibi politika adımları dikkate alınmakta" deniliyor. Bu amaçla faiz dışı fazlada indirime gidiliyor. Sadece son hafta bu konuda basında çıkan yorumlara şöyle bir bakmak bile yeterli bu açıklanış biçiminin ne denli yetersiz olduğunu anlamak için. Daha somut bir örnek vereyim: Orta Vadeli Mali Çerçeve'nin 15. sayfasında 2008 yılına ilişkin bir tablo yer alıyor. O tabloda merkezi yönetim faiz dışı fazlasının milli gelire oranının yıl başındaki programa kıyasla 0.7 puan azaltılarak yüzde 2.7'e düşürüldüğünü görüyoruz. Buna karşın, merkezi yönetim bütçe dengesinde 0.5 puan iyileşme olacağı söyleniyor bize: Milli gelire oranla bütçe açığı yüzde 1.9 olarak planlanmışken, şimdi 1.4'e düşeceği belirtiliyor. Yani, faiz dışı fazla hedefinde bir miktar gevşeme var, ama faiz harcamaları da dahil edildiğinde toplam bütçede bir gevşeme yok; aksine sıkılaştırma var. Olabilir... Peki de nasıl? Borçlanma faizi mi düşecek? Faiz düşmese bile bu yıla düşen daha az mı faiz ödemesi var? Bu yıl değişken faizli tahvillerin değil de daha çok sabit faizli tahvillerin mi faiz ödemesi var? O faizler düşük düzeyde mi? Kur mu düşüyor? Bize açıklanmıyor. Bizlerin giderek olumsuza dönen bekleyişleri değiştirilmeden çapa atma ve reform yapma hamlesinden sonuç almak mümkün değil; ama bekleyişlerinin değişmesi beklenen bizler hamlenin arkasında ne olduğunu bilmiyoruz. Bir örnek daha: Yukarıda çerçevenin 'Hazırlanma Amacı' bölümünden bir alıntı verdim. Orada sayılan reformlara ve de yatırımlara 'hız kazandırılması' amaçlanıyor faiz dışı fazladaki indirimle. İyi de ne kadar? İstihdam paketine ne kadar kaynak ayrılıyor bu indirimle? GAP yatırımlarına ne kadar? Mahalli idareler reformuna ne kadar? 2008'de ne kadar? 2009'da ne kadar? 2010'da ne kadar? Biz de bilsek iyi olmaz mı?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Havuz problemi 01 Ağustos 2018
Elbette zor ama mümkün 20 Haziran 2018
Bazı basit gerçekler 06 Haziran 2018