Son 44 ayda yüzde 90’a yakın değer kaybı çok fazla
Son 44 ayda Türk Lirası 3 kere ‘değer kaybı’ dönemi yaşadı. Birincisi, eski FED Başkanı Bernanke’nin ilk defa miktarsal genişleme’yi kısıtlamayı dile getirmesi ile Haziran 2013’te başladı. Bu döneme Merkez Bankası yüzde 4.5 gibi anormal düşük bir politika faizi ile yakalandı. (Bir noktada ABD’nin para musluklarının kısılacağı bilinmesine rağmen politika faizini bu seviyeye çekmiş olması Erdem Başçı’nın MB kariyerindeki en büyük hataydı.) Sonrasında, hatırlanacağı gibi, MB utangaç bir şekilde, faiz koridoruyla oynayarak, ortalama fonlama faizini yüzde 7’lere kadar çıkardı. Ancak, bu da yeterli olmadı, ve 28 Ocak 2014 gecesi faiz oranları 7’den 10’a yükseltilmek durumunda kalınıldı. Böylece, devalüasyonu frenlemek için toplamda yüzde 5.5 kadar bir faiz artışı yapılmak durumunda kaldı. Bu dönemde sepet bazında TL yüzde 33 kadar değer kaybetti.
TL’deki 2. değer kaybı dönemi Ocak 2015’te başlayan ve Eylül 2015’e kadar süren dönem. Bu dönem, Merkez Bankası ortalama fonlama maliyetini toplamda 1 puan kadar artırarak atlatabildi. (Ancak önceki döneme göre devaluasyonun başındaki faiz oranı çok daha yüksekti: yüzde 7.9.) Bu dönemde de değer kaybı sepet bazında yüzde 28 oldu.
Son olarak ise temmuzdaki darbe girişimi ile başlayan, sonrasında FED’in 2017’de birden fazla faiz artışı gerçekleşme ihtimaliyle kuvvetlenen ve Trump’ın seçilmesiyle iyice hız kazanan bir doların ana vatanına dönme periyodu yaşıyoruz. (Her ne kadar, sene başından beri euroda dolara karşı yeniden bir güçlenme eğilimi görüyorsak da, bunun çok kalıcı olduğunu düşünmüyorum.) Şu ana kadar geçen süre yaklaşık 6 ay ve değer kaybı da gene yüzde 28. Faiz artışı ise (şimdilik) 120 baz puan (7.80’den 9.00’a).
Bundan önceki 2 devalüasyon döneminden bazı genellemeler çıkarabiliriz: Her seferinde TL’nin değer kaybı yüzde 30 civarında olmuş, yaklaşık 8-9 ay sürmüş ve enflasyon oranı da kurların stabilite kazanmasından tam 4 ay sonra trendin 2 puan kadar üstüne çıkarak yüzde 9.6’larda tepe yapmış. Bu verilerden yola çıkarak, TL’nin 1-2 ay daha değer kaybedebileceği ve enflasyonun da gene yüzde 10’un biraz altında tepe yapacağı öngörüsünde bulunabiliriz.
Ancak, bu sefer durum biraz daha farklı olabilir. Şöyle ki, TL’nin 3 kere değer kaybı dönemi yaşadığı son 45 ayda kümülatif kayıp yüzde 88’e ulaşmış durumda. Bu süre zarfında enflasyon artışının ise sadece yüzde 33 olduğu dikkate alındığında, çok yüksek oranlı ve “kalıcı nitelikte” bir değer kaybı yaşanmakta olduğu görülüyor. (Eğer bir perspektife oturtmak gerekirse, 2001’de meydana gelen TL’deki ani kopuşun bile sonuçta bu kadar yüksek bir reel kayıp yaratmadığını söyleyebiliriz. O zaman dolar 10 ayda 67 kuruştan 160’a fırlamış, ama sonrasında 135 kuruş civarında dengelenmesiyle yüzde 100 civarında bir devaluasyon yaşanmıştı. Ancak bu süre zarfında enflasyondaki kümülatif artış da yüzde 82 olmuştu. O dönemde Türkiye’nin döviz borcunun bugünkü seviyesinin çok çok altında olduğunu da hatırlatmama gerek yok sanırım. O güne göre bugünkü tek önemli pozitif fark, o günlerde bankaların durumunun da çok zayıf olmasıydı.)
Bu kadar yüksek oranlı bir kur artışı mutlaka ki özellikle döviz borcu yüksek olan şirketlerde (belki de henüz tam su üstüne çıkmamış) önemli tahribatlara sebep olmak durumunda. Ayrıca, Türkiye’den fon çekilmesi olarak tezahür eden TL’nin zayıflaması ile birlikte büyüme oranında gözle görülür bir ivme kaybı olduğu da muhakkak. Büyüme oranlarını ‘sürpriz’ bir şekilde yukarı fırlatan yeni milli hasıla serisine göre bile 3 devaluasyon yaşadığımız 2014’ün 2. çeyreği ile 2016’nın 3. çeyreği arasındaki 10 çeyreğin ortalama büyüme oranı yüzde 4.3. (Ki, tüm analistler 2016’nın son çeyreği ve 2017’de büyüme oranındaki yavaşlamanın devam edeceği konusunda mutabık.) Kur artışı yaşanmadan önceki 10 çeyreğin büyüme ortalaması ise yüzde 7.3!
Bu şartlar altında, eğer özellikle siyasi mülahazalarla büyüme ön plana çıkarılıp zayıflayan TL konusunda daha kararlı ve sert bir para politikası gündeme getirilmez ise kısa sürede enflasyonda iki haneli rakamların üzerine çıkarken, büyümede de istenilen düzeyleri göremeyeceğiz. Bunun literatürdeki adı ‘stagflasyon.’